Muhammed Rumeyhi
Araştırmacı yazar, Kuveyt Üniversitesi'nde Sosyoloji profesörü...
TT

Cahillik ve lüks tüketim

14. yüzyılda yaşayan, hala değerlendirilen ve Batılıların tarihin ilk dini olmayan yorumu olarak adlandırdıkları sosyal gelişim ile ilgili teorinin sahibi olan İbn Haldun’un  fikri eserlerinin keşfi, 19. yüzyılın ortasında Fransız- İrlandalı oryantalist William McCooken Celine’ye dayanmaktadır. Bu keşiften itibaren ve Doğulu Arapların 19. yüzyılın sonları ile 20. yüzyılın başlarında Avrupa’ya akması ile bu düşünürün eserleri, çeviriler ve şerhler ile Arap kültürüne girmeye başladı. O zamandan günümüze, bugün ilk nüshası Madrid’teki El Escorial Kütüphanesi’nde bulunan Mukaddime’yi  şerh eden birçok kitab yazıldı.
Dikkatli bir şekilde okumamdan çıkardığım sonuca göre İbn Haldun’un tarihi yorumlama teorisinde; Mukaddime’nin “ehli madar” yani hazeri- şehirliler olarak adlandırdığı büyük şehir ve belde sakinleri ile hayvanlarına otlak ve su bulmak için sürekli göç eden yerleşik olmayan “göçebeler” arasında devletlerin kuruluş ve yıkılışı birbirini izler. Daha sonra birçok araştımacı İbn Haldun’un yapmış olduğu bu tasnifi, belde (kıta) sakinleri olan Araplar ile çöl ve şehirlerin çevresinde yaşayan Arabiler (bedeviler) şeklinde ayırmışlardır. İbn Haldun’a göre; bir yere yerleşerek devleti kuran toplulukların (kilden evler inşa ederek) asabiyetleri (bağlılıkları) zaman geçtikçe hızlı bir şekilde aşınmaya başlar ve zenginleşerek İbn Haldun’un “refah ve lüks” adını verdiği bir hayat yaşamaya başlarlar. Bunun sonucunda devletleri zayıflar ve çölden gelen ama asabiyet duyguları yani “topluluk (bağlılık) duyguları” daha güçlü olan topluluklar tarafından yıkılarak yerine yeni bir devlet kurulur.
İbn Haldun, Arapların ortaçağında çalkantılı bir dönemde yaşamıştı. Endülüs’teki Arap yönetiminin zayıflamasına, ardından da yok oluşuna tanık olmuştu. Bunun yanında Bağdat’ın düşüşüne ve Şam’ın boşalmasına, Mağrip’te ümmetin küçük ve ayrı devletler biçiminde dağılışına şahit olmuştu. Batı ya da Doğu’nun uzun tarihleri boyunca aynı çağda yaşayan düşünürlerin birbirlerinin yeni fikirlerini kabul etmemeleri gibi İbn Haldun’un çağdaşları da onun tarihe getirdiği bu yeni yorumu kabul etmediler. İbn Haldun, zındıklık ve alışılmışın dışına çıkmak ile suçlandı. Buna rağmen bizlere, sosyal fenomeneri açıklamada  halen birçoklarının kendisine başvurduğu bir teoriyi miras bıraktı. Öyle ki; günümüzde, İngiltere Başbakanı Boris Johnson ve son olarak Donald Trump gibi hiç beklenmeyen kişiler bile onun sözlerinden alıntı yapmaktadır.
İbn Haldun’un eserindeki etkin faktör ve anahtar kavram; yerleşik ve medeni toplumların kapıldığı ve devletlerinin çöküşünün başlangıç noktasını oluşturan “zenginlik ve refah”tır. İbn Haldun, 3 faktörü ve aralarındaki etkileşimi açık bir şekilde fark etmiştir. Bu 3 faktör; “şehirlilik, bedevilik ve refah”tır ve birbirleri ile etkileşime geçmeleriyle ortaya sosyo-politik bir süreç çıkar. Şu ana kadar yazdıklarım bu düşünürün düşüncesini tanıtmak için değil, modern zamanda yaşayan biri olarak yazdım...
Modern zamanımızda yaşamadığı için İbn Haldun’un düşünemediği denklem bozulduğunda yani medeni olmayan topluluklar lüks ve refah ile etkileşime geçtiğinde toplum melezleşir. İbn Haldun’un şehirliler ile bedeviler arasında var olduğunu belirttiği birbirini izleme eylemi sona erse de bunun olumsuz etkileri ortaya çıkmayı sürdürür. Bugün tanık olduğumuz yeni gelişme ise; medeni olmayan ya da bazılarının deyimi ile bedevilerin – ki bu ifade küçümseme amaçlı değildir sadece bu toplulukların yaşam şeklini ifade etmek için kullanılmaktadır- Kur’an-ı Kerim’in ise “Arabiler” olarak adlandırdığı toplulukların refah ve konfor ile ilişkisidir. Bu ilişki ve günümüzde toplumu nasıl bozabileceği ile ilgili birçok örnek gösterebilirim. Bu örnekler, yaygın bir olguyu temsil etmeyebilir ama bizimle birlikte yaşamakta ve çoğalmaktadır. Bu nedenle kendisine işaret etmeliyiz. Bu yazı ile yapmaya çalıştığım şey de budur. Fakat elimde kesin çözümler yok. Çözümler bugün; israf, savurganlık ve aşırı harcama gibi farklı adlar ile anılan bu olguların tartışılmasından doğacaktır.
