Muhammed Rumeyhi
Araştırmacı yazar, Kuveyt Üniversitesi'nde Sosyoloji profesörü...
TT

Sudanlının sakalı

Okuduğum en etkileyici anekdotlardan biridir. Mısırlı bir gazeteci, Sudan'ın önceki liderlerinden biri olan İsmail el-Ezheri'nin berbere gitmesini takip eder. Olay Mısır'daki Özgür Subaylar ile Sudan seçkinleri arasında gerginliklerin yaşandığı 1952-1956 yılları arasında(Sudan'ın bağımsızlık yılı) gerçekleşir. Berber onun saçını tıraş ettikten sonra el-Ezheri sakalını tıraş etmek için aynaya yönelir, bu davranış gazetecinin dikkatini çeker ve ona sorar: Sakalını neden berbere kısalttırmadın? El-Ezheri “Sudanlı sakalını kimseye teslim etmez!” der.
Mısır'ı Sudan'a bağlayan tarihi ve karşılıklı çıkar bağları olsa da Sudanlıların bağımsızlık eğilimini yansıtan, sembolik değeri olan ve etkileyici bir ifade. Mısır'daki rejimin kendi pozisyonunu koruma isteği ile Sudanlı seçkinlerin bağımsızlık arzusu her zaman ayrılık noktası olmuştur. Hem İngiliz hem de Mısır yönetiminden bağımsız olma arzusu, İkinci Dünya Savaşı'ndan sonraki yıllarda hiç eksik olmamıştır. Sudanlılar istedikleri şeye sahip oldular, ancak -en azından seçkinleri- Sudan’ın birliğini muhafaza edemediler. Sudan'ın zengin kaynaklarını siyasi, ekonomik ve hatta stratejik olarak kullanabilecek rasyonel bir yönetim oluşturamadılar.
Bazılarına göre Sudan, Afrika ve Araplar açısından stratejik bir yer, Mısır için stratejik derinliği olan bir ülke, Suudi Arabistan'ın batı kanadı, Afrika'nın Araplara açılan kapısı, Afrikalıların da Kuzey'e açılan kapısı ve Kızıl Deniz'in güvenliği açısından önemi zaten tartışılmaz. Diğer bazılarına göre Sudan, ciddi yönetim zafiyetleri nedeniyle, kısa süreler hariç, bu durumdan faydalanamamıştır. Bağımsızlıktan beri, Stratejik yeteneklerinden ve sahip olduğu devasa kaynaklardan olumlu olarak yararlanma başarısını gösterememiştir.
Sudan'la Kuzeydeki komşuları arasındaki etkileme ve etkilenme döngüsü tarihi olaylara yön vermiştir, Mısır'daki 1919 devriminin bir benzerinin hem de aynı sebeplerden ötürü Sudan'da da meydana geldiğini çok az kimse bilir. Saad Zağlul ve yoldaşları sürgünden Mısır’a geri dönene kadar Sudan’da durum hiçbir zaman sakinleşmedi. Sonrasında ise Kahire, Hartum'daki iktidar partisinin haksızlık yaptığı(ya da öyle olduğuna inanan) her Sudanlı siyasi tarafın doğal sığınağı oldu.
Bugün Askeri Geçiş Konseyi (AGK) ile sivil güçleri temsil eden Özgürlük ve Değişim Bildirgesi Güçleri (ÖDBG)  arasındaki gerilimi ve ortaya konan işleri takip ediyoruz. Gözlemci, aynı adın(Askeri Geçiş Konseyi)  bağımsızlıktan sonra daha önce de Sudan olaylarında geçtiğini duyunca şaşırabilir. Sudan'ın seçkinleri bir kez daha Sudan'ı iyileşme yoluna sokmak için demokratik bir sistem inşa etmeyi başaramadığında, hükümetin başındaki seçilmiş bir başbakan (Abdullah Halil)  tuhaflığa bakın ki yönetimi dönemin Askeri Geçiş Konseyi’ne teslim etmek durumunda kaldı. Hem de seçilmiş parlamentoda güvenoyu almak gibi demokratik bir haktan kaçarak!
Sudan'ın bağımsızlık sonrası yıllarında, bazı politikacılar hükümeti tek başına yürütmenin cazibesine kapıldı, ordunun iktidarı ele geçirme çabası göze çarpmaya başladı, diğerlerini (kendileri gibi düşünmeyen) tasfiye etmek ve ötekileştirmek isteyen partiler çoğalmaya başladı. Bazıları bu konuda geleneksel ve köklü tarihi geçmişi olan ve farklı bakış açılarına sahip tasavvufi hareketlerden faydalanma yoluna gitti. Bu hareketlerin bir kısmı iktidar yanlısı iken diğer bazıları muhalifti.
Bu parçalanmışlıktan öncelikle Sömürge güçleri, sonrasında ise ulusal iktidarlar yararlandı. Maksat arzu edilen bir bağımsızlık sürecini ve Sudan toplumundan modern bir devlet inşa etme yürüyüşünü sabote etmekti. Ancak mesele burada bitmedi; (ulusal) iktidarlar, askeri elbise hayranı siyasal İslam'ı kullanma yoluna gittiler. Özellikle güneyde ve hatta kuzeyde çeşitliliği yadırgamayan, başkalarını ötekileştirmeyen ve yeni bir yönetim tarzı ortaya koyan modern Sudan yürüyüşü kesintiye uğramış oldu. Bağımsızlığın ilk yıllarında güneylilerin talepleri oldukça mütevazı idi. Bu talepler kuzeydeki Sudanlı siyasal elitler tarafından inatla karşılanmadı, bu da başlangıçta iç savaşa ve sonra da bildiğimiz gibi ayrılmaya yol açtı.
