Fahd Süleyman Şukeyran
Suudi Arabistanlı araştırmacı yazar
TT

Kanuni Sultan Süleyman’dan I. Fransuva’ya

Türkiye ve Fransa arasındaki gergin ilişkilerin doruk noktaya ulaştığı bir dönemde Erdoğan, Kanuni Sultan Süleyman’ın Şubat 1526’da I. Fransuva’ya gönderdiği mektubun bir nüshasını Fransız mevkidaşı Sarkozy’e hediye etti.
“Dünya Düzeni” adlı büyük ansiklopedik kitabında Henry Kissinger’in analiziyle mektubu okuyalım:
“1526 yılında Fransa, güneyde İspanya’da Habsburg güçleri ve doğuda Habsburg Hanedanı’na bağlı Kutsal-Roma İmparatorluğu tarafından kuşatıldığı zaman Osmanlı Sultanı Kanuni Sultan Süleyman’la askeri bir ittifak yapma önerisinde bulundu. Sultan Süleyman, Fransa Kralı I. Fransuva’ya küçük bir ortak şeklinde muamele ederek Fransa’nın önerisine karşılık verdi. Sultan Süleyman, eşit bir şekilde ittifak yapılmasını kabul etmedi.”
Sultan Süleyman, mektupta müttefiki I. Fransuva’ya küçük düşürücü bir şekilde hitap etti:
“Ben ki sultanlar sultanı, hakanlar hakanı, hükümdarlara taç veren Allah’ın yeryüzündeki gölgesi, Akdeniz’in, Karadeniz’in ve Karaman’ın sultanı… Sen ki Fransa vilayetinin kralı Fransuva’sın. Hükümdarların sığındığı kapıma mektup gönderip kurtuluşunuz konusunda bizden yardım talep ediyorsun. Gönlünüzü hoş tutup üzülmeyesiniz. Böyle bir durumda atalarımız düşmanları mağlup etmek ve ülkeler fethetmek için seferden geri kalmamışlardır. Gece gündüz daima atımız eyerlenmiş ve kılıcımız belimizde kuşatılmıştır.”
Erdoğan, bu mektubu Sarkozy’e hediye ettiği zaman alaylı bir şekilde, “Belliki okumamış” dedi.
Türkiye, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Batı bloğuna yakın kalmaya devam etti. Bölgesel emelleri bazen zayıflayıp bazen artarken, Batı’daki varlığını daha fazla pekiştirmek için ABD ve İsrail’le ittifaklar yaptı. Fakat Kissinger, Türkiye’nin ağırlığıyla ilgili olarak şunu söylüyor: “Avrupa’daki dengeli eşitlik gerçekleştiği zaman bu ağırlık, tam bir ortak olarak dikkate alınmamalı.”
Türkiye, güneye, özellikle de Körfez bölgesine yönelik emelleri konusunda tarihi bir geçmişe sahip. Adalet ve Kalkınma Partisi’nden önce ilişkiler, Turgut Özal döneminde (1989-1993) gelişip Türkiye’nin Körfez Savaşı’na girmesiyle zirveye ulaşmasına rağmen, “muhafazakâr” Türkiye’nin Körfez’in jeostratejik öneminden bahsetmesiyle dönüşümler başladı. İşte burada köklü bir değişim meydana geldi.
Avni el-Sebavi ve Abdülcebbar el-Naimi, bu konuda Birleşik Arap Emirlikleri Stratejik Araştırmalar ve İncelemeler Merkezi’ne güzel bir çalışma sundu. Sebavi ve Naimi, çalışmalarında şu sonuca ulaştı: “Türkiye, Filipinler’le Sahraaltı Afrika arasındaki yolu kontrol ettiğinden dolayı bölgeye ilgi duyuyor. Bölge, önde gelen uluslararası stratejistlerin düşüncelerinde ortak paydayı oluşturuyor. Bu bölge, Umman ve Basra körfezleriyle birlikte Hint Okyanusu’nun bir deniz koludur. Umman ve Basra körfezleri arasında ise Hürmüz Boğazı yer almaktadır. Bölge, Asya ve Afrika arasındaki ulaşım yollarının buluşma noktasını temsil ediyor ve petrol taşımacılığında en önemli uluslararası boğazları kontrol ediyor.” Bundan dolayı Türkiye, siyasi ve ideolojik olarak bu hususların farkında.
Örneğin, Hürriyet Daily News gazetesi yazarlarından Barçın Yinanç, Türkiye’nin Ortadoğu’da bölgesel bir rol oynamaya devam edeceğini ve bölgede ABD’den sonra ikinci oyuncu olmayı istediğini söylüyor.
Türkiye, genişlemeci politikalarından, Osmanlı hayalini canlandırmaktan ve sultanlık lakaplarına heves etmesinden dolayı ağır darbeler aldı. Türkiye’de şiddetli bir ekonomik kriz var. Türkiye, bölgede ılımlı çevreyle buluşamadı. Türkiye, geniş çaplı medya platformları aracılığıyla Mısır’a ya da Müslüman Kardeşler karşıtı Körfez ülkelerine karşı gizliden ve Suriye’de açıktan yaptığı gibi faydalı savaşlara girmedi. Türkiye, uzun süreden beri girdiği savaşların çoğunu kaybetti.
Türk üniversitelerinde yapılan istatistiklere göre Türkiye içerisinde dış politikaya yönelik tedirginlik giderek artıyor.
Türkiye, su konusunda Körfez İşbirliği Konseyi (KİK) ülkeleriyle anlaşmalar yapmak için sunduğu cazip tekliflere rağmen Körfez’in modern tarihi boyunca bölgede sağlam bir yer edinemedi. Fakat bu anlaşmalar, Türkiye’yi Avrupa Birliği ülkelerine yönelik olduğu gibi KİK için de stratejik değil önleyici bir ağırlığa dönüştürecek şekilde ertelendi.
Türkiye, Katar’ın askeri bakımdan iflas ettiğini keşfettiği zaman kapının açık olduğunu fark etti. Komşu ülkelerin hedef alacağıyla ilgili kuruntulara inandıkları zaman Katarlı yetkililerin artan işgal hastalığı, Türkler tarafından istismar edildi.
İşgal hastalığı, Katar’ın Kanuni Sultan Süleyman’ın Kral I. Fransuva’ya gönderdiği mektubu hatırlatan anlaşmayı kabul etmesiyle zirveye ulaştı. Bu anlaşmayı İsveç merkezli Nordic Monitor sitesi yayınladı. Anlaşma metninde “Türk askerleri, Katar hukukuna ve yargı sistemine bağlı kalamaz. Türk askerlerinden birisi herhangi bir ihlalde bulunduğu ya da suç işlediği zaman buna Türk yargısı bakacaktır” ifadesi yer aldı. Bu anlaşma, Türk askerini Katar devleti içerisindeki tüm yetkililerden üstün tutuyor.
Hiç şüphesiz Cumhurbaşkanı Erdoğan, Kanuni Sultan Süleyman’ın I. Fransuva’ya “Atımız eyerlenmiş ve kılıcımız belimizde kuşatılmıştır” dediği gibi Katarlılara taahhütte bulundu. Fakat Erdoğan, Sarkozy hakkında söylediği “Belliki okumamış”  ifadesini de anlaşmanın bir tarafında söylemiş olabilir.