Hasan Ebu Talib
TT

Netanyahu, fanatik dini sağ ve İsrail demokrasisinin yaşadığı kriz

9 Nisan'da yapılacak İsrail erken seçimlerinin yaklaşmasıyla, bazı siyasi güçlerin, 1948 Arap temsilcilerini hedef alma, seçimlere katılan diğer güçleri dışlama girişimleri de artıyor. Suçlamalar, bunların seçimler gibi önemli bir etkinliğe katılma ve ülkenin bugününü ve geleceğini etkileyen önemli kararların alınmasına katılma yetkinliği etrafında dönüyor.
Seçimlerden bir aydan kısa bir süre önce Knesset Merkez Seçim Komitesi, Güney İslami Hareket’in ve Birleşik Parti’nin aday listelerini Knesset seçim listesinden kaldırmaya karar verirken, “Değişim için Arap Demokratik Cephesi” listesinin katılımını onaylamıştır.
Belirtilen sebep, ilk listenin -Likud Partisi ve aşırı sağcı ve fanatik "Otsma Yehudit" (Yahudi Gücü) partisine göre- "Yahudi ulus devlet" yasasına karşı çıkmasıdır.
Komitenin kararı beklenen bir karardı, zira söz konusu yasa, demokratik değerler pahasına Yahudilerden yana olmayı ve Yahudi olmayanların haklarının pahasına Yahudi olanların haklarının önceliğini kabul ediyor. Yahudi olmayanlardan kasıt 60'lı yıllardan beri İsrail vatandaşlığını kazanmaya zorlanan 1948 Araplarıdır. Bu topluluk, nüfusun beşte birini Yasama Meclisinde temsil etmek için belirli kontrollere sahip, kolektif nitelikte medeni ve siyasi haklar kullandılar. Ancak bu haklar, geçen yıl Temmuz ayında yayınlanan "Yahudi ulus devlet" yasası nedeniyle büyük bir sorunla karşı karşıyadır. Bu ayrımcı ve ırkçı yasanın yayımlanmasından bu yana, İsrail demokrasisinin karşı karşıya kaldığı tehlikelerle ilgili endişeler ortaya çıkmıştır. Daha sonra birçok politikacı arasında artan bir endişe haline geldi. Bu endişe yalnızca sol kesimde değil, sağ kesimde de artmaktadır. Yasa, sebepler ve beklenen riskler üzerinde araştırma gerektiren problemli bir mesele haline geldi.
Her yılın sonunda, bağımsız ve partizan olmayan bir merkez olan “İsrail Demokrasi Merkezi”, kamuoyunun devletin bileşenlerine, gidişatına ve kurumlarına karşı tutumlarını ortaya çıkaran anket sonuçları yayınlamaktadır. 2017 anketinde İsraillilerin yüzde 45'i demokrasilerinin gerçek bir tehlike ile karşı karşıya olduğunu onaylarken, yalnızca yüzde 25'i buna karşı çıktı. En büyük yüzde sol kesimden geldi, zira yüzde 72'si demokrasinin tehlikede olduğunu kabul etti. Yüzde 23'ü ise sağ kesimden geldi ve Arapların yüzde 65'i de demokrasinin tehlikede olduğunu kabul etti. Dikkat çekici diğer bir sonuç da, katılımcıların neredeyse üçte ikisi, yani yüzde 59'u, insan hakları kurumlarının Devlete zarar verdiğini düşünüyordu.
İsrail'in en önemli araştırma merkezlerinden biri olan -Pennsylvania Üniversitesi'nin dünyadaki araştırma merkezleri hakkındaki yıllık raporuna göre, Ortadoğu ve Kuzey Afrika'daki en büyük 30 stratejik araştırma merkezi arasındadır-  Ulusal Güvenlik Araştırmaları Enstitüsü tarafından yayınlanan "İsrail'in 2018-2019 Stratejik Anketi”nde "İsrail demokrasisi risk altında mı?/ Is Israeli Democracy at risk?" Şeklinde bir başlık var.
Bu bölüm "Yahudi ulus devlet" yasasının İsrail demokrasisinin geleceğini ne şekilde etkilediğine dair genel tartışmaları sunmaktadır.
Rapora göre, bu tartışmada dört alan iç içe geçmiş gözüküyor, bunlar:
İnsan hakları ve Yahudi olmayan azınlıkların haklarını koruma alanı.
İkincisi, eşitlik ilkelerinin uygulanması, özellikle de İsrail’in Batı Şeria'daki Yahudi yerleşimi politikalarının İsrail demokrasisine etkisi.
Üçüncüsü, muhalif gruplara yönelik tutumlar, ifade özgürlüğü ve Hükümetin serbestçe eleştirilme olasılığı.