Bu, Sudan'ın müzmin hastalığıdır. Sudanlıların “yönetimde kısırdöngü” yılları olarak adlandırdıkları son yarım yüzyılın büyük bir bölümünde benzer şeyler yaşandı. Önce askeri rejim yıkılıyor, sonra çok partili bir döneme geçiş yapılıyor, ardından ordu yeniden geri dönüyor. Böylece Sudan'ın kaynakları adeta yağmalanıyor. Sudanlı seçkinler iki seçenekten birini tercih etmek durumunda kaldılar:
İlki, İslami anayasaya ile yönetilen bir iktidara ulaşmak için çabalama… Bu seçenek, geleneksel partiler tarafından benimsenmiştir. El-Mehdi'nin liderliğindeki Ümmet Partisi’ni, Osman el-Mirgani'nin liderliğindeki Demokratik Birlik Partisi’ni, Hasan El-Turabi'nin liderliğindeki Müslüman Kardeşler Partisi’ni bu bağlamda zikredebiliriz.
İkinci seçenek, Sudanlı sivil partilerin, solcu güçlerin ve diğer aydınlanmış kuvvetlerin önderliğindeki modern bir sivil devlet arayışıdır. Peki, problem nerede düğümleniyor?
Siyasi kültürde düğümleniyor. Sadece Sudanlıların değil, çoğu Arapların da sorunudur bu. Ancak tarihi geçmişinden de tamamen kopuk değildir. Mezhepsel, dini veya politik olarak farklı bakış açılarına sahip kimselerle uyum sağlama yetisi olmayan bir geleneksel kültürden bahsediyoruz. Kurumsal yapısı sağlam, farklıkları gözeten ve bu farklıkları herkesin üzerinde ittifak ettiği ve şeffaf kurallar çerçevesinde çözen modern bir rejim inşa edilemiyor. Hâlbuki bunlar demokrasinin önkoşullarıdır.
Bu, diğerini ötekileştirme tarihini göz önüne aldığımızda Sudan’ı bekleyen akıbet bellidir. Sudanlı dahi olsa sakalını başka birine teslim etmeyen bir kültürel yapı söz konusu… Ya karmaşık iç savaşların önünü açacak baskıcı bir askeri rejim ya da göreceli de olsa demokrasinin yaşatılmaya çalışıldığı demokratik bir rejim tercih edilecek. Mevcut oligarşik yapı, çıkarlarına aykırı olduğu takdirde Anayasa Mahkemesi hükümlerine dahi boyun eğmeyi reddediyor. Sudan halkı bu tarihi sendromdan çıkmak istiyor. Hukukun üstünlüğü ilkesini benimsemiş bir devlet arzu ediyor. Dünya, artık özgürlük ve iyi bir yaşamı yüceltiyor. Ancak Sudanlı seçkinler hala bu tarihi sendromdan çıkmamak için direniyor, sadece galip-mağlup denklemi üzerinde çalışıyor.
Sudan’ın geçtiği süreci göz önüne aldığımızda, iki tarihi proje arasında bir mücadele olduğu ortaya çıkmaktadır, birisi modern bir sivil devleti ve köklü bir değişikliği arzu ederken, diğeri şekli bir değişikliği yeterli görmekte, eski yönetim tarzına dönmeyi istemektedir.
Köklü bir değişikliği arzu edenler, bu kez üç savaş bölgesi olan Darfur, Güney Kordofan ve Güney Mavi Nil’den bazı silahlı kuvvetlerden ve eski sol güçlerden destek buluyor. Doğu Sudan'daki Becce Hareketi gibi silah bırakan diğer güçler de bu projeye destek oluyorlar.
Şekli bir değişikliği yeterli görenler ise Sadık El-Mehdi'nin öncülük ettiği İslami bir Anayasa'nın üstünlüğünü kabul eden kesimlerden destek görüyor. Sadık El-Mehdi önceki Ömer El Beşir rejimi ile içli dışlı olmaktan rahatsızlık duymuyor. Hâlbuki El Beşir askerle ittifak yaparak kendisine sırt çevirmişti.
Bakışlarımızı geleceğe çevirecek olursak, kısa vadede, Sudan hiyerarşik düzeninde ‘katılım’ ve ‘ayrılma’ şeklinde gelgitler yaşanacaktır. Katılım gerçekleşirse süresi kısa olacaktır. Çünkü çeşitli tarafları içerisinde barındıran sivil toplum, adil ve şeffaf seçimlerle iktidar değişimini kolaylaştıran, makul ve kabul edilebilir bir modern demokratik geçişi sağlayan ulusal bir proje üzerinde görüş birliği sağlayabilmiş değil, sağlayabilecek gibi de gözükmüyor. Bu, şu anki Sudan’ın siyasi atmosferinde ulaşılması zor bir rüya… Göreceğimiz şey, detaylarında herkesin gücünü tüketeceği bir süreç ve bir dizi manevra. Sudan yine fakir kalacak, parçalanmalar devam edecek, sakalını kendisi tıraş etmeyecek!
Son söz:
Sudan anlaşmasının taslak metinlerinde ortaya çıkan kotalar fikri, kaçınılmaz olarak yeni bir askeri darbeye zemin hazırlayacaktır. Zira iki başlı binek ilerleyemez!