Sanki bir fırtına öncesi sessizlik ya da Rusya Federasyonu ve Devlet Başkanı Vladimir Putin tarafından temsil edilen çok daha güçlü bir arabulucu aracılığıyla İran krizini ABD - nükleer ve İran-Körfez olmak üzere iki yanıyla çözme olasılığı varmış gibi görünse de krizin içerisinde çoğu İran tarafından harekete geçirilen gerilimi tırmandırma mekanizmaları vardır. Bu mekanizmalar farklı şekiller almaktadır: Birincisi; özellikle uranyum zenginleştirme kartını kullanarak 5+1 ülkeleri ile imzalanan bilindik nükleer anlaşma ile ilgili yükümlülüklerden aşamalı olarak kurtulmaktadır.
Uranyum zenginleştirme kartı esnektir ve yolu uzundur ama hızı kontrol edilebilir. Nitekim uluslararası sistemden gelen baskıların ölçüsüne göre hızı yükseltilebilir ya da düşürülebilir. İkincisi; bir yandan deniz trafiğini sekteye uğratmak diğer yandan da petrol piyasasına zarar vermek için Körfez’deki petrol tankerlerine doğrudan ve seçici saldırılar düzenlemektedir.
Basitçe söylemek gerekirse İran; üretimde gerileme ve artış, fiyatlarda düşüş ya da yükseliş olsun dünyadaki petrol piyasasının kaderini dolaylı bir şekilde eline geçirmeye çalışmaktadır. Üçüncüsü; Husi kartını usta bir şekilde kullanmaktadır. Bunun için de BM’nin 2216 sayılı kararı ve Husilerin Hudeyde, Ras İsa ve Suleyfe limanlarından çekilmesi ile ilgili Stockholm Anlaşması gibi uluslararası kararlara göre barış süreci ile ilgili her şeyi engellemektedir. Aynı zamanda da sivillerin hayatlarını kaybettikleri ve yaralandıkları doğrudan 3 roket saldırısı ile Abha havalimanını ve droneler ile Suudi Arabistan petrol pompalarını hedef almaktadır. Dördüncüsü; bir yandan savaş istemediğini hatta Arap Körfez ülkeleri ile saldırmazlık anlaşması imzalamaya hazır olduğunu iddia eden siyasi ve diplomatik bir kampanya yürütürken diğer yandan dışarıdan ABD güçlerine saldırmaya hazırlanıyor gibi görünüp aslında Arap Körfez çıkarlarını hedef almaktadır. Beşincisi; Lübnan, Irak ve Suriye’deki terörist gruplar ile ittifaklarını güçlendirmesi ve Devrim Muhafızları güçlerini bu ülkelere konuşlandırmaktadır.
Geniş ve esnek cephelerde İran’ın bütün bu hareketlenmeleri göz önüne alındığında onunla yüzleşme seçenekleri sadece mevcut statükoyu kabullenmek ya da hiçbir şey yapmamak ile sınırlı değildir. Seçenekleri bu şekilde belirlemek acı ile daha acı olandan birini seçmek gibidir. İran, tüm stratejik ve ekonomik sonuçlarıyla özgürce hareket ediyor gibi görünürken statükonun olduğu gibi devam etmesi kabul edilebilir değildir. Hatta İran böyle devam ederse; ne ABD ne de İsrail’in sahip olmasına izin vermeyeceği nükleer silaha yaklaşmak ile ilgili kırmızı çizgileri geçerek bir İran-İsrail savaşı başlatabilir.
İran düşmanca ve saldırganca hareketleri ile dayatmadıkça savaşta kabul edilebilir bir seçenek değildir. Çünkü bu savaş; bölgenin tamamının Arap Baharı sonrası dönemin ortaya çıkardığı sert sonuçlar ve kendisine eşlik eden ulusal devletlere yönelik tehditler, bütün acıları ve felaketleri ile iç savaşlardan kurtulmaya çalıştığı bir dönemde yaşanacaktır. En az bunun kadar önemli bir diğer neden ise bölge ülkelerinin gerçekten de geniş ölçekli bir reform aşamasına girmiş olmasıdır. Bölgenin iç ve dış yatırımları çekmesi için de uygun ve önemli bir bölgesel istikrara ihtiyacı vardır. Sonuç olarak; İran’ın davranışlarını değiştirmeye çalışmak ve kendisini bölgesel güvenliğe yönelik daha geniş bir bakış açısını kabul etmeye ve sürdürdüğü çeşitli saldırganlıkları durdurmaya itecek başka yöntemler aramak zorundayız.
