Dilaver Demirağ
Araştırmacı-Yazar ve doğa korumacı aktivist
TT

Küreyi kimler ısıttı (2)

Engizisyonun dönüşü ya da şirket bilim işbaşında
Bu köşede ilk yazımı yazdığımdan beri sürekli, çevreci olmayan bir doğa kavrayışını anlatmaya çalışıyorum. Doğanın başına gelen bizim de başımıza gelir ve doğaya yapılanlar bizim hayatımızı doğrudan etkiler diyorum.
Çevrecilik dediğimiz anlayış ise meseleleri sürekli bir kriz mantığı içinde ve doğa ile insan arasındaki kopmaz bağı sanki dikkate almaz bir anlayışla doğada yaşananların insan yaşamındaki etkilerini soyut bir bilimsel dil ile anlatıyor, bu nedenle de gerçek manada toplumsallaşamıyor.
Bense şunu söylüyorum türlerin yok olması da, iklim değişimi de, çevre kirliliği diye adlandırılan şey de hayatımızı, ama en çok da yaşam kaynaklarımız olarak ekonomimizi etkiliyor. Mesela iklim değiştiğinde, su kaynaklarına erişimimiz bu kaynakların azalması nedeniyle hayatımız da zorlaşacak. Bu kapsamda su azlığına bağlı olarak tarımsal üretim de düşeceğinden, gıdaya erişim imkânlarımız da zorlaşacak. Çünkü üretim azlığı nedeni ile gıda fiyatları öyle bir artacak ki, bundan en çok da ekonomik geliri çok sınırlı olan kentlilerin çok büyük bir bölümü etkilenecek.
Şu anda bile ülkemizde hayatımızın en başlıca meselesi ne yılan hikâyesine dönen İstanbul seçimleri, ne de diğer politik olaylar. Bizim ülkemizde gündemimizdeki en önemli konu gıda fiyatlarındaki artış ve bunun kentte yaşayanların bütçe dengelerini etkiliyor olması. Zaten su sıkıntısı çeken, su kaynakları bakımından kuzey ülkeleri ile kıyasladığımızda su fakiri olan ülkemiz, iklim değişiminde ön görülen olumsuzluklara maruz kaldığında, gıda fiyatları daha da artmış olacak. Zaten kısıtlı bütçe ile yaşamlarını adeta bütçe sihirbazlığı yaparak sürdüren dar gelirli ya da sınırlı sabit gelirli kentliler için ise gıdaya erişim daha da zorlaşacak.
Bu denli basit ve önemli bir mesele ortada iken, ne çevre sorunlarını merkeze alan Yeşil Parti ne de diğer çevre örgütleri çetrefilli bilimsel dili bir kenara bırakıp da kentlilere bu sorunu ve çözüm önerilerini anlatamıyor, o yüzden de çevre konusu adeta kıyıda kalan bir sorun olarak kalıyor.
İklim değişimi denen hadise tüm soyutlamalara, çetrefilli bilimsel diline rağmen hayatımızın bir gerçeği. Yani iklim dediğimiz sistem sabit bir şey değildir. Yeryüzü yaratıldığından ya da bilimsel dili tercih edersek oluştuğundan bu yana hep değişti. Ve her seferinde canlı hayat buna uyum sağladı.
Bu uyumu sağlayamayanlar türlerinin tükenmesini yaşarken, sağlayanlar türlerinin devamını sağlamış oluyor ve kendilerini geleceğe kopyalayarak türsel ölümsüzlüğe -elbette uyarladıkları iklim koşulları sürdükçe- kavuşmuş oluyorlar. Hal böyle iken sanki iklim değişimi gezegenimiz için çok yeni, türsel tükenişte hiç olmamış gibi bir felaket tellallığı her yeri kaplamış halde. Doğa korumacılar bu alarmcı dili çok sevmiş bir haldeler ve sanıyorlar ki felaket tellallığı yaparak kitle kazanıp doğayla uyumlu bir toplumsal düzeni kurabilecekleri bir sosyal devrimi gerçekleştirecekleri zannı ile aslında başka değirmenlere su taşımaktalar.
Ben bu olguya Kıyametin Dolarları ismini taktım ve inşallah ilk fırsatta da bu konuyu geniş kapsamlı bir kitap ile daha da geniş anlatacağım.
Ne oluyor?
Burada küresel ısınma tezinin bilimsel çıktıları, kurulan modelleme, bu modellemedeki sorunlar gibi bilimsel konulara girmeyeceğim ama bu olguların da yok sayılamayacağını söylemiş olayım. Çünkü bütün hadise bu modelleme ve bu modelleme üzerinden üretilen sonuçlar üzerine bina edilmiş bir halde.
Mevcut modele göre sanayi uygarlığından bu yana atmosfere başta karbon gazı olmak üzere ısıtıcı gazlar yolladığımızdan bütünleşik bir sistem olan iklimdeki hassas dengeleri bozduk ve sonuçta bugün küresel ısınma denilen olgu ortaya çıktı. Bunun neticesi olarak da yerküredeki yaşam, acı sonuçlarla karşı karşıya kalacak.
