Abdurrahman Şalkam
TT

İtalya: Birbirini düşüren koalisyonlar

İtalya Başbakanı Giuseppe Conte, başbakanların çok uzun süre kalamadığı tarihi bir arena olan Roma'daki başbakanlık konutu Palazzo Chigi’den çıkarak cumhurbaşkanına istifasını sundu. Caracalla, Cavour, Mazzini, Garibaldi, Mussolini ve operanın efsane ismi Pavarotti’nin ülkesi olan İtalya’da hükümet değişiklikleri her zaman var olan kutsal bir kural.
İtalya parlamenter bir sistem ile yönetilen bir ülke. Bu sisteme göre kabine, parlamentonun 2 kanadı olan Temsilciler Meclisi ve Senato’da çoğunluğu elde eden parti ya da parlamentoda çoğunluğa sahip olan 2 veya daha fazla partinin oluşturduğu koalisyonlar tarafından kurulmaktadır. Cumhuriyetin kurulmasının ve birçok siyasi partinin doğumunun ardından uzun yıllar iktidarda kalan Hristiyan Demokrat Birliği Partisi’nin çökmesinin ardından çoğunluğa sahip tek parti tarafından kurulan hükümetler dönemi sona erdi. 1992 yılında yargının yürüttüğü Temiz Eller Operasyonu ve eski partilerin zayıflamasından sonra İtalya, farklı renklerden oluşan kabinelere tanıklık etti. Bunların sonuncusu da akademisyen Giuseppe Conte’nin başkanlık ettiği ve Matteo Salvini liderliğindeki Kuzey Birliği ile komedyen Beppe Grillo’nun lideri, başbakan yardımcısı Luigi Di Maio’nun ise genel sekreteri olduğu 5 Yıldız Hareketi’nden oluşan hükümetti.
İki partinin bakanlıkları paylaşması ile Salvini İçişleri Bakanı olurken Grillo ise Çalışma Bakanı oldu. Bunun yanından her 2 partiden de bir isim başbakan yardımcısı seçildi. Fakat daha ilk günden itibaren hükümetin bedenini saran kalın ip, Kuzey Birliği’nin Genel Sekreteri ve İçişleri Bakanı Senyör Matteo Salvini’nin eylemleriydi.
Hükümeti ve kamuoyunu meşgul eden konuların çoğunda Salvini, hükümet ortağı 5 Yıldız Hareketi ve bağımsız Başbakan Giuseppe Conte ile üzerinde uzlaşmaya varmış olduğu hükümet programına bağlı kalmayan özel yönelim ve politikalar takip etti.
Bağımsız ve sakin bir akademisyen olan Conte; bir dizi mali, iç ve dış siyasi krizler ile karşı karşıya kaldı. Salvini’nin popülist yaklaşımları nedeniyle AB ile ilişkiler gittikçe daha gerilimli ve kaygı verici hale geldi. Salvini özellikle de mali politikalar alanında Avrupa Komisyonu politikaları ile uyuşmaz bir tavır benimsedi. Avrupa’daki sağcı popülist hareketlerin başında yer aldı. Fransa’da aşırı sağcıları temsil eden Marie Le Pen’i, Almanya ve bazı Doğu Avrupa ülkelerinin aşırı sağcı isimlerini Milano’da ağırladı.
Bu dönemde yasadışı göç, İtalya kamuoyunu en çok meşgul eden konulardan biri oldu ve Libya sahillerindeki durdulamayan büyük göçmen akını, İtalya hükümetinin başlıca sorunu haline geldi. Bunun üzerine Salvini, göçmen karşıtı aşırı bir akımın başını çekerek binlerce göçmeni taşıyan kurtarma gemilerinin İtalya limanlarına girmesini engelledi. Bu uygulamalar, İtalyan yargı çevrelerini harekete geçirdi ve onların İtalya’nın uluslararası anlaşmalardan doğan yükümlülüklerine açık bir şekilde aykırı olduğu kararını almasına yol açtı. Matteo Salvini, aşırı sağcı Kuzey Birliği’nin lideri olarak hükümet içerisindeki politik hayatına, İtalya’nın lideri olma emelleri ile başladı ve katı bir şovenist söylem benimsedi. İtalyan kamuoyunu seçim hedefleri doğrultusunda harekete geçirdi. Bu yönelimi, Başbakan Conte ile Başbakan Yardımcısı ve hükümet ortağı 5 Yıldız Hareketi’nin Genel Sekreteri Di Maio’da çift başlı bir hassasiyet yarattı.
Kuzey Birliği ve 5 Yıldız Hareketi’nden oluşan koalisyon hükümeti, İtalya’da İkinci Cumhuriyet’in kuruluşundan hatta daha öncesinde miras kalan İtalyan siyasi rejime muhalif olan 2 siyasi güce dayanıyor. Her ne kadar bu sınıflandırma çok doğru olmasa da 2 harekette merkezin sağında yer alan hareketler olarak sınıflandırılıyor. Çünkü artık sol ve sağın, siyasi parti ve akımları kanatlardan birine yerleştirilmesini sağlayacak belirli siyasi ve eknomik özellikleri kalmadı. İtalya şu anda gerçek bir ekonomik kriz yaşıyor. Kamu borcu 3 trilyona yaklaşırken ülke tam anlamıyla bir ekonomik durgunluk içinde bulunuyor. AB ekonomik reformlar konusunda kendisine sürekli bir şekilde baskı yapsa da hükümet içindeki anlaşmazlıklar ile seçim vaatleri arasında kalan hükümetin, bu kötü durumdan kurtuluş reçetesi konusunda kafası karışıktı. Krizlerin ve hükümetin 2 kanadı arasındaki anlaşmazlıkların yükselttiği gerilim sonunda patladı. Bu patlama, Salı günü yani 24 Ağustos’ta yaşandı ve İtalya’da eşsiz bir opera sahnesi sergilendi.