Birkaç hafta önce sosyal medya platformlarında, bana göre hem medeni olmayan hem de lüks ehlinden olan bir kadına ait bir video dolaşımdaydı. Bu videoda kadın, ayakkabı satan bir mağazanın önünde günlerce beklediğini anlatıyordu. Anlattığına göre; bu mağazaya girebilmek için mağaza çalışanın her sabah dağıttığı numaralardan birine sahip olmak gerekiyormuş. Bu numaralar bitip de kendisine sıra gelmeyenler, bir sonraki gün tekrar gelip sıraya girmeleri gerekiyor. Ardından kadın izleyicilere, satın almış olduğu ve fiyatı oldukça yüksek olan ayakkabıyı göstererek başarısını kutluyor.
Popüler kültür bizlere; markalardan yani büyük moda evlerinden, orta ya da daha düşük tabakadan kimselerin, yalancı ve sahte bir görünüm için bu yerlere nasıl üşüştüklerinden bahsediyor. Aynı şekilde; artık açık bir şekilde kendisinden bahsedilmeye başlanan ve toplumun insanlara giyim kuşamlarına göre değer biçtiği efsanesine dayanarak hoş görülen kişisel borçlanmaya teşvik ediyor. Oysa insanın değeri; giyim ve kuşam ile değil, aklında biriktirdiği bilgiler ve topluma ne kadar faydalı olduğu ile ölçülmelidir. Bu olgu kadın erkek birçoklarını; düşük gelirli olsalar da söz konusu markaları elde etme yarışına itiyor. Bu ise sosyal, hatta ahlaki birçok kötülüklere yol açabiliyor. Buna bir de bugün toplumlarımızı ele geçiren ve fashionista adı verilen ilginç bir olguyu da eklemeliyiz. Fashionista; her iki cinsten de kişilerin, çoğu ikincil öneme sahip hatta aptalca olan belirli tüketim mallarının veya hizmetlerin reklamını yapmasıdır. Öyle ki fashionista, cahil ve bilgisizler aracılığıyla bir servet sahibi olma ve zengin olma sanayisine dönüştü. Genç erkek ve kızların akıllarına egemen olarak giyim ve parfümden kirpiklere kadar birçok alanda tercihlerini yönlendirmeye, içinde bulundukları cehalet ve bilgisizlikten yararlanarak onları saçmalık ve bayalığın bir modeli haline getirmeye başladı.
Aşırı ve gereksiz harcama yani cahilce davranmak hem İslam kültürümüzde hem de bedevi kültüründe ayıplanan bir şeydir. Nitekim bu sözcük Kur’an-ı Kerim’de 10 kere zikredilmiş ve bunların 9’unda Allah bu kimseleri kınayıp ayıplamıştır. Burada kınama ile bizzat insanları değil, etraflarındakini anlama şekilleri ve bu esasa göre bulundukları davranışları kastediyoruz. Öyle ki İmam Malik’in, bedevi- medeni olmayan bir kişinin üretici şehirli hakkındaki tanıklığının kabul edilmeyeceği ile ilgili bir fetvası vardır. Kültürümüz bizleri; üretime, ekonomiye, dayanışma ve yardımlaşmaya, hikmetli bir medenileşmeye teşvik etmektedir.
Toplumlarımızı “bilgisizlik ile bağdaşmış israf ve savurganlığa” işaret eden bu görüntülerden kurtarmak; medya uzmanları, eğitimciler ve yazarların önceliği olmalıdır. Şu ana kadar bu olguyu eleştirecek, ekonomiyi zayıflatma, sosyal dokuda boşluk yaratma ve sahteciliğe teşvik etme gibi zararlarını açıklayacak bir kültürel akım meydana çıkmadı. Bu zararlardan biri de toplumda şekilciliğin deneyim ve bilgiye üstün gelmesi, topluma sahte ve ikiyüzlü bir imajın egemen olmasıdır. Öyle ki bu toplumsal baskı bazılarını, en azından “taklit markalar”dan satın alarak bu ürünlere sahip olmaya itmektedir. Bu nedenle; bazı Avrupa ülkeleri, bu markaları satın alıp giymeyi suç kabul ederek bunu yapanlara hukuki cezalar vermektedir.
İbn Haldun, Ortaçağ’da Arapların düşüşe geçtiği bir dönemde yaşadı ve görünüşe bakılırsa o dönemde, şehirlilerin kınanan lüks ve israfa dayalı yaşam biçimi, az ya da çok bu düşüşe katkıda bulunmuştu. Bu çağda ise medeni olmayan ya da onlara yakın toplulukları etkileyen karşıt bir olguya tanık oluyoruz. İbn Haldun’un tanık olmadığı için bahsetmediği ayrım budur. Toplumlarımız üzerindeki büyük olumsuz etkileri göz önüne alındığında üzerinde iyice düşünülmeli ve tartışılmalıdır.
Son olarak; Arap dünyamızda tartışmalar artık dünyaya egemen olan gelişme, kalkınma, endüstri ve teknoloji değil de çoğu zaman filan kişinin saati, falan kişinin elbisesi etrafında döner hale gelmiştir.