Dilaver Demirağ
Araştırmacı-Yazar ve doğa korumacı aktivist
TT

Büyük resim, küçük resim

Hayatımızda önem verdiğimiz şeyler arasında doğal dünyanın yok oluşu son sırada yer alıyor, ama aslında o hayatımıza olan etkileri bakımından her şeyden çok daha önemli ve çok daha hayati bir mesele bu.
Ülke olarak çok okuyan, çok araştıran ve algı olarak da dünyaya çok açık olmayan, daha çok işinde gücünde ve gündelik siyasetin dalgalanmalarını dünyada olup biten birçok şeyden daha önemli gören bir yapımız var. Oysa mesela çokça ilgi duyduğumuz siyasetten çok daha önemli meseleler var. Belki etkilerini şu an hissetmiyor olabiliriz ama bize olan etkisi çokça ilgi duyduğumuz gündelik siyasetten, tuttuğumuz siyasi partinin ya da takımın galip ya da mağlup olmasından çok daha fazla olacak. Mesela çokça konuşulan iklim değişiminin hayatımıza doğrudan yansıyan etkilerini belki şu an belirgin olarak hissetmiyoruz ama bizim için siyasetten çok daha hayati. Neden mi?
Bilim insanları dağ buzullarının hızla eridiği yönünde raporlar düzenliyor ve yabancı basında bununla ilgili çok sayıda haber de yer alıyor.  Ve ne yazık ki gelen haberler hiç iç açıcı değil. Dünya Buzullarını İzleme Servisi’nden gelen bilgilere göre dünyadaki buzullar (deniz ve kara) iklim değişimi ve artan sıcaklıklar nedeni ile hızla eriyor. 1980 yılından bu yana dünyadaki buzulların kalınlığında 20 metrelik bir azalma söz konusu. Dünyanın Grönland ve Antarktika'daki büyük buz tabakaları hariç, yaklaşık 150.000 buzulu, dünya yüzeyinin yaklaşık 200.000 mil karesini kapsıyor. Son kırk yılda, 70 fit (21.336 metre) kalınlığında bir buz tabakasının eşdeğerini kaybettiler. Bunların çoğu da çekilmeye, erimeye devam ediyor.[1] 
İşin kötü tarafı iklim değişimine yol açtığı belirtilen karbon, metan vb gazlar hemen keskin bir şekilde azaltılacak olsa bile, dünyadaki buzulları küçültmeye devam etmek için yeterince ısınma var.
Buz yoksa su da yok
Diyeceksiniz ki bana ne himalayalardan, ya da bir başka coğrafyadaki buzulların erimesinden. Hatta buzulların erimesi neden benim için çok önemli olsun ki. Desteklediğim siyasi parti kazanır da iktidar olursa bu doğrudan ekonomik bir takım sonuçlar yaratacak, belki işsizlik azalacak, mutfaklarımızda süregelen pahalılık son bulacak. Tüm bu söylenenlerin olup olmayacağından çok emin olmadığım gibi, bütün sorunların mevcut siyasi partiler arasındaki iktidar tahterevallisi ile çözülüp çözülmeyeceği de bir başka konu.
Ama bildiğim ve emin olduğum bir tek şey bu dağ buzulları bizde de eriyor. Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi (YYÜ) Fen-Edebiyat Fakültesi Coğrafya Bölümü Başkanı Prof. Dr. Ali Fuat Doğu, yaptıkları araştırmalar sonucunda, Türkiye’deki buzulların son 10 yılda ortalama 50 metre eridiğini tespit ettiklerini söyledi.
Onların erimesi demek şu an gıdamızı ve içme suyumuzu temin ettiğimiz birçok nehrin kuruması demek. Zaten su kaynakları bakımından çok zengin bir ülke değiliz. Dahası suyu çok hatalı politikalar ile adeta heba ediyoruz. Üstelik bu kısıtlı miktardaki suyu şehirler yani bir şehir ahalisi, sanayi ve tarım ortak kullanıyor ve hepsinde de suya olan talep düşüyor.
Hele de kar yağışının ortadan kalktığını, yağmurların artık çok az yağdığını düşünün o zaman tam bir felaket. Susuz kalmak desteklediğimiz siyasi partinin ya da destekçisi olduğumuz siyasi görüşün iktidar olup olmamasından daha hayati olsa gerek. Susuz kalmanın yanında bir de gıda alamamak, hatta aç kalmak var. Hâsılı dağ buzulları aslında büyük resmi görürseniz siyasi çekişmelerden çok daha önemli.
Siyasetçiler kısa vadeli bakarak bindiğimiz dalı kesiyor
Bu nedenle siyasilerin kısa vadeli ekonomik beklentiler uğruna yaşadığımız doğal ortamları yok etmesi aslında bindiğimiz dalı kesmek ve çevrecilik denilen şey tam da bu nedenle diğer tüm siyasi meselelerden çok daha önemli.