Başbakan Giuseppe Conte, Senato’da bir konuşma yaparak yardımcısı Matteo Salvini’yi daha önce görülmemiş bir eleştiri yağmuruna tuttu. Salvini’yi kişisel liderlik emellerini ülkesinin menfaatlerinin önüne geçiren, hükümetin çalışmasını engelleyen, İtalya’nın AB ile ilişkisini bozmaya çalışan biri olarak niteledi. Hatta Salvini’ye yöneltilen Rusya ile şüpheli mali işler yürüttüğü suçlamasını ilk kez yüksek bir sesle dillendirdi. Elini sağında oturan Salvini’nin omzuna koyarak ona doğrudan şöyle dedi; ”Matteo, sen dini siyasi bir propaganda aracı olarak kullandın. Oysa bu, İtalya’nın laik kimliğine aykırıdır. Halkın seçmiş olduğu demokratik bir platform olan meclise alternatif olarak sokağı seçtin.” Conte konuşmasında, Salvini’yi diktatör, popülist hatta ırkçı olarak tanımlayan ifadeler kullanmaktan da kaçınmadı. Başbakan Conte’nin Senato’da yardımcısına karşı giriştiği hücumu destekleyen veya karşı çıkan alkışlar ve sesler ise İtalya’nın içinde bulunduğu durumu yansıtan bir başka görüntüydü. Bunun üzerine Salvini, Senato’da bakanlara tahsis edilmiş yerden ayrılarak parti kimliği ile kapsamlı karşı saldırısını başlatmak için Kuzey Birliği’ne ayrılan yere geçti.
Başbakan Giuseppe Conte’yi doğrudan hedef alan bir saldırı başlatan Salvini ise her yerde ve platformda deklare etmekten geri durmadığı politikasını Senato’da bir kez daha yineledi. Konuşmasına, AB’nin taleplerine boyun eğmeyi reddettiğine işaret edip İtalya’nın boynuna tasma geçirilmiş bir köpek gibi istenen yere sürüklenmesine karşı olduğunun altını çizerek başlayan Salvini, göç karşıtı tutumunu bir kez daha vurguladı. İtalyan halkının özgür bir halk olduğunu, sınırlarını ve kıyılarını koruduğunu, bunları başkalarına açmayacağını belirtti. Almanya’nın göçmen politikasına gönderme yaparak göçmen dalgalarını ülkelerinde karşılamak isteyenelerin bunda özgür olduğunu ama kendisinin bunu yapmayacağını söyledi. İtalya’da İtalyanların azalırken göçmenlerin çoğaldığını ve 2050 yılında İtalya’daki göçmenlerin sayısının 10 milyona ulaşacağını ifade etti. Conte’nin tespih ve haç gibi dini sembolleri kullandığına yönelik suçlamalarına ise İtalyanların Katolik olduğu ve kendisinin de böyle olmaktan gurur duyduğu karşılığını verdi. Conte’ye karşı yüksek sesle; ”Sen düşmanını seçtin ki o da benim. Peki, öyle olsun ama şunu da söylemek isterim ki ben Macron ya da Merkel’e boyun eğmeyeceğim. Diktatör olduğum suçlamasına gelince tek diktatör İtalyan halkıdır” dedi.
Senato’da yaşananlar ülkeyi en başa yani kısa ömürlü hükümetler döngüsüne geri götürdü. İtalya; 2001-2005 yılları arasında görev yapan Silvio Berlusconi hükümeti dışında yasal süresinin sonuna kadar görevini sürdüren bir hükümete şahit olmadı. Bu nedenle Berlusconi hükümeti, İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana İtalya’da görev yapan en uzun ömürlü hükümet sayılmaktadır. Conte’nin istifasını resmi olarak kendisine sunmasının ardından Cumhurbaşkanı Sergio Mattarella, parti başkanları ile temaslarına başladı. Fakat bu temaslarının sonunda hükümet krizini çözecek bir çözüme ulaşamadığı için hükümet kurabilme ihtimalleri bulunan partilere ikinci tur istişareleri başlatacağı Salı gününe kadar süre tanıdığını açıkladı. Şu ana kadar öne sürelen seçenekler arasında en öne çıkanı, 5 Yıldız Hareketi ile Demokrat Parti’nin bir koalisyon hükümeti kurmaları. Ertelenmesi mümkün olmayan bütçe görüşmeleri nedeniyle Cumhurbaşkanı ve bazı siyasi güçlerin eğilimi de bu yönde. Bunun gerçekleşmemesi halinde ise diğer alternatif seçenek, bu yılın sonunda ya da gelecek yılın başında erken seçimlere gidilmesi. İtalya, siyasi ve ekonomik bir kriz yaşıyor. Peki bu krizlerinden kurtulmak için hangi yolu seçecek? Seçimleri mi yoksa kısa ömürlü koalisyonlardan oluşan bir başka arenayı mı?