Prof.Dr. Bilal Sambur
Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Öğretim Üyesi
TT

İstanbul Sözleşmesi, kadına yönelik şiddet ve cinsiyetçilik

İnsanlığın en büyük sorunlarından biri, kadınlara ve çocuklara uygulanan şiddettir. Bugün dünyanın her tarafında kadınlar ve çocuklar, eşleri, babaları ve akrabaları tarafından şiddete maruz kalmaktadırlar. Kadına ve çocuklara yönelik aile içi şiddete mani olmak amacıyla İstanbul Sözleşmesi olarak adlandırılan metin hazırlandı. Metnin tam adı Kadına Yönelik Şiddet ve Ev İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi şeklindedir. Metin 11 Mayıs 2011 tarihinde İstanbul’da imzaya açıldığı için ona İstanbul Sözleşmesi denilmektedir.
Kadına ve çocuklara yönelik şiddetle mücadele için hazırlanan bu uluslararası metin 1 Ağustos 2014 tarihinde yürürlüğe girmiştir. İstanbul Sözleşmesi’ni imzalayan ilk devlet Türkiye’dir. Taraf devletlerin kadına karşı ve ev içi şiddetle mücadelenin gereklerini yerine getirip getirmediğini denetlemek üzere Kadınlara Karşı Şiddet ve Ev İçi Şiddete Karşı Uzman Eylem Grubu adlı bir yapı oluşturulmuştur.
İstanbul Sözleşmesi’nin muhatabı erkekler ve devletlerdir
Kadına karşı ve ev içi şiddetle mücadelenin ilkelerini ve standartlarını ortaya koyan İstanbul Sözleşmesi’nin ruhunun iyi anlaşılması lazımdır. İstanbul Sözleşmesi’nin muhatabı erkekler ve devletlerdir.  Erkeklerin kadına karşı şiddet yerine, kadın ve hayat arasında yaşama tutkusu diyebileceğimiz derin ilişkiyi kavrayarak yaklaşmaları gerekmektedir.
Kadının hayat olduğu gerçeğinin farkına varılarak kadın ve hayat arasında olmazsa olmaz tutkulu bütünlüğün farkına varılmalıdır. Devletler, sahip oldukları gücü ve otoriteyi kadına yönelik şiddetin önlenmesi için çok boyutlu olarak seferber etmelidirler.
Kadına yönelik şiddetle mücadele için her şeyden önce kadınları yok sayan, kadına yönelik baskıları arttırmak için din, kültür, kimlik, cinsiyet ve biyoloji adına gerekçeler üretme çabasından vazgeçilerek şiddeti günlük hayatın doğal parçası haline getirme sapkınlığından vazgeçilmelidir.
Kadın ve erkek ilişkisinde en büyük sapkınlık, kadına yönelik şiddettir. Kadına yönelik şiddetin ailenin ve insanlığın yıkılmasına ve zayıflamasına yol açan en büyük sapkınlık olduğu konusunda bir mutabakatın oluşması, İstanbul Sözleşmesi’nin merkez fikrini oluşturmaktadır.
Aile, kadının erkeğe köle olduğu bir yapı ve yer değildir
Kadınların varlığının kabul edilmesi, hayatın her alanında kadının onurlu ve özgür bir şekilde yaşamasının imkanlarının oluşturulması, kadına yönelik şiddet denilen sapkınlıkla mücadelenin olmazsa olmazıdır.
Aile, kadının erkeğe köle olduğu bir yapı ve yer değildir. Aile içinde erkeğin kadına karşı şiddet uygulamayı kendi hakkı ve imtiyazı görmesi, kadının onurunu ve özgürlüğünü ortadan kaldırarak onu köleleştirmeye çalışması, kadınla birlikte insanlığımızı zayıflatan, yıkan ve yok eden patolojik bir sapkınlık halini ifade etmektedir.
Kadına karşı şiddet, aslında kadının kadınlığından çekinmenin, korkmanın ve yabancılaşmanın bir sonucudur. Erkeklerin, kadının kadınlığından korkmak yerine, kadının kadınlığını tanımaya, anlamaya ve keşfetmeye çalışması ve çabalaması daha olgun ve sağlıklı bir yaklaşımdır.
