Yusuf Deyni
Suudi yazar
TT

Aşırılık iklimi ve rejimi düşürenlerin başarısızlık nedenleri

Günümüzün hızla değişen sahnesine hâkim olan 2 mesele bulunmaktadır:  Terör ve siyasi rejimi düşüren ama şimdiye kadar devlet ile uzlaşmakta başarısız olan sokak gösterileri. Son dönem ise; silahlı örgütlerin ve kadrolarının gerilim bölgelerinde gerileyip göç etmesi ve bütün dünyaya yayılmasıyla, özellikle DAEŞ ve El-Kaide arasında yerli uyuyan hücreleri saflarına katma konusunda yaşanan rekabetin ardından, terörist saldırılarda yeni bir belirgin dalganın yükselişine tanıklık etti.
Medyadaki düşünce ve söylemler; günlük olayları takip etmek, gösterilerin nedenlerini, altında yatan veya kendisini doğrudan etkileyen faktörleri okumakla sınırlı bir hale geldi. Daha da önemlisi; kendi özel bağlamından ayrıştırılan protestolar sonrası dönemin ötesine bakmaya çalışmaktan artık bahsedilmez iken bu gösteriler,  genellikle hayalci ve iyimser bir çerçeve ve Arap Baharı ütopyası ile kolayca ilişkilendirilir olmuştur.
Bu iki meselenin sonuçlarını doğru okuyabilmenin gerçek ölçütü, tanıklık ettiğimiz değişimleri değerlendirmektir. Cezayir ve Sudan’da hala devam eden ve başsız bir vücudu veya bilinen adıyla ‘lidersiz devrimleri’ temsil eden  protestoların, bu kez Arap Baharı ile ilgisi olmayan yeni bir olgu sayıldığı. Bunu endişe verici olduğunu kabul ettiğimizde, sokağın baskın bir güce dönüştüğü de kabul etmiş oluruz.
Bu aynı zamanda sokağın; siyasi partilerin ve eski rejimlerden geriye kalan etkin güçlerin kendisine yatırım yapmaya çalışırken, taşımakta oldukları meşaleyi onlardan uzakta tutma konusunda kararlı olan bir güce dönüştüğü, zaman faktörü nedeniyle sonunda ya teslim olacağı ya da sloganlarına aykırı yeni bir diktatörlüğe dönüşeceği anlamına gelir. Sudan’da değişim çağrısında bulunan güçler ile kendisini halkın tek temsilcisi olarak görmeyi reddeden geleneksel partiler arasındaki çekişmede de bunun izlerini görebiliriz. Çünkü geleneksel partilere göre, bu güçler olayların fitilini ateşlemiş olsa da rejimin durumu ve temel yapısı o kadar zayıf ve kırılgandı ki yıkılması an meselesiydi.
Geleneksel siyasi muhalefetin söyleminin zayıflamasına siyasal İslam’ın yeni ajandalar ve isimler altında sahneye yeniden dönüşü eşlik etmektedir. Sert bir siyasi kutuplaşmanın yaşandığı her durumda, dini dili siyasi bir kaldıraç gibi kullanarak sokakların öfkesine yatırım yapan söylemler başarılı olmaktadır. Arap ve İslami modelde oyuncuların ve etkin güçlerin pozisyonları; söylem, eylem, etki, semboller üretme,  beklenen kadroların boyutu, bölgesel ve küresel düzeyde etki gibi ölçütlerden oluşan etkinliği ölçme unsurları düzeyinde, en etkili ve hızlı bir şekilde gelişenlerin aşırılık yanlısı güçler olduğunu vurgulamaktadır.
Seçkin ve elitlerin ise, terörün sesinin ya da sokak gösterilerinin çağrılarının yükseldiği her yerde tamamen yok oldukları kesindir. Hatta yaşananlara yönelik rasyonel görüşlerini  ya da çekinceleri dile getirdiklerinde hedef alınıp küçük görülmektedirler. Bu elitlerin büyük bir çoğunluğu rejim taraftarı olmasa da, düşünce ve değişim mekanizmalarında kendisine benzeyen muhalif eylemlere de katılmamışlardır. Elitlerin bu yokluğu, adına Arap Baharı denilen sürecin ya da kendisinden farklı olan ikinci gösteri dalgasının ürünü değildir. Bilakis Fransız ve Bolşevik Devrimleri’nden Tahran’daki Mollalar Devrimi’ne kadar kendisinden önce gerçekleşen bütün devrimlerin ardından gelen dönemlerde yaşanmış bir olgudur.
Bu da şu acı gerçeği vurgulamaktadır; despot bir rejimin enkazı üzerinde çoğulcu ve demokratik bir yapı inşa etmek, rejimin düşmesinin ardından en büyük talepleri gerçekleşen devrimciler, devrimin sarhoşluğundan ve coşkunluğundan uyanmadığı sürece imkânsızdır. Çünkü rejimler düştüğünde, mezhepçilik, aşiretçilik, genellikle kötü bir güvensizlik atmosferi yaratan dini sloganları istismar etmek gibi rejimin ayakta kalmak için faydalandığı kültürel değer ve sistemler çoğunlukla onunla birlikte düşmezler.
İkinci meseleye yani öldüğü ve sona erdiği deklare edilse de her seferinde tekrar dirilen teröre gelecek olursak; buradaki sorun da bir bölgede terörist eylemlerin ya da kadrolarının gerilemesinin arkasında yatan nedenleri yanlış okumaktır. Çünkü terörist grupların görünüşte sessizliğe bürünmesi iyimserliğe değil, endişeye yol açmalıdır. Terörün kendisini yeniden ürettiği bu döngüleri iyi takip etmeli ve gözlemlemeliyiz.  Zira basitçe söylemek gerekirse, güvenlik güçleri ne kadar büyük çaba harcarsa harcasın ya da hazır ve kararlı olursa olsun nedenleri, etmenleri ve fikri kaynakları var oldukça terör de varlığını ve etkinliğini sürdürecektir.
Silahlı şiddet söyleminin stratejik teorisi bağlamında Suriyeli Ebu Musab El-Suri’nin “Küresel İslami Direniş Çağrısı ” adlı kitabı örgütlerin organizasyonunu anlama konusunda en önemli kaynaklardan biridir. Ebu Musab kitabında, cihatçı akımların ve en önemli teorisyenlerinden ve kaynaklarından olduğu El-Kaide’nin: “Bağlı olunan bir akım, grup ya da örgüt olmadığını, böyle olmaması da gerektiğini, bir davet, otorite ve ekol olduklarını” vurgulamaktadır.
Dünya bugün; sosyal medya, iletişim teknolojileri ve bilgi akışında yaşanan büyük gelişmelere dayandırılan, siyasi ve sosyal bağlamdaki hızlı değişimleri yansıtan küçük ayrıntılarda boğulmaktadır. Ancak genel tablo; özellikle şiddet olayları ve terör saldırılarının artması, birçok toplumun kabuğuna çekilmesine, dağılmasına, toplumun küçük fanatik bölümlere ayrılmasına neden olan en çirkin katliamlar, krizler ve yıkımlara yol açan nefret, dini, ırkçı ve ayrımcı söylemlerinin yükselmesi ile hiç de cesaret verici değildir. Birçok ülkede vatandaşlık krizi yaşayan, sahneye egemen olan iki grubun yani aşırılık yanlıları ile göstericilerin sloganlarından çok daha önemli olan insanların gelişimini, refahını ve itibarını temel alan sağlam bir ulusal çit inşa etmede başarısız olan devletlerin görüntüsü cesaret kırıcıdır.