Gassan Şerbil
Şarku'l Avsat Genel Yayın Yönetmeni
TT

Sudan, Nil ve uzun gecenin sona ermesi

Bu durumu “Sudan’ın Düğünü” olarak adlandırmaları doğrusu beni birazcık şaşırttı ve kışkırttı. Çünkü deneyim ve tecrübeler bizlere, Arap ülkelerinin mutluluğun vatanı olmadığını, topraklarımızda bu tür otların yetişmediğini, saadetin en iyi ihtimalle geleceğinin işaretini veren ama gelmeyen huysuz ve aksi bir ziyaretçi olduğunu öğretmişti.
Bu adlandırma ilginçti çünkü Sudan zihinlerimizde, düğün mevsimleri dışında bir düğün ile anılmazdı. Nitekim bağımsızlığından bu yana Sudan’da bu mevsimler her zaman kısa olmuştu. Bu nedenle kendisini şansız bir ülke sayardık. Kendisini Arapların açık başarısızlıkları ve Afrika’nın sürekli hüzünleri arasında buluşturan coğrafya, en başından beri ona insaflı davranmamıştı. Başkent Hartum’un kıyılarında Beyaz ve Mavi Nil’in buluşması gibi Arap ve Afrika’nın hüsran ve yenilgileri Sudan topraklarında buluşmuştu.
Yönetim ile muhalefet arasında tekrarlanan ziyaretler ve görüşmeler, umut penceresinin kapalı olduğunu ve yakın bir gelecekte de açılmayacağına yönelik izlenimi güçlendiriyordu. Darbeler ve ayaklanmalar arasında kaybolmuş bir Sudan hakkında yazmak ise oldukça kolay olmuştur. Sudanlı siyasi güçlerin demokrasiyi geri alma ve ardından anayasa ve referansları Hartum hükümeti ile tartışmalar nedeniyle kaybetmedeki üstün yeteneklerinden bahsetmemiz de kolay olmuştur.
Uzun yıllar boyunca Sudan, acılarına sıkı sıkıya bağlanmış ve olduğu yerde kalmış gibiydi. 1989 ylının Haziran ayında saray ve onunla birlikte ülke, Hasan Turabi’nin tertiplediği, el-Beşir’i başkan olarak atayan ve darbenin mimarına tutuklu rolü vermeyi içeren bir hileyle “Kurtuluş Devrimi” tarafından ele geçirildi. Bu ustaca kamuflaj ve kandırmaca, darbenin İslami kimliğini gizledi. Kişi, parti ve ülkeleri kendisine inandırdı. General Mürşid’e isyan etmeden önce şeyh ve başkan formülüne ülkeyi ele geçirme imkânı verdi.
Ömer el-Beşir’in geniş Sudan gemisinin başına geçmesinden 4 ay sonra dünya değişmeye başlamıştı. Berlin Duvarı sarsılarak yıkılmıştı. Doğu Avrupa halkları Sovyet kafesinden atlayarak kurtulmuşlardı. Yoldaşlar, partileri ve göğüslerinde uzanan madalyaları ile yıkılmıştı. Bizzat Lenin’in ülkesi tarihin müzesine sığınmıştı. Sovyetler’in külünden yeni bir yorgun Rusya doğmuştu. O günlerde totaliter yönetimler çağının sona erdiği ya da gerilime yolunda olduğundan bahsediliyordu.
Dünya değişti ama Sudan değişmedi. Sudan’da bulunan rejim, Sudanlılara tek tip kıyafet dayatma, bunu ihraç etme, şu veya bu rejimin ülkesinde yangın çıkarabilme gücüne sahip olduğunu zannetti. En tehlikeli oyunları oynamaktan ve topraklarında yakın ve uzak ülkeleri kana bulayan kişileri ağırlamaktan kaçınmadı. Ünlü Carlos bile Şeyh ve Başkan’ın Fransız yetkililer ile yaptıkları bir anlaşmanın kurbanı oldu. Halen Fransa’da tutuklu bulunan Carlos’un belki de tek tesellisi şu anda el- Beşir’in de Kobar Cezaevi’nde ikamet ediyor olmasıdır.
Sudan rejimi, bütün uyarı ve yaptırımalara rağmen Sudanlı çoğulculuğu ve kendisinden farklı vatandaşlarının haklarını görmezden gelen metoduna bağlı kalmayı sürdürdü. Böylece dünya, güney ve kuzey arasındaki ayrılığa, Sudan halkının ve topraklarının bir bölümü ile petrol zenginliklerinin büyük bir kısmını kaybetmesine tanık oldu. Buna paralel olarak Darfur’da ve diğer bazı eyaletlerde de bir dizi felaketler yaşanıyordu.