İran’ın saldırganlığına doğrudan ve dolaylı bir şekilde karşı koymanın ilk adımı; Suudi Arabistan, BAE, İngiltere ve ABD’den oluşan “Dörtlü Komisyon” kurulması ile atıldı. Bu komisyon, 23 Haziran’da Londra’da ilk toplantısını gerçekleştirdi. Her ne kadar toplantının sonuç bildirgesi; İran’ın doğrudan ya da Husiler aracılığıyla dolaylı olarak gerçekleştirdiği saldırılarını kınayıp Yemen’deki barış sürecinin yeniden canlandırılmasını teşvik ettiğini belirtse de diğer yandan İran tarafına güç dengelerinin aleyhine olduğuna yönelik önemli bir mesaj da gönderdi. İngiltere’nin komisyona özellikle bu zamanda yani bir iç kriz yaşadığı ve Brexit ile meşgul olduğu bir dönemde katılması dikkat çekicidir. Yaşadığı krizlere rağmen geçmişte birçok kez olduğu gibi İngiltere’nin yine ABD’nin yanında yer alması önemli bir caydırıcı mesajdır. İkinci adım; ABD’nin İran’a yönelik ekonomik yaptırımlarına geri dönmesidir. Nitekim ABD bu yaptırımların kapsamını genişletmiş ve başta kendilerinden İran ile ekonomik ilişkilerini kesmeyi istemediği ülkelerden ABD ile İran arasında bir seçim yapmalarını aksi takdirde onlara da yaptırım uygulayacağını deklare etmiştir. Bunun sonucunda İran’ın petrol ihracatında büyük bir düşüş görüldü. Bazı raporlara göre İran’ın petrol ihracatı 400 bin varile kadar düşmüş ve bunları da ancak kaçak bir şekilde ihraç edebilmektedir.
İran bu alandaki zararını petrokimya ürünleri ihracatı ile kapatmaya çalışmaktadır. Ama bu ihracat ürünlerinin takibi kolay olduğu için azaltılması ya da olduğu gibi bırakılması imkanı, Dörtlü Komisyon ülkelerine, her yöne hareket edebilecekleri bir taktik alan kazandırmaktadır. Üçüncü muhtemel adım; nükleer anlaşmanın imzalanmasından önceki baskı dönemlerinde zaten kullanılmıştı.
Batılı ülkeler bu dönemde, İran’ın nükleer programını “siber” saldırılar ile çökertmeye çalışmıştı. İran, bu alanda ABD uçağını düşürecek kadar ilerleme kaydetmiş olsa da kendisi ile yeni Dörtlü Komisyon ülkeleri arasındaki fark oldukça büyüktür. İran’ın haddini aşmayı ve nükleer silah kartını oynamayı sürdürmesi halinde buna dördüncü bir adım ile karşı konulabilir. Bu adım da İran’ın nükleer programının önemli ve merkezi konumdaki noktalarını bombalamaktır.
Yukarıda yer verdiğimiz adımlar ve seçenekler yelpazesi esnek bir yapıdadır. İran’ın davranışlarındaki değişimlere uyum sağlayacak bir yapıdadır. Ayrıca İran’ın nükleer silah programı ya da bölgedeki davranışları ile ilgili olsun arabuluculuk çabalarına karşılık vermesini sağlayacak boyutlara sahiptir. Eğer İran haddini aşmayı sürdürürse dönülmez noktaya ulaşmadan önce atılabilecek birçok adım vardır. Bunların başında da İran’ın bölgesel kollarını kesip atma gelmektedir. Bunun için de ilk olarak özellikle bütün limanlardan çekilmesi gereken Husiler kesip atılmalı ardından da Suriye içerisinde bulunan ve Devrim Muhafızları ile Hizbullah’a dayanan üsleri kapatılmalıdır. Bu aşamada; Arap ülkeleri ile komşuluk, din, tarihi ilişkiler gibi ortak paydaları olan İran halkının, Arap-İran ilişkilerinin kötüleşmesinin temelinde 40 yıl önce mollaların gerçekleştirdiği İran devriminden günümüze rejimin benimsediği düşmanca davranışlar olduğunu açıkça bilmesi çok önemlidir. O günden bu yana mollalar, doğrudan ya da milis güçler ve terörist gruplardan ajanları aracılığıyla dolaylı olarak Arap ülkelerine karşı bir dizi düşmanca girişimlerde bulunmuş ve savaşlar düzenlemiştir.
Arap Körfez ülkelerinin ise bu yola sadece kendilerini savunmak için başvurcakları kesindir. Ayrıca bunu; ulusal devletlerinden, etkili doğal zenginliklerinden, uluslararası ekonomi ve finans sistemindeki nakit rezervlerinden, kardeş Arap ülkeleri ile bölgesel ilişkilerinden ve dost dünya ülkelerinden aldıkları güç ile yapacaklardır. Nitekim Arap Körfez ülkeleri, geçmişte Kuveyt’in kurtarılması sırasında da bu tür bir tarihi deneyim yaşamışlardı. Bugün ise egemenliğini ve gücünü geri kazanması için Irak’a yardım elini uzatmaktadırlar. Bölge tarihi; Arap Körfez ülkelerinin farklı bayraklar ve sancaklar altında birçok zor ve hassas anlar ile yüz yüze kaldığına ve bunlardan her zaman zaferle çıktığına tanıklık etmektedir.
TT
İran ile ne yapmalıyız?
Daha fazla makale YAZARLAR
لم تشترك بعد
انشئ حساباً خاصاً بك لتحصل على أخبار مخصصة لك ولتتمتع بخاصية حفظ المقالات وتتلقى نشراتنا البريدية المتنوعة