Tevfik Seyf
Suudi yazar ve düşünür
TT

Mağara idolünü denediniz mi?

Francis Bacon'ın “dört idol” teorisinin ilk yayınlandığında geniş çaplı bir tartışmaya yol açtığını tahmin ediyorum. Kendi gözlerimle şahit olmadım (sevgili okuyucularım bunu kesinlikle biliyor) ve böyle bir gerçeği doğrulayan hiçbir şey okumadım. Ama dünün bugün gibi olduğunu biliyorum; yaygın anlayışlarla çelişen her görüş, az ya da çok bir tartışmaya yol açacaktır.

Sevgili okuyucularım, Bacon'ın insan zihninin her zaman benliğin içindeki ve çevresindeki faktörlerden etkilendiği ifadesini belki hatırlıyorlardır. Bu faktörlerin en önemlisi, insanın vardığı yargıları incelemeden genelleme eğilimidir. Bacon buna “kabile idolü”, ardından “mağara idolü” adını vermiştir. Bunlar, bir bireyin sosyal bağlılığından, kültür kaynaklarından, ilgi alanlarından ve kişiliğini şekillendirmeye katkıda bulunan diğer etkilerden kaynaklanan kişisel eğilimlerdir. Üçüncü ve dördüncüsü “pazar idolü” ile “sahne idolü”dür ve bunları önümüzdeki günlerde tartışacağız.

Bacon'ın teorisinin karşı karşıya kaldığı temel tartışmanın şu olduğunu varsayıyorum: Eğer dört idol zihni, onu karanlık ve etkisiz, hakikatleri ayırt edemeyecek hale getirecek kadar etkiliyorsa, daha sonra onu fikirleri ve algıları yapıbozuma uğratmak ve yeniden inşa etmek için nasıl kullanabiliriz? Saf bilgiyi olumsuz etkilerle kirlenmiş olandan nasıl ayırabiliriz?

Bacon'ın görüşüne karşı çıkanlar, sanki kirli bir kap sebebiyle zehirlenmiş bir hastaya “aynı kaba daha fazla ilaç koy, iyileşeceksin” der gibi, bunun içsel bir çelişki içerdiğini iddia ediyorlar. Önce hastalanmama neden olan kap, daha sonra tedavimin aracı olabilir mi? Aynı şey, yanılsamalardan ve “idollerden” etkilenen bir zihin için de geçerli; etkilendikten ve düşüncesi doğru yoldan saptıktan sonra nasıl doğruya geri dönebilir ve dünyasını düzeltebilir?

Francis Bacon'ın buna bir cevabı var ve sorunu ve çözümü açıklamak için Platon'un Mağara alegorisinden alıntı yaptığını düşünüyorum. Özetle şöyledir; bir mağaraya zincirlenerek hapsedilmiş insanlar vardır ve giriş de tam arkalarındadır. Girişten giren ışık mağara dışındaki insanlar hareket ettikçe gölgelerini girişin karşısındaki duvara yansıtır. Zaman geçer ve bu sürede mağaradaki mahkûmlar duvardaki gölgelerin hareketinden başka bir şey görmezler. Bu gölgelerin, dünyadaki hareketin tam bir temsili olduğu onlar için kesinleşir. Bir gün içlerinden biri serbest kalır ve dışarı çıktığında, insanların hareketlerinin boyut, yön ve etki bakımından tamamen farklı olduğunu görür. Mağarada gördükleri gölgeler, bu hareketin yalnızca küçük bir yansımasıdır ve gerçek doğasını ortaya koymamaktadır. Geri dönüp mağaradaki diğer mahkûmlara bunu anlatır, ancak arkadaşları ona inanmazlar; arkadaşlarının “mağaradaki dünyadan” ayrıldıktan sonra deliliğe yakalandığını varsayarlar. Zira nasıl olur da anlatılanlara inanıp kendi gözlerini yalanlarlar? Eski bir Arap deyişi sanki bunu anlatmaktadır:

Ey soyluların oğlu, yaklaşıp sana söylenenlere bir bakmaz mısın?

Çünkü görmek, duymak gibi değildir

Mağara alegorisi, insan hafızasının ve zihninin, kendisi için hayali bir dünya kuran önyargılı bilgilerle dolu olduğunu anlatır. Ancak, insan kendi gözleriyle gördüğü için bunun gerçek bir dünya olduğundan asla şüphe etmez (ama aslında zihninin tasvir ettiğini görür, ancak yanılsama ile gerçekliği birbirinden ayıramaz).

Çevrenizle, dilinizle, hâkim kültürünüzle ve geleneklerinizle etkileşimlerinizden, ayrıca çalışma, okuma ve kişisel deneyimlerinizle yarattığınız fikirlerden zihninize sızanlar, hepsi bir araya gelerek hafızanızı ve zihninizi oluşturur. Bacon'ın mağara idolü dediği şey budur; yani zihninizi hapseden sistem veya mağaradır.

- Peki zihin nasıl açılır, yanlış yöne gittiğini nasıl keşfeder, yanılsama ile gerçekliği nasıl ayırt eder?

Platon'un cevabı şu: Mağaradan çıkarsa farklı dünyalar görecektir, daha önce bildiklerini şimdi gördükleriyle karşılaştırmak zorunda kalacaktır. O zaman zihninde şüphe uyanacak ve zihin verileri yeniden düzenleyip karşılaştırmaya başlayacaktır.

Özetle, zihin tek bir yönden, tek bir ortamdan ve tek bir söylemden kurtulduğunda, alternatifleri gördüğünde, karşılaştırma ve seçim yapma imkanına kavuştuğunda rolünü yeniden kazanmaya başlar. Belki de her birimiz şimdi kendimize şu soruyu soruyoruz; mağaramızı keşfettik mi ve kendimizi ondan kurtarmaya çalışıyor muyuz?