ABD temsilcileri Büyükelçi Tom Barrack ve meslektaşı Morgan Ortagus'un, Suriye ve Lübnan'daki önemli gelişmelerin ardından Lübnan'a gelmeleri bekleniyor. Bu ziyaret, Birleşmiş Milletler'in Gazze Şeridi'nde bir kıtlık yaşandığını deklare etmesinin ardından gerçekleşecek.
Bildiğimiz gibi, son aylarda İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, bakanları ve generalleri, dünyanın gözü önünde işlenen soykırım suçunu bilen ve gören tüm siyasi kurumların ve yardım kuruluşlarının art arda gelen uyarılarını, uluslararası belgelere dayalı onlarca açıklamayı reddetti.
Çok iyi bildiğimiz gibi, uluslararası toplum yaşananlara karşı kararlı bir tavır takınmadı, dahası İsrail'i çevreleyen bölgede yaşananlar bunun tam aksini yaptığını gösteriyor. Eğer bu bir şeye işaret ediyorsa, Ortadoğu ile ilgili uluslararası politikada eski-yeni bir gerçekliğe işaret etmektedir. Eski, çünkü neredeyse mutlak uluslararası destek sorunu kroniktir; her ne kadar bu destek, eski Sovyetler Birliği'nin çöküşüyle Soğuk Savaş'ın sona ermesi, ABD'nin -en azından pratikte- bugüne kadar varlığını sürdüren “tek kutupluluk” ile “yeni dünya düzeni”nin liderliğini tekeline almasıyla zaman zaman zayıflamış olsa da.
Yeni, çünkü “yeni dünya düzeni” üzerindeki Amerikan hegemonyası, Ortadoğu ile ilgili birçok ilkeyi, terimi ve siyasi düşünceyi değiştirdi ve buna karşılık, kendi stratejilerini benimsemenin “temeli” haline gelen standartlar ve terimler icat etti.
Örneğin, Siyonizm kavramı bir ırkçılık biçimi olarak sözlükten çıkarıldı. Dahası bu eğilim, daha sonra herhangi bir İsrail hükümetinin politikalarına yönelik herhangi bir eleştiri, yasa ve politika tarafından cezalandırılabilir, apaçık bir “antisemitizm” haline gelecek kadar gelişti.
Tanım olarak keyfi olan “terörizm” veya “terörle mücadele” gibi terimler de türetildi. Bu terimler, savaş açmaya, ülkeleri işgal etmeye, liderliklerini değiştirmeye ve bazen de haritalarını değiştirmeye olanak tanıyordu.
Soğuk Savaş'tan sonra Avrupa'da bile birçok oluşumun sınırları değişti. Muzaffer güçlerin yeni çıkarlarını meşrulaştırmak için, insan haklarının doğasını, milliyetçilik meselesini ve azınlık haklarına saygı sınırlarını yeniden tanımlayanlar da dahil olmak üzere stratejik kavramlar yaratıldı.
Bu durum ilk olarak Avrupa'da, özellikle de 15 cumhuriyetten oluşan tek bir federal devlet olarak çöküşüyle dağılan Sovyetler Birliği'nde yaşandı. Bilindiği gibi bölünme ve parçalanma eski Yugoslavya ve Çekoslovakya'yı da kapsadı. Buna karşılık Batı Avrupa ülkeleri kronik ayrılıkçı krizlerine rağmen ayakta kaldılar. Batı Almanya'nın (Federal Cumhuriyet) eski komünist doğu eyaletlerini geri alma başarısından bahsetmeye bile gerek yok.
Asya ve Afrika'da, Doğu Timor'un bağımsızlığıyla Endonezya ve Sudan'ın bölünmesine bizzat tanık olduk. Türkiye'nin Kürt bölgesinin ayrılmasını reddeden rolü dahil, iç içe geçmiş ve çatışan çıkarlar olmasaydı, 2003 işgalinden sonra Irak'ın da neredeyse bölünmesine tanık olacaktık.
Barrack ve Ortagus'a dönersek...
Doğu Akdeniz'de, ikisinin birbiriyle çelişmediğini kabul ettiğimiz İsrail öncelikleri ile Amerikan çıkarlarını “birleştiren” yeni bir gerçekliğin taşlarını döşemekle görevlendirildiklerinden bir an bile şüphem yok.
Bu nedenle, İsrail oluşumunu çevreleyen coğrafi ortama dair ortak İsrail-Amerikan vizyonunu, korkunç güç dengesizliği ve İsrail'in hegemonik ajandasına hizmet eden diğer faktörlerin birleşimiyle kolaylaştırdıklarını söylemek daha doğru olur. Araplar olarak uzun yıllar boyunca kendisine inanan tek bölgesel aktörler olduğumuz barış stratejik bir seçenektir ifadesini hâlâ hatırlıyor muyuz?
İsrail'in geçmişte buna inanmadığı, bugün inanmadığı ve öngörülebilir gelecekte de inanmayacağı açık ve Gazze'de devam eden katliamları, sistematik yerinden etme politikaları ve Lübnan ile Suriye'de güvenlik ve istihbarat açıdan genişlemesi de bunu doğruluyor.
Türk liderliği, Tel Aviv ve Washington ile vardığı mutabakatlar sayesinde İran'ın çekilmesinin ardından Suriye'nin kontrolünü ele geçirerek güney kapısında önemli bir stratejik zafer elde ettiğine inanıyor. Bana göre, Türkiye’nin taktik zaferi bir gerçek. Ancak, bu zaferi pekiştirmek için gerekli öncelikler arasında uzun vadeli sabır, ayrıntılara dikkat, yanlış hesaplamalardan kaçınma ve yersiz düşmanlıklardan kaçınma politikası yer almaktadır. Zira mutlak yetkiler ve kalıcı ittifaklar yoktur!
Her halükarda, Lübnan, saatler içinde Suriye üzerinden gelecek Barrack ve Ortagus'u karşılamaya hazırlanırken, Lübnan yönetimi Hizbullah'ın silahlarını devlete teslim etmekten kaçınmak için giriştiği “uçurumun kenarında” manevrasının sona ermesini bekliyor.
Hizbullah’ın bazı bilge liderleri, kayıpları sınırlama ve devlete manevra alanı sağlama gerekliliğinin çoktan farkına varmışken, İran'ın üst düzey güvenlik yetkilisi Ali Laricani'nin son ziyareti, zamanı geriye aldı ve güvenlik alanında sürprizlere kapıyı araladı. Ama sorun şu ki, Lübnan artık hem içeride hem de bölgesel olarak sürprizlere tahammül edebilecek bir konumda değil.