Dördüncüsü, kontrol ve denge mekanizmaları, hukukun üstünlüğü… Tartışmanın başlangıç noktası, demokrasi kavramıyla ilgilidir, zira bu konuda çok fazla görüş ayrılığı vardır. Fanatik dini sağcı gruplar, kavramı seçimler ve sonuçlarıyla sınırlandırıyorlar. Bu nedenle, seçilenler, yalnızca devlet ve Yahudi vatandaşları lehine gördükleri yasaları çıkarma hakkına sahipler. Bu kesim demokrasinin değerlerini saçmalık olarak görüyor. Bu ayrımcı ve ırkçı tanımla çelişen başka bir tanım daha var; demokrasinin ancak bir eşitlik sistemi yoluyla elde edilebileceğini, azınlıkların siyasal ve medeni haklarının güvence altına alınması gerektiğini, kuvvetler ayrılığı ve hukukun üstünlüğünün güvence altına alınmasının zaruretini savunuyorlar. Bu temel ilkeleri görmezden gelmenin, demokrasiye büyük bir darbe indirdiğini ve onu büyük bir risk altına soktuğunu iddia ediyorlar.
Yahudilerin, aşırı sağcı düşünce sistemine güçlü bir eğilim göstermelerinin tüm İsrail siyasi rejimini ciddi bir sıkıntıya soktuğu açıktır. Burada birçok yorum var.
Amerikalı Yahudi düşünür Noam Chomsky, İsrail demokrasisinde yaşanan krizin, genel olarak demokratik değerler sistemini aşındıran popülist eğilimlerin ve bedeli ne olursa olsun kazanmaya odaklanmış "neoliberal" eğilimlerin artması nedeniyle Batı demokrasilerinin yaşadığı krize karşılık geldiğine inanıyor.
Bu ortamda özgür seçimlerin yapılması son derece zor hale gelmiştir, zira büyük şirketler kendi menfaatlerine uygun hareket adayları desteklemekte, onların reklamlarını ve propagandalarını yapmaktadır.
Chomsky'ye göre, Netanyahu idaresindeki İsrail böylesi bir aşamadan geçmektedir, zira yolsuzluk ve rüşvet suçlamaları bu durumu kanıtlamaktadır.
"Ulus Devlet Yasası” yine bu dönemin doğal bir sonucudur, zira işgal altındaki bölgelerde sürekli suç işlenmekte, bariz bir ırkçılık körüklenmektedir.
Demokrasi kavramının içini boşaltmaya hizmet eden hamleler İsrail’de yaygınlık kazanmıştır.
İsrail Demokrasi Enstitüsü'nün raporlarından biri bunları ortaya koymuştur. Kanun önünde eşitlik ilkesini zedeleyen yasa taslakları, azınlıkların değersizleştirilmesine yönelik sık sık Knesset’te dillendirilen ırkçı ifadeler, yargı kurumlarının itibarsızlaştırılması, insan hakları kuruluşlarına yapılan yardımların kısıtlanması ve sınırlandırılması bu hamlelerden bazılarıdır.
İsrail’de yapılan araştırmaların birçoğu, devletin siyasi açıdan böylesi bir açmaza sürüklenmesinde Başbakan Netanyahu'nun rolünü açıkça ortaya koyuyor. Zira sırf başbakan olarak kalmak için fanatik dini taraflarla işbirliği yapmıştır. Bu durum, devletin dayandığı tüm temellere, vatandaşların refahı için benimsenmiş demokrasiye büyük zarar vermiştir. Netanyahu tekrar seçilmesine katkı yapacağını bilsin, bütün kanunları çiğnemeye hazırdır.
Başbakan olmaya devam etmesi durumunda, kendisinin yargılanmasını önlemek için Yüksek Mahkemenin yetkilerini kısıtlamaktan çekinmeyecektir.
Kudüs İbrani Üniversitesi'nden araştırmacı Gael Taleshir'e göre, Netanyahu'nun son 20 yılda uygulamaya koyduğu dönüşümler İsrail demokrasisinde yaşanan krizin nedenidir.
Partisi Likud’u 2019 seçimlerinde liberal-milliyetçi bir partiden popülist muhafazakar bir partiye taşıdı. Netanyahu, bakanların halkın iradesinin tek ifadesi olduğu şeklinde garip bir anlayışa sahip.
Şayet Yargıtay, yargı danışmanları, Devlet Denetçisi, Cumhuriyet Başsavcılığı, üst düzey hükümet yetkilileri, medya, akademisyenler ve muhalefet bir şekilde bu bakanların görüşlerine karşı çıkarlarsa, bakanların çalışmalarına zarar verdikleri için demokrasiyi çiğnemiş oluyorlar!
Sonuç olarak, bakanların kişisel kaprisleri yasal kontrol mekanizmaları aracılığıyla kontrol edildiği an, her nedense demokrasiden bahisler açılıyor.
Yeter ki Netanyahu bunda kendisi için bir fayda olduğunu fark etsin.