Fransa’da 1905 yılında kabul edilen laiklik yasasına yönelik önerilen değişiklikler, entelektüeller ve İslami kurumlar arasında tartışmalara neden oluyor. Bir grup düşünür, laiklik yasasıyla ilgili değişikliğin laikliğe aykırı olmayıp laikliği desteklediğini düşünüyor. Böyle düşünenler, yaklaşık 113 yıllık bir sürenin ardından laiklik yasasında değişiklik yapılabileceğini belirtiyor. O dönemde Müslüman getto, Fransız toplumunda mevcut değildi. Diğer grup ise bu değişikliğin Fransız toplumunun yararına laik bir sisteme ulaşmak için girdiği mücadeleye aykırı olduğunu belirterek yasaya karşı çıkıyor. Hükümet, laiklik yasasına ilişkin sözde değişiklikleri medyaya sızdırdı.
Bu değişiklikler 3 maddede özetlenebilir:
- Tüm ibadet yerlerini kapsayacak şekilde dini derneklerin çoğaltılması
- Dini ve kültürü birbirinden ayırmak için dini derneklerin standartlarının belirlenmesi
- Özellikle dış kaynaklı finansal gelirlerin sıkı bir şekilde denetlenmesi
Bu değişiklikler, Müslümanların yararına olduğu için Müslümanları bir endişe kapladı. Bu tarihi değişikliğin sebebi Müslümanlar olduğundan dolayı Fransızlar, Müslümanları zor duruma sokacak. Gelir denetleme maddesine rağmen bu maddeleri yorumlayanlara göre bu tarihi değişiklik, İslami derneklerin yatırım yapmasına olanak tanıyor. Bu da fikri ve toplumsal düzlemde büyük problemlere yol açacaktır. Müslümanların büyük çoğunluğu, hatta Avrupa, ABD ve Kanada’da yaşayan Müslümanlar, laikliğe karşı çıkarak laiklikle mücadele ediyor. Gilles Kepel, François Burgat, Alain Gresh ve Olivier Roy gibi düşünürler, toplumsal oluşuma dönüştüklerinden dolayı Müslümanları savunmalarına rağmen bu durum, sorunları daha da artırmaktadır. Dolayısıyla Müslümanlar, hegemonya bağlamından bağımsız olarak değerlendirilebilir. Ali Harb ve Adonis, buna tamamen itiraz ederken Arkoun, liberalizmle uyumlu olması ve din araştırmalarıyla uzlaşması için laikliğin geliştirilmesini istiyor. Arkoun, bunu “İslam, Avrupa ve Batı: Karşılaştırmalı Din Araştırmalarıyla Uzlaşma” adlı lise kitabında dile getiriyor. Arkoun, bu konuda düşünürler ve din adamlarıyla uzun bir tartışmaya girdi.
Kolombiya Üniversitesi’nden Sydney Morgenbesser Felsefe Profesörü Akeel Bilgrami, “Seküler Batı’nın Ötesinde (Beyond the Secular West)” adlı kitabında -ki birçok düşünür, Akeel Bilgrami’nin görüşlerine katılıyor- Hıristiyanlığın yaygın olmadığı Çin, Hindistan ve Ortadoğu gibi ülkelerde laikliğin doğasını, Afrika’daki yerel dini kültürlerin nasıl uyumlu olduğunu ve modern sekülerizmin ne kadar geliştiğini araştırıyor. Bu kitapta iki özellik ön plana çıkıyor. Her şeyden önce bu kitap, filozof Charles Taylor’un laiklikle ilgili araştırmalarının bir uzantısıdır. Taylor, bu araştırmalar üzerinden Alman filozof Jürgen Habermas’la tartışmalara girdi. Bu kitabın diğer bir özelliği ise şudur: Bu kitapta Taylor’un “Latin Hıristiyan dünyanın dışında seküler çağ” başlıklı araştırması yer alıyor. Belki de kitabın sunduğu bu süreç, bizi Taylor’un temel tezini yeniden gözden geçirmeye sevk etmektedir.
Taylor; Judith Butler, Jurgen Habermas ve Cornel West ile ortak kaleme aldığı “Kamusal Alanda Dinin Gücü” adlı kitapta “Neden sekülerizmin köklü tanımına ihtiyaç duyuyoruz?” şeklinde bir soru sordu. Bu kitapta, modern demokrasilerin laik olması gerektiği, bu terimde bir tür etnik merkeziyetçilik şeklinde bir sorun olabileceği ve Batı’da bile bu terimin şeffaflığa ihtiyaç duyduğu dile getiriliyor. Laiklik, çoğulcu topluma ihtiyaç duymaktadır.Laiklikte tarafsızlığın ya da ilkesel mesafenin olması gerekiyor. “İlkesel mesafe” terimi Hint sekülerizminde uzman ve “Seküler Batı’nın Ötesinde” adlı kitaba katkıda bulunan Rajeev Bhargava’ya aittir. Fakat Taylor, laikliğin “dinin devletten ayrılması” şeklinde yüzeysel tanımlanması ya da belirli bir anayasayla ilişkilendirilmesi gibi araçsal sekülerizme karşı çıkıyor.
Taylor, laikliğin 3 kurala göre tamamlanacağını söylüyor:
- Din konusunda zorlamaya yer verilmemeli
- İnsanlar, inanç konusunda eşit olmalı
- Tüm manevi aileler, kendilerini dinleyecek birilerini bulma hakkına sahiptir
Taylor, Alman ve Fransız sekülerizmi arasındaki farka başörtüsüyle örnek veriyor. Başörtüsü, Fransa’da tamamen Almanya’da ise kısmen yasaktır. (Almanya’da başörtüsü, öğretmenlere değil sadece kız öğrencilere yasak.) İngiltere’de bu yasağı belirleme özgürlüğü okullara bırakıldı. Bu anlaşmazlık, temel inançlar arasındaki eşitliğin farklı şekillerde yorumlanmasından kaynaklanmaktadır. Habermas, seküler akla öncelik vererek seküler akıl ile dini düşünce arasında bilişsel bir farkın olmasını istiyor. Habermas, meşru demokrasinin kurulması ya da siyasi etiğin belirlenmesi için standart sonuçlara ulaşma konusunda seküler aklın yeterli olacağını düşünüyor.
Sonuç olarak Fransa’da ortaya çıkan tartışma, hakkaniyet ölçüsünden kaynaklanmaktadır. Ki adalet, John Rawls’un “Hakkaniyet Olarak Adalet” adlı kitabında toplumsal sözleşmeye getirdiği devrimsel yeniliğin bir parçasıdır. “Hakkaniyet Olarak Adalet” teorisini; “Toplumsal farklılıklar, ya toplumda azınlığın yararına ya da eşit ve adil fırsatlar çerçevesinde herkesin yararına olacak şekilde düzenlenir” şeklinde açıklayabiliriz. Tabi Rawls’un nazariyesi, metafiziksel, çıkarcı ya da ahlak belirleyici bir teori olmayıp siyaset merkezli bir teoridir…
TT
Fransız sekülerizmi ve tarihi değişiklik
Daha fazla makale YAZARLAR
لم تشترك بعد
انشئ حساباً خاصاً بك لتحصل على أخبار مخصصة لك ولتتمتع بخاصية حفظ المقالات وتتلقى نشراتنا البريدية المتنوعة