“Umutsuzluğun öte tarafında umut parlar” Fransız filozof Jean-Paul Sartre'ın (1905-1980) bilinen en ünlü sözlerinden biridir. Bu söz, umudun genellikle umutsuzluk anlarında ortaya çıktığı ve gerçekleştiği anlamına gelir; çünkü karanlık her zaman şafaktan önce gelir ve her şeyin mümkün olduğuna inanmak, insanları ciddi çaba göstermeye motive eden şeydir.
Peki, Gazze'de en kötü insani felaketlerden birinin yaşandığı iki yıllık tam karanlığın ardından Ortadoğu bir umut ışığının eşiğinde mi?
Yeni gerçeklik karşısında katıksız bir iyimserliğe veya acı verici kötümserliğe kapılmadan, bazıları yapısal olarak kırılgan veya önemli riskler taşıdığını düşünse de Gazze anlaşmasının işgalin etkilerinin karanlığını dağıtan bir ışık huzmesi olduğunu söyleyebiliriz.
Son iki yılın olayları, araştırmak, incelemek ve öğrenmek için üzerinde uzun uzun durmayı gerektiriyor. Olayların gidişatının gözden geçirilmesi belki de tüm bölgenin geleceğine fayda sağlayacaktır.
Başlangıç olarak, elbette, Ortadoğu ve Arap dünyasının gördüğü en faydalı ve yüce sahne; önemli meseleleri başkalarının değil, önce bizim gündeme getirmemiz gerektiğini hatırlatan Arap dayanışması sahnesidir.
Bu sefer Araplar, bağımsız bir Filistin devletinin var olma hakkını yüksek sesle ve değerli bir şekilde savunan, öncü olarak kabul edilen Suudi Arabistan Krallığı'nın çabalarıyla haklı davalarının sesini duyurmayı başardılar. Suudi Arabistan’ın bu çabaları, yerinden etme ve toprak sahiplerinin tarihi haklarını kaybetmeleri gibi tüm fikirleri reddeden, pervasız duygusal tepkilere kapılmadan kaba kuvvet mantığına karşı çıkan kararlı ve kati Mısır duruşuyla tamamlandı.
Kahire'den Riyad'a ve Amman’dan çoğu Arap başkentine kadar Araplar, seksen yıldır haksızlıklara maruz kalan bir davanın adilliğini ve haklılığını göstermeyi başardılar. Şarm el-Şeyh bir başlangıç noktası oldu.
Şarm el-Şeyh'te yaşananlar, hayatın artık rahat ve müreffeh hale geldiği anlamına gelmiyor. Anlaşmanın sonraki aşamalarına dair korkular var. Ancak, bir dereceye kadar nesnel ve rasyonel bir iyimserlikle bile, dikkate değer heyecan verici gelişmelerin yaşandığı aşikar.
Bu noktaya ulaşmada haklı olarak büyük ve motive edici bir rol oynayan ABD Başkanı Donald Trump'ın tutumuyla başlayalım.
Bazıları bunun Trump'ın pragmatik bir tutumu olduğunu söylüyor. Durum ne olursa olsun bu tutumun, Gazzelilere yönelik günlük katliamları ve topraklarının adım adım ellerinden alınmasını durdurması bile yeterli. Zira Başkan Dwight Eisenhower'dan (1890-1969) bu yana dünya, İsrail'i iradesi dışında siyasi yollara itebilen ve Binyamin Netanyahu gibi barış duygusundan yoksun bir adamı, daha fazla Amerikan ve uluslararası destek sağlanırsa barışa kapı açabilecek bir anlaşmayı kabul etmeye zorlayan bir ABD başkanına tanıklık etmemiş olabilir.
Son birkaç saatte üzerinde düşünülmesi gereken sahnelerden biri de Arap-İslam dayanışmasının bir kez daha geri dönüşüydü. Endonezya ve Pakistan bu sahnede aktif ve etkili bir rol oynadı. Pakistan Başbakanı Sayın Muhammed Şahbaz'ın açıklamalarına kısaca bir göz atmak, hayati ve etkili bir dayanışmanın yeniden su yüzüne çıktığını teyit etmek için yeterli.
Avrupa varlığına gelince, Akdeniz'e kıyısı olan ülkelerin -Arapların bir zamanlar adlandırdığı gibi Büyük Deniz’in ülkelerinin- öncü rolünü oynadığı söylenebilir. Dahası İngiltere Başbakanı Keir Starmer'ın açıklamaları, Londra'nın asli günahının kefaretini ödemeyi düşündüğünü ve Gazze Şeridi'nde güvenlik ve düzeni yeniden sağlamaya katkıda bulunarak bu uğursuz vaadi tartıştığını gösteriyor. Zira Gazze Şeridi “kendi içinde bölünen bir ev yıkılır” ilkesi göz ardı edilerek, bilmezden gelinerek, mantıktan tamamen uzak bir biçimde iç çatışmalara sahne oluyor.
Dikkat etmeye ve üzerinde düşünmeye değer bir diğer sahne ise Başkan Trump'ın İsrail Knesset'indeki konuşmasıydı. Adam kraldan daha kralcı görünüyordu, fakat bu bilinen ve alışıldık bir durum olsa da madalyonun diğer yüzü, başta Pew Araştırma Merkezi olmak üzere, Amerika Birleşik Devletleri'ndeki güvenilir araştırma merkezlerinin verilerinde açıkça görülüyor. İsrail'e verilen destek, özellikle genç nesiller arasında, ABD-İsrail ilişkilerinin geleceğini endişelendirecek şekilde gerilemiş gibi görünüyor.
Bir kez daha soruyoruz: Uluslararası düzeydeki jeopolitik değişimler, Filistin Ulusal Otoritesi Başkanı Mahmud Abbas'a BM Genel Kurulu'na katılım vizesi vermeyi reddeden bir yönetimden, Şarm el-Şeyh'te Abbas ile poz veren bir Başkan’a geçiş yapacak kadar Beyaz Saray'ı tutumunu değiştirmeye mi itiyor?
Belki de mesele “Antonio Gramsci’nin canavarları” ve uluslararası sahnenin sonuçlarıyla bağlantılıdır. Devam edeceğiz…