Dilaver Demirağ
Araştırmacı-Yazar ve doğa korumacı aktivist
TT

Dünyayı merhamet kurtaracak

Bu yazıyı yazdığım tarihten iki gün önce bir gazete de bir habere yer veriliyordu. Hindistan’ın Uttar Pradeş eyaletinde yolunu şaşıran bir kaplan insanlara saldırmak suçundan acımasızca dövüldü. Uzun sopalarla dövülen kaplan öldü ve cesedi de yakıldı. Aynı Hindistan’da kaçak avcılık nedeni ile kaplan nüfusu çok büyük bir düşüş gösteriyor. Hindistan’da bu yıl 60 kaplan öldürülürken, 30 insan ise kaplan saldırısı sonucu hayatını kaybetti.
Yine aynı tarihlerde Ordu’nun Ünye ilçesinde bir genç fuel oil birikintisi ile dolu bir çukura düşen kediyi oradan kurtarmak için o çukura girerek o kediyi kurtardı. Kediyi kurtardı ama eğer oradakilerin yardımı olmasa çukurdan tek başına çıkması çok zor olacaktı. Bu iş sonucu bütün vücudu ve giysileri bulandığı fuel oil nedeni ile kapkara olmuştu.
Aynı şekilde İstanbul’un İkitelli semtinde bir grup mahalleli çocuğun bir başka çocuğa laf atması üzerinden Suriyeli mültecilerin evlerine saldırıp onları linç etmeye teşebbüs ederken, aynı saatlerde bir başka grup insan ise Suriyeli mültecilerin ülkemizden sınır dışı edilmemeleri için eylem yapıyordu. Tıpkı göçmenlere nefret kusan Irkçı Avrupalılara karşı göçmenlere adeta kol kanat geren sol partiler gibi.
Birbirine zıt iki örnek bize iki değeri hatırlatıyor; öfke, kızgınlık ve bununla bağlantılı olarak zulüm ve müşfik bir kalbe sahip olup kendini gerektiğinde feda eden diğerkâm bir merhamet tutumu.
Dünyanın her yerinde her gün verdiğimiz örneklerin benzeri birçok olay oluyor. Bir yerlerde birileri bir başkasına eziyet ederken, belki de aynı yerde bir başkası ise birçok insana ya da bir hayvana iyilik saçıyor. Hayat tam da bu iki zıt davranışı arasında adeta bir sarkaç gibi salınıyor.
Elbette kötülüğün varlığını, hayatın bir parçası olduğunu kabul etmek, ona pabuç bırakmak onun istediği gibi koşturmasına izin vermek değildir. Tam tersine iyilik tam da kötülüğü dengelemek, onun bulunuş miktarını olabildiğince azaltmak için vardır. Ve iyiliğin koşulsuz erdemlerinden birisi de merhamettir.
Modern akıl için tıpkı lütuf kavramı, inayet kavramı gibi bir kenara atılması gereken bir şeydir merhamet. Çünkü alçaltıcıdır, çünkü esas olarak acıma duygusu ile hareket eder. Mesela azası eksik birine acıyarak bakmak onu aşağılamaktır bu zihinde. Oysa acımak illa ki bir üstünlük ve acıma duyulanı aşağılamak değildir.
Seyrettiğim belgesellerin birinde öldürdüğü maymunun yavrusunu sahiplenen bir leopar hayvanların da merhamet duygusuna yabancı olmadığını göstermekteydi.
Kısacası acımak illa da üstünlükçü bir davranış biçimi değildir. Yolda gördüğümüz yaralı bir leyleğe ya da bir başkasına gösterdiğimiz yardım etme duygusunun arka planında basbayağıda acımak vardır. Ancak merhamet salt acımaya indirgenemeyecek kadar geniş bir duygudur. Merhamet şefkati de içerir, iyilik yapmayı, korumayı ihtimam göstermeyi de. Yani çok geniş bir alana dokunan güzel bir duygudur Merhamet.
Merhametsizliğin acıttığı dünya
Ve bugün dünyamız merhametsizliğin acısını yaşıyor. Her gün yüzlerce ağaç kesiliyor, filler, kaplanlar, fok balıkları acımasız bir biçimde avlanıyorlar. Deney laboratuvarlarında türlü türlü zulme maruz kalıyorlar. Dünyanın çeşitli coğrafyalarında süregelen savaşlarda birçok insan üstelikte kadın, çocuk, yaşlı gibi savaşacak gücü olmayan insanlar top mermileri, uçaklardan düşen bombalar ile can veriyorlar. ABD’de okullar basılıp bir sürü genç insan son sistem makineli tüfekler ile öldürülüyor. Birçok devletin hapishanesinde tutsaklara en acımasız işkenceler yapılabiliyor. Dünyada köle olarak çalıştırılan, acımasız bir biçimde sömürülen birçok insan var.
Örnekleri çoğaltmak mümkün ve ne yazık ki günümüzde kötülük zincirlerinden boşalmış halde iken, iyilik her geçen gün daha da geriletiliyor.
