Abdulmunim Said
Kahire’de Mısır Gazeteciler İdaresi Meclisi Başkanı ve Kahire Bölgesel Strateji Çalışma Merkezi Yönetim Müdürü
TT

Netanyahu ve Ortadoğu

Bu makaleyi, İsrail'in kardeş ülkemiz Doha'ya Hamas liderliğini hedef alan hain saldırısının ardından yazıyorum. Bu saldırı, ateşkes girişimlerinin başarısızlığa uğradığı kritik bir noktanın olağan seyrini izledi. Şimdi, çatışma çözümüne direnen bir bölgede herkesi kalıcı bir barışa götürmesini umarak, Filistin-İsrail meselesinin özüne değiniyorum. Olayı, özellikle bombalama alanının yakınında bulunan "El Udeyd" ABD askeri üssü göz önüne alındığında, ABD'nin suç ortağı olup olmadığına dair ilk tepkiler izledi. Beyaz Saray, Pentagon'un saldıran uçağı tespit ettiği son dakika dışında, herhangi bir bilgi veya istişare iddiasını reddetti. Kısacası, Washington olay ile arasına biraz mesafe koymuş olsa da bölgedeki savaşı durdurmaya hazır değildi. İsrail Gazze'de katliam ve yıkıma daha hazır hale geldi ve Doha'daki başarısızlığı, Filistinlilere Gazze kentini terk etmeleri, herkesin bildiği yerinden edilme sürecinin habercisi olan güney Gazze’de toplanmaları amacıyla daha fazla şiddet ve baskı uygulamak için motivasyona dönüştü. Bu aşamada, İsrail Başbakanı Netanyahu ve müttefiklerinin açıklamalarının “Ortadoğu'yu yeniden şekillendirmek” ve “Büyük İsrail”i kurmak gibi geniş kapsamlı bir vizyona işaret etmeye başlaması tesadüf değildi. Buna yönelik tepkiler beklendik idi; kınama açıklamaları, toplantı çağrıları ve Trump yönetiminin, dökülen kanı ve mezarların kurbanların cesetleriyle dolmasını durdurmak için bir çaba göstermesi umuduyla, ateşkesi hızlandırmaya yönelik temaslar ve görüşmelerde bulunulması.

Doha saldırısının ardından yaşananlar öncekilere benzerdi; gerçekte savaşlar ve çatışmalar, yalnızca nadir görülen “direniş” biçimleriyle karşılaşan bir taraf tarafından yürütülürken, savaş ve şiddetli çatışmalar oyunu sergilendi. Söz konusu taraf için ise Gazze yeterli değil, Batı Şeria'ya uzanmaya ve orayı da katliam, yıkım ve yerinden etme açısından Gazze'nin bir başka versiyonuna dönüştürmeye kararlı. İsrail siyasi literatürüne aşina olan herkes, bunda İsrail'in kendine özgü ifadelerini bulacaktır; “bazılarının” çoğunluğa ve “azınlığın" çoğunluğa karşı çıkması. Bu, Cengiz Han ve soyundan gelenlerin hükümdarlığı döneminde Moğolların, Hitler ve Nazizm döneminde ise Almanya'nın başına gelen tarihi nöbetlerden biridir. İşgalci birden fazla yere saldırıp işgal etmesini sağlayacak bir güç fazlasına sahip olduğunda yaşanır. Nitekim Doha saldırısından önce ve sonra, Sana, Beyrut, Şam, Tahran’a saldırılar düzenlendi. Gazze ve Batı Şeria ise her zaman saldırı altında. Aynı zamanda başkalarına, yaşananların onların da başına geleceği yönünde vaatler ve tehditler yöneltildi.

İsrail siyasi ve stratejik eliti bunu, Yahudileri Holokost cehenneminden, emirlerine karşı gelinmeyen, egemen ve kontrol eden cennetine taşıyan Siyonist fikirde baskın olan hayalleri gerçekleştirmek için tarihi bir fırsat olarak görüyor.

Doha'daki başarısız girişim tam anlamıyla bir başarısızlık değildi; zira direniş değil, liderler halen var olduğundan, liderlerin peşini bırakmama politikasına kendi damgasını vurdu. İkisi arasındaki mantık dengesizliği, İsrail'in şiddetini artırıyor.

Tarihsel olarak, dünyanın bir bölgesindeki güç dengesinde büyük değişime yol açan bu endişe verici durumun varlığı, işgalci ulusların kapasitelerini aşan stratejik bir genişleme olduğu için işgal sonucunda yaşadıkları zayıflıktan yararlanan daha zeki, kurnaz ve güçlü bir karşı ittifakın ortaya çıkmasını teşvik etmiştir. Nitekim Fransız Devrimi'nin ivmesini, neden olduğu kaosu, fikri ve siyasi bölünmeleri kullanan Napolyon’a karşı böyle bir ittifak kurulmuştu. Napolyon’un aptallığı onu Moskova'ya kadar gitmeye sevk etmişti ve ardından Fransa'yı gerçek hacmine geri döndürmek için “Viyana Kongresi” veya “Kutsal İttifak” kuruldu, böylece Fransa ancak ve ancak o zaman Avrupa kıtasının bir parçası oldu. Aynı hikaye, İmparatorluk Almanyası ile Nazi Almanyası'na karşı yürütülen iki dünya savaşında da yaşandı ve tarihin bildiği gibi, denge sağlandığında savaş sona erdi.

Arap ülkeleri, özellikle de İsrail ile barış yapanlar, 1947 tarihli Taksim Kararı ile sınırları belirlenmiş bir devlet ve halk olarak İsrail ile Netanyahu, Gvir, Smotrich ve hem İsrail içinde hem de dışında adalet ve insanlık için mücadele eden herkese karşı duran benzerlerinin hayalleri doğrultusunda “büyük” olmayı, Ortadoğu bölgesini şekillendirmeyi hedefleyen emperyal İsrail arasında ayrım yapmalıdır.

Her biri kendi ülkesinde, çağdaş tarihin en büyük kültürel rönesansını gerçekleştiren Arap liderler, bu yapıyı yalnızca radikallerden, şarlatanlardan, köktendincilerden ve Filistin devleti de dahil olmak üzere ulus-devleti baltalamaya çalışan milis gruplardan değil, aynı zamanda bunların İsrail'deki benzerlerinden de korumak için çaba göstermelidir.