Fahd Süleyman Şukeyran
Suudi Arabistanlı araştırmacı yazar
TT

Fıkıh ve dünyevi yaşam…

Kamusal alandaki dünyevi faaliyetlerden dolayı bazılarımızın yaşadığı kaygı, en başta fıkıh ve ahkâm sahasında çalışanlar olmak üzere işin uzmanları tarafından ayrıntılı araştırmalar yapılmasını gerekli kılmaktadır. Dünyevi ve sivil seçeneklerin harekete geçirilmesine dair korkular ve takıntılar, yüzyıllar boyunca Müslümanların düşünce yapısını etkilemiştir.
Sanki din, dünyevi zevkler ve dünya hayatında yürütülen aktivitelere karşıymış gibi bir tasavvur ortaya çıkmıştır. Bu kuruntu, herhangi bir dünyevi aktiviteye şüphe ile yaklaşılmasının ve haram kılınmasının kökenini oluşturdu. Araştırmacı ve fıkıhçının zihni güçlü, cesur, berrak, korkusuz ve telaşsız olduğunda, araçları ve kullandığı yöntemleri ile fıkıh hem gelişiyor hem de insanlara doğru bir rehberlik yapıyor.
Dinler sadece azimetleri (Dini bir hükmü tavizsiz olarak yerine getirme) esas almamıştır. Ruhsatları da (Dini bir hükmü tavizsiz olarak yerine getirmek mümkün olmadığında uygulanabilir hale getirme) beraberinde getirmiştir. Ancak verilmiş fıkhi hükümlere baktığımızda, çoğunluğunun azimet üzerinden verildiğini görürüz -ki genelde hüküm haram olarak sadır olur- zira fetva veren kimse kendisini bu şekilde daha rahat hissetmektedir.
Bu çarpık tavır, Şeriat'ın temel ilkelerine ve onun büyük amaçlarına aykırıdır. Dünyevi yaşamda haram kılındığına dair güçlü bir delil olmayan her şey mübahtır ve bir Müslüman bundan keyiflice faydalanabilir. Bu Yüce Allah’ın kullarına bir ihsanıdır. Bunu reddetmek Şeriat'a karşı çıkmak, fıkhı işlevsiz kılmak, dinin gücünü zayıflatmaktır.
Bu sorunun çözümü kolay olmayacaktır, korkunç çarpıklığı gidermeye katkıda bulunabilecek etkili dini kurumlara ihtiyaç var. Dini fetva vermede yaşanan bu takıntı ve korkular, İslam’ın temel ilkelerini ve onun büyük amaçlarını bilmemekten kaynaklanmaktadır.
İki şahsın, fıkhı ideolojik saplantılardan temizleyip büyük bir ıslah gerçekleştirebileceğine düşünüyorum: İlki Şeyh Abdullah bin Beyye’dir. Kendisi Şeriat ve Fıkıf Usulüne hâkim, fetva vermede titiz, Müslümanların dinle olan ilişkilerinde tecdidi önemseyen bir din âlimidir. Aydınlatıcı konuşmalarını takip eden birisi, büyük bir zihin, fıkıh üzerine çalışmalar yaptığında, fıkhın her açıdan nasıl işlevsel hale geldiğini öğrenmiş olur. Sulh ve barış ortamını sağlama konusundaki çalışmaları dikkat çekicidir.
Birleşik Arap Emirlikleri de (BAE) öldürme, kuruntular ve ölüm formüllerinden ziyade hoşgörü ve barışa dair değerlerini kazandırmaya gayret ediyor. Buna paralel söylemleri dillendiren diğer bir âlim ise Muhammed İsa’dır. Farklı dinlere mensup din adamları arasında diyalog çalışmaları yürütüyor ve bu konuda gerçekten de muhteşem işler çıkartıyor. Keskin görüşlerin yenilgiye uğraması gerektiğini, zira bu türden düşüncelerin ancak şeytanın dürtüleri olabileceğini, zinhar ortadan kaldırılması gerektiğini sürekli dillendirmektedir.
Söylemleri İslam’ın temel ilkelerine dayandığı için sağlam ve tutarlıdır. Din ve dünya arasındaki ilişkiyi tesis etmede itidalli bir tavır benimsemektedir. Bugün Müslümanların ihtiyaç duyduğu şey de budur.
Bazılarının Şeriat'a yaptıkları en büyük kötülük, kişiyi yaşadığı kentte renkli bir yaşamdan mahrum bırakmak onu tekdüze bir yaşama mahkûm etmektir. Buna Karafi, Cüveyni ve Şatıbi gibi büyük fıkıh âlimleri karşı çıkmışlardır.
Şatıbi’nin makâsıd nazariyesini inceleyen Abdulmecid es-Sağir şu önemli analizi yapar:
”Kişinin bu dünyada keyifli ve renkli bir yaşam sürmesi gerektiğine inanan Şatıbi, öncelikle mubah konusunu ele almıştır. mübah konusuna diğer teklifi hükümlerden daha fazla önem atfetmiş, özgün bir teori ortaya koymuştur. Dini hükümlerin genel amaçlarını, niteliklerini, dayandıkları temelleri bilmenin önemine vurgu yapmıştır. “Eşya da aslolan ibaha (mübah)” ise kısıtlayıcı hükümler koyarken bu kural esas olmalı, dinin temel gayeleri dikkate alınmalıdır.
Şâtıbi bu konuya ele alırken, tasavvuf çevrelerinin düştüğü bir yanlışlığı düzelterek başlar. Ona göre mübahın ‘yapma’ veya ‘terk etme’ şeklindeki iki yönü dini açıdan eşittir ve kişi istediğini yapma konusunda serbesttir. Dolayısıyla onu terk eden kimsenin İtaatinden söz etmek mümkün değildir. Zira itaat ancak taleple birlikte düşünülebilir. Ancak tasavvufi çevreler mübahı neredeyse mekruh ve haram kategorisine dâhil etmişler ve kaçınılması gereken! bir hükme dönüştürmüşlerdir.
Hâlbuki mübah; İşlenmesi ve terk edilmesi arasında kişinin muhayyer bırakıldığı şeydir.” (El-Fikrü’l-Usuli, s. 534)
Şu anki sorunumuz, sağlıklı bir nazariye ortaya koyamamaktır. Dini kurumlar arasında işbirliğine ihtiyacımız var. BAE, Suudi Arabistan ve Mısır'daki dini kurumlar arasında dinamik bir işbirliği ortaya konulmalıdır. Ezher Müftüsü’nün Suudi Arabistan’ı ziyareti ve oranın müftüsü ile buluşması, Din İşleri Bakanı ile yaptığı görüşme son derece önemlidir. Birey ile onun dünyası arasındaki ilişkideki tarihi çarpıklık, dünyevi problemler ile fıkıh arasındaki kopukluk, belki de bu şekilde düzeltilebilir. Bu problemler esasında sonradan ihdas edilmiş problemler olup, tarihsel bir arka plana sahiptir. Sağlam ve tutarlı bir nazariye ile bunlar aşılabilir. Ancak öncellikle fıkhın sağlam esaslar üzerine kurulması ve sınıflandırılması gerekir.
Müslümanlar ile dünya arasındaki kaygının giderilmesi görevi, geleneksel algıları değiştirmekten korkmayan cesur âlimlerin varlığını gerektirir. Kişinin yaptığı tüm tercihlerde esas olan mübah kavramı, yeniden ele alınıp sağlıklı bir kurama dönüştürülmelidir.