Muhammed Fahd Harisi
Suudi gazeteci
TT

Daha önce görmediğimiz gibi bir siyaset!

Görünen o ki pusulanın şaştığı bir çağda yaşıyoruz. Renklerinde, formlarında ve ittifaklarında değişken olan siyaset, bugün gördüğümüz biçimde hiç olmadı, zira imkânsız olduğunu düşündüğümüz her şey gerçek oldu. İşler karıştı, ya dünya artık bildiğimiz dünya değil ya da asırlar boyu yaşamamız gereken şeyleri seneler içinde yaşamaya başladık.
ABD’de bir iş insanı başkanlık koltuğuna oturdu, onu siyasete dalmış bir maceraperest olarak nitelendirdiler, ancak koltuğa oturur oturmaz Washington'daki tüm dengeleri alt üst etti. Bir gecede dünyanın bir yarısını düşman ilan ederken, bir anda hepsiyle barışabiliyor. Büyük medya kuruluşlarına savaş açtı ve kendisi için Twitter üzerinden özel bir haber ajansı kurdu. Washington'daki seçkinlerin politik geleneklerini kırmaktan geri durmadı, onları alenen küçümsedi.
Öyle açıklamalar yapıyor ki savaşın kaçınılmaz olduğunu düşünüyorsunuz, tam aksi bir açıklama yaparak sizi şaşırtabiliyor. Gerilimin arttığı bir zamanda, şer ekseninin başı olmakla suçlanan bir ülkeyi ziyaret ediyor. Onun dünyasında tartışılmaz gerçekler yok. Siyaset değişkendir, değişmeyenleri de Trump değiştirdi.
Her şeyi takip eden halklarız ve neredeyse tüm demeçleri takip ediyoruz. Geçmişteki beklentilerimizin sırf fanteziler olduğunu keşfetmek için yeni güne uyanırken, gerçekliğin beklentilerin çok ötesinde olduğunu görüyoruz.
Dünya ve İngiltere, Avrupa'nın bir parçasıdır, hatta Almanya, Fransa ve İngiltere üçlüsü meşhurdur.
Uyanalım ve birçok insanın umursamadığı bir referandumun Avrupa haritasını ve dünyayı yeniden nasıl şekillendirdiğini keşfedelim. Kavram dünyasına “Brexit” adında yeni bir kavram girdi.
İngiltere düşünme melekesini mi yitirdi?! Şanlı tarih, Nazizm’e karşı zafer kazanmış bir Avrupa için savaşan Winston Churchill'in sözleri Nereye gitti? Yoksa Margaret Thatcher'ın Avrupa Komisyonunu devlet benzeri bir yapıya dönüştürmeyi reddeden hayır çığlıklarını yeniden mi dillendiriyor?
Dünyada ne oluyor? İngilizler referandum sonrası o sabah uyandıklarında kendilerini yalanladılar, kınadılar ve yaptıklarına inanamadılar. Referandum onları sarhoş etmişti. İngiltere’nin Avrupa'da kalacağını zannettiler. Oy sandıklarına gitmek yerine, ikinci günlerinde yeni bir gerçekliğe uyanmak için barlarına gittiler.
Dünyadaki çılgınlıklar yetmezmiş gibi, Shakspeare ve düşünürleri ile bir zamanların büyük devleti yeni bir çılgınlığa imza attı. Yeni bir lidere kavuştu, Boris Johnson… Shakspeare’in dilsel yaratıcılığını alan Johnson, sabah bir şey söylüyor akşam kendisi inkâr ediyor. Eğer onu bu durumu sorarlarsa, hakkında kitap yazdığı Shakspeare’in tüm dilsel yeteneklerini kullanarak cevap veriyor. Eş anlamlı ve zıt anlamlı kavramlar kullanmaktan geri durmuyor. Ancak hep kaçamak cevaplar veriyor, zira ne hesap soran ne de denetleyen biri var. Ne zaman kendini kuşatılmış hissetse, kabarık saçlarını düzleştiriyor, zengin kelime hazinesini kullanmaya başlıyor, muhaliflerini susturuyor, çelişkilerini düzeltmeye çalışıyor. Popülizm dünyayı istila etti, uluslararası hukuk ve normlarda suç kabul edilen bir davranış biçimi serbest hale geldi.
