Nasif Hitti
TT

Trump ve diplomatik vals

Çin meydan okuması, Çin'in küresel ekonomik ve siyasi rolünün hızla ve giderek artması, siyasi nüfuzunun öncelikle ekonomik faktörlere dayanması nedeniyle Amerikan stratejisinde bir öncelik olmaya devam etse de, Washington, Rusya'nın rolünün “risklerine” yeniden odaklandı. Bu rol, Rusya'nın Ukrayna'ya yönelik savaşının devam etmesi ve tırmanmasıyla temsil ediliyor. Buna bir de ABD Başkanı Donald Trump yönetiminin, Moskova'ya defalarca gönderdiği olumlu mesajlara rağmen, Rusya'nın savaşı durdurmaya yönelik Amerikan uzlaşı girişimlerine tamamen karşılık vermediği düşüncesi de ekleniyor.

Bu değişimin bir göstergesi, Washington'un, ABD yönetiminden geldiği bildirilen, Moskova'nın savaşı durdurma taleplerine yanıt vermesi için bir süre belirleme tehditleridir.  ABD'nin “mesajları” ışığında Washington, Moskova için önemli bir “stratejik alan” olarak kabul edilen bir bölgeye iki nükleer denizaltı konuşlandırdı. Bu, iki taraf arasındaki diplomatik pozisyonlarda gerilimin tırmanmasına katkıda bulundu. Washington, Avrupalı üye devletlerin ittifakın bütçesine katkılarını GSYİH'nın yüzde beşine çıkarma talebini kabul etmelerinin ardından, Ukrayna'ya yaklaşık 10 milyar dolarlık askeri yardım sağlamak için NATO ile planlamalar yapmaya başladı. ABD'nin Ukrayna konusundaki değişen bu tutumu, Trump'ın tehdit ve yaptırım uygulama, ardından rakip veya düşmanla daha avantajlı bir konumda müzakere etme stratejisi kapsamında değerlendiriliyor.

Öte yandan Washington'un başlıca ve tarihi müttefiki olan Avrupa Birliği ile varılan ABD'ye yapılan Avrupa ihracatına yüzde 15 gümrük vergisi uygulama anlaşması da bir uzlaşma gibi görünüyor. Bu çözüm, bazı Avrupalıları memnun etti, ancak hepsini değil. Memnun olmayanlar Avrupa ihracatına yüzde 30'a varan gümrük vergileri uygulama tehdidi gibi felaket senaryolarına karşı bunu daha  az kötü bir çözüm olarak görseler de eleştirilerini dile getirdiler. Zira daha yüksek gümrük vergisi, her iki taraf için de her düzeyde maliyetli sonuçları olacak bir ABD-Avrupa ekonomik savaşı anlamına gelirdi. Washington için bu çözüm, özellikle Avrupa Birliği ile olan ticaret açığının azaltılmasına ve belirli kilit Amerikan sektörlerindeki iş fırsatlarının korunmasına katkıda bulunacak.

Bir diğer düzeyde ise, Washington ile Pekin arasındaki karşılıklı “olumlu mesajlar” artıyor ve bu da Trump'ın iktidara gelmesinden (elbette ikinci yönetiminden) bu yana var olan gerginliğin gerilemesi şeklinde yansıyor. Bu elbette, Amerikan küresel stratejisinde bir öncelik olan “iki okyanus bölgesi”ndeki jeopolitik konumu ve daha önce de belirttiğimiz gibi Çin'in aktif ve etkili uluslararası rolü nedeniyle Pekin'in artık Washington'un başlıca küresel rakibi olmadığı anlamına gelmiyor.

Bu bağlamda Washington, Çin Halk Cumhuriyeti'nden yapılan ithalata uyguladığı tarife oranını düşürme olasılığını değerlendirdiğini duyurdu. ABD'nin “Çin Halk Cumhuriyeti ile adil bir ticaret anlaşması imzalama” olasılığı hakkındaki açıklamaları da tekrarlanıyor. ABD Başkanı, Çin Devlet Başkanı Şi Jinping'in daveti üzerine Çin Halk Cumhuriyeti'ni ziyaret etme olasılığını dile getirdi. Ziyaretin, İkinci Dünya Savaşı'nın sona ermesini anma törenlerinin yapılacağı eylül ayında gerçekleşmesi doğal. Bu bağlamda, Trump, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile ikili bir zirve ve belki de Çin Devlet Başkanı'nın katılımıyla üçlü bir zirve düzenleme olasılığı kapısını da kapatmadı. Bu, deyim yerindeyse, kapıyı kapatıp anahtarı kilitte bırakma politikasıdır. Aynı bağlamda, Trump’ın Pekin'e gitmemesi halinde, bir başka olasılık daha var; o da ABD-Çin zirvesinin, önümüzdeki ekim ayı sonunda Güney Kore'de düzenlenecek Asya-Pasifik Ekonomik Forumu'nun oturum aralarında düzenlenmesi. Tüm bunlar, dış ilişkilerdeki “Trump doktrininin” yansımasıdır. Bu, “stratejik Doğu”nun çöküşünden sonra etkisi veya gücü azalan stratejik Batı ittifakının mantığı çerçevesindeki çok taraflı taahhütlere alternatif olarak, çıkarların etkileşimi veya karşılıklılığı ile politikada tek taraflılık mantığına dayanan bir doktrin. Trump yönetimi, bahsi geçen Batı ittifakına ölümcül olmasa da güçlü bir darbe indirdi; dünün mirasına göre “geleneksel olan müttefik” ile bir konuda iş birliği yaparken, aynı tarafla, başka bir konuda anlaşmazlık yaşayabiliyor. Bu, elbette, geleneksel anlaşmazlıklar ortadan kalktıktan, öncelikler değiştikten, kesiştikten veya çatıştıktan sonra, henüz emekleme aşamasında olan, kendisini yönetecek kuralların henüz netleşmediği küresel bir sistemdeki çeşitli uluslararası taraflar arasında kolayca gerçekleşip yaşanabiliyor.