Stockholm'deki Karolinska Enstitüsü'nden Profesör Jonas Frisén, bedenlerimizin her gün değiştiği sonucuna varmış. Bir yetişkinin neredeyse vücudunun tamamı 7 ila 10 yılda bir değişiyor. Cilt hücreleri yaklaşık iki haftada bir yenileniyor. Kırmızı kan hücrelerinin ömrü yaklaşık dört ay. Karaciğer hücreleriyse 300 ila 500 gün arasında yaşıyor.
Muhtemelen bedenlerimizdeki bu değişiklikleri fark etmiyoruz çünkü bedenlerimizi oluşturan yüz milyonlarca hücre hakkında çok az şey biliyoruz. Bu nedenle, hiçbirinin ölümünü fark etmiyoruz, ancak yaşadığımız dünyanın sürekli değiştiğini kesinlikle fark ediyoruz. Bu dünyaya dair anlayışımız da değişiyor. Hafızalarımızda bazı şeyler ölüyor ve yerini başkaları alır; tanıştığımız insanlar, yaşadığımız deneyimler, edindiğimiz bilgiler, yaşadığımız üzüntü ve sevinç dolu saatler.
Kimlik meselesini düşünen birçok kişi tam olarak bu noktadan, basit bir sorudan yola çıkmışlardır: Kimliğin sürekliliğine dair bu derin duygunun ardındaki sır nedir? Çocukluğumda tanıdığım benlik, bugün tanıdığım benliktir ve hayatımın sonuna kadar benimle kalacaktır. Bu, yaşam boyunca sürekli değişen kişiliğimin aslında ikili bir özü, yani iki kimliği veya tanımlama düzeyini içerdiğinin ilk göstergesidir. İlk kimlik, adımı, rengimi, cinsiyetimi ve ailemi ilk öğrendiğim andan hayatımın sonuna kadar bana eşlik eder. Bu unsurlar, kendimi nasıl gördüğümü ve başkalarının beni nasıl gördüğünü derinden etkiler. Diğer kimlik veya diğer düzey ise daha sonra tanıştığım insanlarla, çevremdeki doğayla, kendim ve dünyam hakkındaki düşüncelerim veya onunla olan etkileşimim yoluyla edindiğim kimliktir.
“Ben kimim?” sorusu, bir kişinin fiziksel varlığına, örneğin erkek veya kadın, genç veya yaşlı olmasına atıfta bulunabilir, ancak bu tanımlamalar özünde önemli değildir. Değerleri, etkileşimde bulunduğumuz insanların gözünde taşıdıkları anlamlara bağlı olarak artar veya azalır, buna “kamuoyu” diyoruz. Bu nedenle, bir kişinin sosyal çevresini ve bu çevrenin kimliğinin her bir bileşenine yüklediği değerleri anlamamız gerekiyor. Örneğin, kadınlara yönelik sosyal tutumu anlamamız gerekiyor. Afgan toplumu ve birçok geleneksel kırsal toplumda, bir kadının evinin dışında makul bir yaşam sürmesine izin verilmez. Örneğin, Almanya'da ise bir kadın cumhurbaşkanı olabilir. Bu, iki farklı kültürdeki cinsiyet farklılıklarının önemine ve bunun sonucunda şu veya bu ülkede erkek ve kadınlara karşı davranışlarda ortaya çıkan radikal farklılıklara işaret ediyor. Aynı durum, ağırlıklı olarak siyahi bir toplumda beyaz bir kişi veya beyaz bir toplumda siyahi bir kişi için de geçerlidir. Ten rengindeki farklılık, birey ile grup arasındaki ilişkide ve dolayısıyla bireyin grup içindeki yeri ve beklentilerinde farklılıklara yol açar. Bu ilişki, bir kişinin kendisine ve sosyal çevresine yönelik anlayışını şekillendirmeye katkıda bulunur. Ayrıca, bir kişinin kendisini bu çevreye nasıl sunduğunu da etkiler.
Yukarıdaki örnek, kişisel kimliğin oluşumunu etkileyen değerlerin belirlenmesinde “diğerlerinin” rolünü açıklıyor. Daha sonra, her birimizin, büyük ölçüde etkileşimde bulunduğumuz sosyal çevrenin dayattığı sınırlar tarafından şekillendirilen kimliğimizi oluşturmada rol oynadığımızı fark edeceğiz. Örneğin, inandığım dini inancı, konuştuğum dili düşünün; bunlar düşünce tarzımı ve tutumlarımı derinden etkiler. Benzer şekilde, giyim tarzım, yaşam biçimim ve insanlarla etkileşimim -kısacası ne yapıp ne yapamayacağımı tanımlayan normlar ve sistemler- çevremdeki insanlardan etkilenir. Bireyin eylemleri ve tepkileri ile çevrenin tepkilerine bağlı olarak, bireyin sosyal sistem içindeki konumu, başkalarıyla olan ilişkilerini yöneten normlarca belirlenir.