Isı olağanüstü arttığından (60 derecelerden söz ediliyor), insanlar bu ısı değişimine uyum sağlayamayacağından, ya adeta klimalarla serinletilmiş fanustan kentlerde yaşayacaklar ya da yok olacaklar.
Şayet insanlar, ısının bu denli artmadığı, şu an için çok soğuk olan bölgelerde yaşamak isterlerse, bu kez de mültecilere hiç hoş bakmayan silahlı güçler tarafından ölümüne durdurulacak.
Su kaynakları adeta kuruduğundan susuzluk baş gösterecek ve şu an hayatımızda olan bir şişe suyun fiyatı adeta bir pırlanta değerinde olacağından bunun parasını ödeyemeyen insanlar susuzluktan ölüp gidecekler.
Denizler buzların erimesinden dolayı yükseldiğinden “kıyı bölgeler” kavramının tanımı da genişleyecek. Su baskınları neticesi birçok yerde yaşam olanaksızlaşacak ve insanlar denize hayli uzak bölgelere taşınacaklar.
Felaket senaryolarını çoğaltmak mümkün, isteyenler internetten bu konudaki bilgileri öğrenebilir. Hâsılı çizilen gelecek tablosu adeta ölümlerden ölüm beğen diyeceğimiz karanlık bir tablo çiziyor. Bütün bu sonuçlar da istikrarlı olmayan ve hayli karmaşık olan iklim sistemindeki iki değişken neticesi oluşuyor. Sürekli artan karbon miktarı ve buna bağlı olarak yine düzenli artış gösteren ısı artışı.
İlginçtir, bu modellemeye itiraz etmek yasak.
Batıdaki ana akım gazetelerde itiraz edenlerin yazıları yayınlanmıyor, çünkü bilim dünyasının bu konuda tam uzlaşıya vardığı, bu uzlaşının dışında kalanların da bilim dışı safsatalarla ve elbette onları finanse eden petrol, kömür vb. şirketlerce kamuoyunu yanlış yönlendiren kötü niyetli kişiler olduğu varsayılıyor.
Hakeza, eğer bilim yapılan yer olarak akademideyseniz, o zamanda bu modellemeyi kabul etmediğiniz takdirde akademide varlığınızı devam ettirmeniz imkânsıza yakın. Yani tam bir bilimsel sıkıyönetim uygulanıyor ve bu alanda adeta bir engizisyon sansürü, yasağı söz konusu.
Ünlü karikatür figürü kıllanan adam mantığı ile ister istemez sormak gerek. Niye bu denli sert bir sansür ve bilimsel sıkıyönetim uygulanıyor. Birileri neyi gizlemek istiyor, ney örtbas edilmek isteniyor. Evet, ortada komplo tadında bir gizem örtüsü var. Çünkü bilimsel evrende kurallar bellidir bilimsel modeller tartışılır, ikna olan olur olmayan olmaz ama az sayıda bile olsa o modele karşı çıkanlar olur ve onlar da söz hakkına sahiptirler. Ama bilim dünyasında evrim teorisinden bu yana ilk kez bilimsel bir model tartışılamaz bir durumda. İtirazınız söz konusu olduğunda anında yaftalanıp saha dışına atılıyorsunuz.
Hadi mevcut anlayışı ile Evrim teorisinin amacının dinsel yaratılış inancını ortadan kaldırıp insanların Tanrı inancını ortadan kaldırmak bunu anladık. Peki, küresel ısınma ile amaçlanan ne, neden birçok bilim insanı tarafından açıkları olduğu ortaya konan ve mevcut senaryoların gerçekliği noktasında kuşku uyandıracak itirazlar getirilmesine söz hakkı verilmiyor. Öyle ya madem bilim dünyasında uzlaşı söz konusu bu bilimsel model iklim bilim alanında çalışan bilim insanlarının adeta ezici çoğunluğu tarafından geçerli ve doğruluğu olan bir model o zaman bırakın tartışılsın.
Model mükemmel ise çürütülemeyecektir zaten. Yok, model yanlışlanabilir, bilimsel doğruluğu çürütülebilir ise o zaman modelin daha da gelişmesi için bu en iyisi değil mi?
Mesela bugün bilişim alanında devletler ve şirketler özellikle hacker çalıştırıyor, kurduğu sistemde açık bulana ödül veriyor neden kurduğu sistem daha iyi çalışsın diye. Peki, aynı şey neden Küresel Isınma modeli için de söz konusu değil.
Şirket Bilim iş başında
Çünkü sızan bazı bilgilere bakılırsa yukarıda bir şeyler dönüyor. Malum şu anda BM bünyesindeki Hükümetler Arası İklim Değişimi Paneli-IPCC raporları büyük bir bilim insanı grubu tarafından oluşturulan verilere dayandırılıyor. İddia bu. Ancak bazı bilim insanları da çıktılarda yansıtılanların kendisinin verdiği bilgiler ile uyuşmayan taraflar içerdiğini belirterek çıktıların değiştirildiğini söylüyor. Mesela İngiltere’de Sussex Üniversitesi’nde ekonomist olan Hollandalı Profesör Richard Tol hükümet temsilcileri ve bilim insanlarının raporu düzenlemek ve onaylamak için bir araya geldiği toplantıda rapor hakkında telefonda “taslak çok alarmist” dediği için rapor yazım ekibinden çıkartıldığını söyledi.