Bazı Arap ülkelerinde “Arap Baharı”nın rüzgârları esip mezara gidene kadar sarayda yaşayabileceklerini zanneden kimi rejimleri devirdiğinde birçok kişi Sudan’ın da değişeceğini zanetti ama bu olmadı. Arap Baharı sona erdi. Karanlık kişiler, kendisini hedef alan kampanyalara yönelik müdahalelerin dozunu artırdı. El-Beşir, bu fırtınanın kendisini teğet geçtiğini zannetti. Ama çatışmaların, acı ve ızdırabın, rejimin manevralarının ve başkanın o ünlü asası ile mutlu dansının yorgun düşürdüğü Sudanlılar, bu kez güvenlik organlarının dağıtmakta başarılı olamadığı kararlı bir barışçıl isyan başlattılar. Ordu içerisinde bazı generaller de el-Beşir rejiminin son kullanma tarihinin geçtiğini anladı ve onu da rakiplerini sevk ettiği Kobar Cezaevi’ne gönderdiler.
Özgürlük ve Değişim Bildirgesi Güçleri, sivil bir devlet ve Sudan’da diktatör yönetim ve totaliter rejim kültürü dönemini kapatma hayalinde kararlı olmasaydı bu değişim gerçekleşmeyecekti. Aynı şekilde ordu da bu dönüşümün tarafını tutmasa ya da bu yeni durumu kabul etmeseydi değişim bu bedel ile gerçekleşmeyecekti. Ordu, el-Beşir’in safında yer alsa ve milis güçlere değişimi düşleyenlere saldırma fırsatı verilseydi Sudan’ın uzun sürecek bir savaşta boğulacağını itiraf etmeliyiz.
Değişimi düşleyenlerin kararlılıkları, ordunun bunu anlayışla karşılaması, Arap ve Afrika ülkeleri, uluslararası toplumun teşvikleri ile ülke, zorlu testlerden sonra “Sudan’ın Düğünü” durağına ulaştı. Böylece Askeri Geçiş Konseyi ve muhalefet temsilcileri, 3 yıl sürecek bir geçiş sürecinde sivil bir yönetimin temellerini atacak “anayasa bildirgesi”ni imzaladılar.
Geçiş dönemi kolay olmayacak çünkü yapılması gereken çok iş var. Sudan’ın yeniden inşa edilmeye ihtiyacı var. Dünyanın bu bölümünde sivil bir devlet hayali kolaylıkla gerçekleşebilecek bir hayal değildir. Aynı şekilde demokratik, çoğulculuğa ve farklı olma haklarına saygı duyan, dürüst ve adil seçimlerde sandıktan çıkan sonucu kabul edecek bir rejim inşa etmek hiç de kolay değildir. Güç dengeleri, geçiş sürecinde sivil ve askerlerin yapması gereken tango dansına başarıyı dayatmaktadır. Tango dansında en önemli şey ise partnerini ve korkularını anlamak, adımlarını onun adımlarına uygun olarak atmaktır. Değişim deneyiminin, fırsatçılardan ve kendilerini gizleyen değişim düşmanlarından temizlenmiş bir güvenlik kurumunun sağlayabileceği bir güvene ihtiyacı vardır. Ordunun da aynı gerçekliği benimsemesi gerekir çünkü geriye dönmek hem imkânsız hem de maliyetlidir. Sudan tangosunun başarılı olması için sabır silahına ihtiyaç vardır. Çünkü bitkin bir ekonomi ve devlet kurumlarında birikmiş birçok sorun bulunmaktadır ve bu sorunların hepsinin çözülmesi gerekmektedir.
İmza töreninde Özgürlük ve Değişim Bildirgesi Güçleri’nin temsilcisi Muhammed Naci el-Esam’ın yaptığı konuşma oldukça dikkat çekiciydi. El-Esam uluslararası topluma “Sudan’ın 30 yıl süren yokluğundan” dolayı özür dileyen bir mesaj gönderdi ve ”Sudan hepimize yetecek kadar büyük. Onu korumalı ve aramızdaki anlaşmazlıklara rağmen barış içinde birlikte yaşama konusunda anlaşmalıyız” dedi. El-Esam’ın dikkat çeken bir başka ifadesi de şuydu; ”Kadınlara yönelik her türlü ayrımcılığı kaldırmak ve yasal olarak haklarını korumak için gayret edeceğiz.”
Umut penceresini açan Sudanlılar, bu pencerenin tekrar kapanmaması için onu kararlılık, sabır, gerçekçilik ve tevazu ile korumalıdır. Sudan’ın düğünü bu kez gerçek ve derin gibi görünmektedir. Sanki halk, Nil Nehri’nin uzun süren gecenin gidişine tanık olması için bir dizi kandil yakmış gibidir.