Merhamet empatik bir düşünmeden doğar. Buna mukabil kötülüğün temellerinde egoizm dediğimiz kendini merkeze koyan ve kendi çıkarlarını, beklentilerini öne çıkartan bir bilinç biçimi vardır. Kötü, empati kurmaz çünkü genelde narsistik bir kibirle hareket eder. ‘Ben değerliyim’ der, ‘diğerleri ise değersiz o yüzden de onlar başlarına gelen ya da benim onlara uygulayacağım şeyleri hak ediyor’ diye düşünür. En hafifinden bir kayıtsızlık hali esastır.
Toplumsal hayatımızın merhamet duygusuna ne kadar çok yabancılaşıp empati yoksunu bir içe kapanma içinde olduğuna dair bir sosyal deney örnek verilebilir. Avrupa ülkelerinin birisinde bir şehirde sokakta iyi giyimli bir kız çocuğu insanların önüne çıkar. Herkes o çocukla ilgilenir, o çocuğun anne ya da babasının nerde olduğunu sorar, birçok kişi onu annesine götürebileceğini söyler. Kısacası çocuğun etrafında adeta bir şefkat çemberi oluşur.
Aynı deneyde bu kez yine aynı kız çocuğu ama bu kez temiz ve düzgün bir kıyafetle değil, yüzü gözü kir içinde, üzerinde eski püskü ve kirli bir elbise ile insanların geçtiği meydanda durur, insanlar biraz öncekinin tam tersi bir tavır içindedirler, çocuğun yanından öylece geçip gitmektedirler. Hatta ona değmemek için, kendilerine yaklaşmasın diye özel bir çaba içindedirler. Bu da nasıl bir sınıfsal yabancılaşma ve esas yardıma ihtiyacı olana karşı kayıtsız kaldığımıza bir örnek.
Zenginliğin yükselen değer, yoksulluğun ise kayıtsız kalınacak bir zafiyet hatta insanların kendi suçlarının ve ihmalkârlığının bir sonucu olduğunu düşünmeye yatkın kişiler olarak yoksulluk bizim kendimizden uzak tutmaya çabaladığımız bir şey. Yine de İslam dünyasında insanlara özellikle de yoksullara karşı merhametin öne çıkarıldığı bir ahlaki tutum da olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.
Empatik beynin okşayan eli
Dünya sıkıntılı bir dönemin içinden geçiyor. Merhametsiz bir teknoloji, ürküntü veren tavrıyla bir yıkılış, bir tükeniş tablosu çiziyor. Dünya nüfusunun yüzde 1’i zengin olduğu halde üretilen zenginliğin çok büyük bir bölümüne el koyuyor. Değer yitimi, etik ve estetik ilkelerin tahribi yarınlarımızı ipotek altına alıyor. Sömürünün eli bütün insanlığın cebinde. Ruhun bitişi ve tükenişi dünyayı dar ve havasız bir konuma itiyor. Dünya felsefecileri suskun.
İnsan ancak kendini aşarak kendini diğerine açarak insan olur. Kullandığımız cep telefonunun yapımında kullanılan koltan madenlerinde çalışan küçük çocukları, ömrü hayatında çikolata nedir bilmeden kakao çiftliklerinde çalışanları, günde 14 saat çalışan Meksika ya da Filipinli göçmen işçiyi düşünüp onların içine düşürüldükleri bu duruma itiraz edip onların trajedisini içimizde duyarsak insan oluruz.
Ama bugün bizler goril elinden yapılma kül tablaları kullanarak, palmiye yağından yapılan o ürünleri tüketirken, yağ için öldürülen filleri, orangutanları düşünüp de Sumatra kökenli bu yağdan yapılan kakaolu fındık kremalarını afiyetle tüketiyoruz. Altın ve elmas için küçük yaşta askere alınan çocuk askerleri, Afrikalı dikta rejimleri içindeki asi generalleri, kanlı elmas ve altınları, arabamıza koyduğumuz benzin için Irak’ta ölen çocukları aklımıza getirmeyen birer tüketiciyiz. Haz peşinde koşuyoruz, marka tişörtümüz için uykularını kaybeden ve bu yüzden ölen kadın işçileri aklımıza getirmiyoruz. Çünkü beynimizdeki ayna nöronları o tişörtle o işçi arasındaki bağı bilmediğinden kapanmış durumda ve o kadının acısını bilmiyoruz.
Evimizde pişen ithal pirinçler için Hindistan’da yoksul çiftçinin suyuna el konduğunu da bilmiyoruz. Çünkü kapitalizm ve onun ayak paspası olan medya bu bağlantıları önümüze koymak yerine hayali aşkların konu edinildiği dizileri seyredelim istiyor.
Oysaki Allah o nöronlar başkalarının acısını hissetmemiz için yani empati duygusu için yarattı. O empati duygusu olmasa sefalet çeken yoksullarla dayanışmayı düşünmeyecektik, başka coğrafyalar için kendi hayatımızı ortaya koymayacaktık. Kısacası empati ile merhamet arasında kopmaz bir bağ var. Bu bağ iledir ki okşayan ele dönüşüp insan ya da hayvan yetimlere kol kanat geriyoruz.
Dünyayı bu hale egoizm getirdi, onu ancak merhametin sınırlarını genişlettiğimiz başkalarının başka canlıların acısını umursadığımız oranda yeryüzünü felakete çevirecek ve o yüzde 1’lik zenginin bu gezegeni ve hepimizi batırmasının önüne geçmiş olacağız.
Ruhumuzu merhametle yıkamaya ne dersiniz.