Ne diyor ayette “Kul eraeytum in asbeha mâukum ġavran femen ye/tîkum bimâ-in ma’în(in)” mealen “De ki: “Söyleyin bakalım: Suyunuz çekiliverse, size kim temiz bir akarsu getirir?” (Mülk: 67)
Binlerce yıl önceden yüce Rabbimiz bu duruma dikkat çekmiş, çekmişte bunu dikkate alan olmamış belli ki. Olsaydı dağ buzullarını korur, yaratıldığı şekilde yeryüzünü hiç kuru bırakmayan Allah’ın verdiği su sistemini bozmaz, daha da önemlisi yeryüzünün doğal dengesini titizlikle korurduk.
Ama bizler sanki yine kitabımızda meleklerin şikâyetine neden olan “yeryüzünde kan döküp bozgunculuk” yapmak için varmışız gibi davranıyoruz.
Hâsılı dağ buzulu eridiğinde yağmurlar daha az yağıp kar hiç yağmaz olduğunda solcu ya da sağcı olmamız hiçbir şey ifade etmeyecek. Çünkü yağmur sağcıya da yağıyor solcuya da, İslamcıya da yağıyor laikçiye de, milliyetçiye de yağıyor enternasyonaliste de, liberale de yağıyor popüliste de, komüniste de yağıyor antikomüniste de, dindara da yağıyor dinsize de. Elbette bu Allah’ın Rahman sıfatının bir tecellisi sonucu oluşuyor.
Dünyanın başına ne gelirse aynısı bizim de başımıza gelecek
Ama diğer yandan şunu da unutmayalım. Eğer bu şekilde fesat çıkartmaya devam edersek dünyanın kılı bile kımıldamaz, ama biz insanlar için hayat çekilmez hale gelir. Susuzluk, açlık, sıcaktan kavrulma. Hâsılı dünyanın başına ne gelirse bilelim ki aynısı bizim de başımıza gelecektir. Çünkü dünya ile insanlar arasında kopmaz bir bağ var.
Tüm bunları felaket tellallığı yapmak, insanları paniğe sürüklemek için filan yazmıyorum. Demek istediğim doğaya eziyet etmeyi bırakalım, siyasetçileri bu konuda sorumlu davranmaya çağıralım ve bunu yapmazlarsa bizim, hatta çocuklarımızın hayatını bu denli önemsemeyen kısa vadeli düşüncelerden dolayı bu siyasetçileri sigaya çekelim.
Kuşkusuz bize de düşen görevler var. Doğaya bir çöp deposu olarak bakmamak, elimizdekilerin değerini bilmek ve bir şey yaparken bunun sonuçları üzerine kafa yormak gibi yapabileceklerimiz var.
Elbette etrafçı diye adlandırdığım bir takım kişiler gibi evimizdeki ampullerin tasarruflu olanıyla değiştirmek, musluktan akan suyu azaltmak, çok su harcayan sifonlu tuvaletler yerine tasarruflu olanları değiştirmek gibi şeylerle bu denli büyük bir sorunun çözüleceğini söylemiyorum. Mesele sadece bizim bunları yapmamızla çözülmeyecek. Konunun çok daha derinlere gömülü yanları var şüphesiz.
Evinde dişini fırçalarken suyu açık bırakan bir ev hanımı ya da küçük çocuğumuzun sarf ettiği su miktarı ile her gün tonlarca suyu israf eden bir sanayi şirketi eşit sorumluluğa sahip değil. Ya da çok uluslu bir şirketin atmosferi kirletmesi ile bir kasabalının yarattığı kirlilik aynı değil. Tüm bunlar üzerine sayfalar dolusu yazılabilir hatta kitaplar üretilebilir ki üretiliyor da.
Ama sonuç olarak tüm bunlar bizim bireysel sorumluluklarımızı yok saymak demek değil. Peygamber efendimizin dediği gibi “nehir kenarında olsan bile suyu israf etme”. Kısacası bize düşeni yapmak öncelikli olan, sonrası içinse uzun soluklu bir mücadele gerekiyor.
Tüm bu yazının özeti şu cümlede “Dünyanın başına gelen senin de başına gelir bu ikisi birbirinden ayrı değildir”. Kısacası küçük resme yani gündelik olana odaklanmayalım biraz da büyük resmi görelim, çünkü o resim gündelik hayatımızda çok önem verdiğimiz birçok şeyden çok daha önemli. Hayatımız, çocuklarımızın geleceği buna bağlı. Öyle ise sen gafil olma bari.
[1]   World Glacier Monitoring Service Latest Glacier Mass Balance Data https://wgms.ch/latest-glacier-mass-balance-data/