Sussex Üniversitesi’nde Ekonomi profesörü olan Richard Tol aynı zamanda the Vrije Üniversitesi Amsterdam’da iklim değişimi ekonomisi profesörü ve Hükümetler arası İklim Değişimi Paneli (IPCC) katılımcılarından. Tol IPCC’nin şartlara uyum sağlamaktan daha fazla iklim değişiminin risklerine olası olumlu etkileri tamamı ile göz ardı ederek aşırı vurgu yaptığını söylüyor. IPCC içerisinde geçmişin nadir muhaliflerinden olan ABD’li meteoroloji uzmanı, 2007’de yayınlanmış olan son raporda çıkarılan Chris Landsea da IPCC’nin küresel ısınmanın Atlantik’teki fırtınaları daha da kötü hale getirdiğine dair delilleri abarttığını söylemişti.
Kısacası çıktıları yazan ekip ile bilim insanlarının raporları her zaman birebir örtüşmüyor. Yazım ekibi ya da editoryal ekip raporlardan gelen verileri değiştirebiliyor ya da bunlardan süzme yaparak öne çıkartılmak istenen ön plana çıkartılıyor. Medya da taslaklarda öne çıkartılan ve genellikle tam bir felaket senaryosu olan bu raporları adeta ballandıra ballandıra sunuyor ve alarmcı dili daha da abartıyor. Tüm bu abartılar ise sonuçta yen iş fırsatları doğuruyor. Yani ortada iş dünyası medya ve bilim arasında oluşan bir işbirliği hatta içiçe girme durumu söz konusu.
Hal böyle olunca bilim, bir şirket bilime dönüşüyor. Zaten şu anda eğer küresel ısınma tezini destekleyecek bir araştırma yapmak istiyorsanız fonlar emrinize amade. Ama eğer aksini göstermek istiyorsanız ne yazık ki karbon lobisi olarak adlandırılan petrol – kömür - doğal gaz şirketleri dışında size destek verecek bir iş dünyası bulamıyorsunuz. Ki bilimsel araştırmalar da ya devletler tarafından fonlanıyor ya da şirketlerin üniversitelere yaptığı bağışlarla. Sonuçta artık devlet üniversitesi değilseniz iş dünyasına göbekten bağlısınız, Üniversiteler şirket gibi çalışıyor ve şirketlerin istediği alanlara göre bir bilimsel evren oluşuyor.
Peki, hal bu iken bu bilim alanının ürettiği verilere kuşku ile yaklaşmaz mısınız? Öyle ya eğer karşı bilim ısrarla karbon bu işten sorumlu değil sonuçlar bilinçli olarak abartılıyor diyor ve modellemede gördüğü sorunlara boşluklara itirazda bulunduğunda bunlar karbon şirketlerinden fonlanıyor dolayısıyla kötü niyetli deniyor ya, eh peki sormazlar mı o zaman sizi kimler hangi şirketler fonluyor.
Sonuçta şirket kendisine kazanç olarak dönmeyecek hiçbir işe girmeyen bir kurumsa demek ki küresel ısınma tezinden birçok fayda elde edecek ki amiyane tabir ile kaz gelecek yerden tavuğu esirgemiyor. O zaman bu çıktıların deyim yerinde ise Pazar paylarını arttırmak yeni iş alanları oluşturmak için oluşturulduğunu, sunumların buna uygun bir biçime sokulmadığını kim garantileyebilir.
Sonuçta bilimin saygın olması bağımsız olması ve salt merak dürtüsü ile insanlığın faydasına olacak konularda çalışan insanların faaliyet alanı olmasından kaynaklanmıyor mu? Bugün örneğini Einstein’da gördüğümüz saçı başı dağınık ve kendini araştırmasına adamış, kedisine bile kedi kapısı yaparak kedisine kapı açmak için bile araştırmasından kopmak istemeyen bilim insanı üzerinden imaj oluşturmuş bir bilim yok.
Çıktıları mutlaka bir fayda üretecek, teknoloji şirketlerine Pazar alanı yaratacak olmayan bir bilim artık nerede ise istisna. Ve BM şirketlere Pazar yaratan bir kurum konumunda. Bunu ileride yazacağım su krizi efsanesi ile ilgili bir yazıda daha net anlatacağım. IPCC kesinlikle tam da bu yüzden güven duyulamayacak bir kurum. Çünkü kapitalizm içi savaşın bir parçası konumunda.
İklim değişikliği değil ama küresel ısınma konusu daha çok su kaldıracak bir konu olduğu için yer yer bu konuya temas etmeyi sürdüreceğim.
Yazının birinci kısmı: ​Küreyi kimler ne için ısıtıyor (1)