İstanbul Sözleşmesi, kadınların yaşam hakkını güvenceye almanın ilkelerini ve standartlarını ortaya koymaktadır. Kadına yönelik şiddetin faillerinin her yerde ve her zaman etkin bir şekilde cezalandırılmasını İstanbul Sözleşmesi ortaya koymaktadır. Kadına karşı şiddet sapkınlığı içinde olan kişilerin ve güçlerin yaptıklarının yanına kar kalmaması için her türlü önlemin uygulanması gerekliliği, İstanbul Sözleşmesi’nin olmazsa olmazıdır.
Kadın ve erkek eşitliği amasız-mazeretsiz bir şekilde içselleştirilmelidir
Kadına karşı şiddetle mücadelede dikkat edilmesi en kritik nokta bu sapkınlığın bütün boyutlarının ortaya konması, yapay tartışmalarla kadınların suçlanmaması ve şiddet faillerinin sapkınlıklarının meşrulaştırılmaya ve hafifletilmeye çalışılmamasıdır. Kadına karşı şiddetle mücadelede kadınları suçlayan tartışmalardan ve söylemlerden kaçınılması merkezi önem arz etmektedir.
Kadın ve erkeğin insan olarak birbirine eşit olduğu fikri, amasız-mazeretsiz bir şekilde içselleştirilmelidir. Aile içi şiddet denilen sapkınlık, temelde erkeğin kadın üzerinde egemen olma saplantısının ürünüdür. Aile içi şiddetin her çeşidine karşı çıkan İstanbul Sözleşmesi, kadın ve erkek arasında eşitlik düşüncesini esas alırken, erkeği üstün gören, kadın ve erkek arasında toplumsal cinsiyet eşitsizliğini öne süren her türlü ayırımcı yaklaşımı reddetmektedir.
Aileyi korumanın yolu: Kadın-erkek eşitliğini gerçekleştirmektir
Aile içi şiddetin nedeni, ailedeki gayri insani ve gayri ahlaki eşitsizliği ve haksızlığı esas alan ilişkiler sistemidir. Aile bütünlüğünü bozan şey, kadın-erkek eşitliğinin varlığı değil, yokluğudur. Aile içi şiddet, kadın-erkek eşitliğini ortadan kaldırdığı gibi, aile denilen kurumun bizzat kendisini de ortadan kaldırmaktadır. Sorun kadın-erkek eşitliğinin yokluğudur.
Ailenin bütünlüğünü korumanın ve aile içi şiddetle mücadele etmenin yolu kadın-erkek eşitliğini gerçekleştirmeye çalışmaktan geçmektedir. Aile yapısının korunması ve aile içinde huzurun sağlanması ailede erkeğin hakimiyetini savunmakla sağlanamaz. Kadın-erkek eşitliği ilkesi temelinde aile içi huzurun, sevginin ve saygının sağlanması mümkündür. Erkek yanlısı tahakküm yaklaşımı, aile içi şiddet denilen sapkınlığın doğmasına, kurumsallaşmasına ve kalıcılaşmasına neden olmaktadır.
Adalet, kadın-erkek eşitliğine dayandığı sürece mümkündür
Kadın ve erkeğin eşitliği, insanın fıtratından kaynaklanan bir durumdur. Allah, kadın ve erkeği tek bir nefisten ve ortak bir özden yaratmıştır. İnsan fıtratı, kadın-erkek eşitliğini gerektirirken, toplumsal ve kültürel kabuller, yapılar ve ilişkiler, yapay bir şekilde toplumsal cinsiyet eşitsizliğini dayatmaktadırlar.
Adalet, kadın-erkek eşitliğine dayandığı sürece mümkündür. Kadın-erkek eşitliğine adalet kavramını ileri sürerek karşı çıkmak, eşitliğe, hürriyete ve adalete birlikte karşı çıkmak anlamına gelmektedir. Kadın-erkek eşitliği, kadının erkeğe itaatinin esas alınmasıyla, erkeğin kutsallaştırılmasıyla gerçekleştirilecek bir değer değildir.  Kadın-erkek eşitliği, kadın ve erkeğin birbirine inanma ve güvenme kadar, birbirine isyan etme hakkını ve ahlakını da içermektedir.