Kanaatlerin nasıl değiştiğini görmek için köklü bir uygarlık (Roma) kuran bir ülkeye, bakmak yeterlidir. İçişleri Bakanı Matteo Salvini, göçmenlerin İtalya'dan çıkarılması ve Avrupa kıtasının bunlardan arındırılması çağrısında bulundu. Aynı teraneleri popülist başbakan Victor Orban’dan da duyduk. Yeniden şekillenen dünyanın çirkin yüzü…
Durumlar değişiyor. Şanslı mıyız değil miyiz bilmiyoruz. Yıllarca gördüğümüz liderlerin bazıları düştü, diğer bazıları “ders bitmedi ey ahmak” gerçeğini keşfetmemiz için sözde Arap Baharı'nda öldürüldü. Bizim dünyamız farklı ve “ölüye dayak haramdır” deyişi bize tam olarak uyuyor.
1,5 milyondan fazla şehit verilen, ciddi krizlerden ve iç savaşlardan geçen bir ülkenin lideri var. Ülkeyi o durumdan kurtarıyor ancak kronik bir hatanın içine düşüyor. Ömür saatine bakmayı unutuyor, menfaatçiler etrafında toplanıyor, kendisinin kaç yaşında olduğunu unutturuyorlar. Zamanın dışında kalmak için tekerlekli sandalyeden bir ülkeyi yönetmeye kalkıyor. Halka seslenecek mecali yok, seçimler için adaylığını ilan ediyor, tam bir kara komedi! Cezayir halkı kahramanlığını gösterdi. Barışçıl bir beyaz devrim gerçekleştirdi, hayalet heykeller yıkıldı ve etrafındaki daireler yuvarlanıp gitti. Bir kısmı kaçtı, diğerleri de hapse girdi.
Cezayir halkı olup bitenleri anlamaya çalışıyor, bizler onların yanındayız. Onlarca yıl kendilerine ağırlık yapmış isimler kendilerine yeniden teklif edildiğinde hemen dikkat kesildiler ve gözlerini dört açtılar. Kendi kendilerini yokladılar ve şunu dediler: Bu yaşananlar gerçek olabilir mi? Evet gerçek. Siyasetin artık değiştiğini söylememiş miydik?
Hatta şu halkı kültürlü, sessiz ve sakin olan büyük ülke, okullarımızda coğrafya kitaplarında bildiğimiz, güney bölümü koparılmadan önce bölgedeki en büyük Arap ülkesi Sudan… Bir dizi kriz yaşıyor, Arap dünyasında birçoğunun ekmek sepeti haline geldiği bu ülke, yoksulluk çeken ve yardımlarla ayakta durabilen bir ülkeye dönüştü.
Cumhurbaşkanı Ömer El Beşir'i değişimlerin ortasında sabit bir imaj olarak görüyoruz. Henüz iktidardan tamamen uzaklaşmadı. Uluslararası mahkemeler tarafından kovalanan bu şahıs, o dönem ünlü bastonuna sığınarak dans etmeyi tercih etti, bazen asasını yere vurdu, kendisini tutuklama ve hesap verme kararlarından kurtarmak için yapmadığı cambazlık kalmadı. "Hesap vaktinin kesin geleceğini" hissedeceğini ve diğerlerinden daha ihtiyatlı olacağını düşündük.
Hikâye başladı ve gösteriler büyüdü. Görmezden gelmeyi tercih etti. 30 yıl boyunca ülkeyi yönetmiş bir kimse nasıl değişebilirdi ki? Önüne bakmak, 30 yıl iktidarda kalmış Mısırlı yöneticinin düşme hikâyesini hatırlamak istemedi. Keşke soluna baksaydı da meşhur "siz kimsiniz?" deyişini hatırlasaydı. Libya'yı kırbaç ve kamçıyla yöneten Kaddafi’den bahsediyoruz. Nasıl bir sonla hayata veda ettiğini de mi hiç düşünmedi? Balta kafaya saplanmadan bunu yapabilirdi. Sadece kendi çıkarlarını düşünen her bir kimseye isabet eden bir bela ona da isabet etmişti. Kendisi de buna kurban gitmedi mi?
Dünyamızda neler oluyor? Bu siyaset, Machiavelli'nin “Hükümdar” kitabı ve yaşlı Henry Kissinger'ın teorileri değil. Bu siyaset saçma bir tiyatronun küçük bir parçası.
Metin yok, senaryo yok, diyalog yok.
Ortak paydası, Arap filmlerinde alıştığımız gibi filmin kahramanı son kazanan olmuyor, bilakis son kurban oluyor hatta maalesef en kötüsü başına geliyor.