Hasan Ebu Talib
TT

Haşdi Şabi ve Irak’ın egemenlik krizi

New York Times gazetesinin 22 Ağustos’ta yayınladığı, Irak’taki Haşdi Şabi üslerine 21 Haziran ile 20 Ağustos’ta gerçekleştirilen hava saldırılarının arkasında İsrail olduğunu vurgulayan ABD’nin yarı resmi sızdırması, Irak hükümetine doğrudan mesajlar içeriyordu. Bunların en önemlileri; Washington’un Mehdi hükümetinin İran’a bağlı Haşdi Şabi sorununu çözme yönteminden memnun olmadığı, Haşdi Şabi’nin Suriye ve Lübnan’da İran’a bağlı diğer gruplar tarafından desteklenmesini ve İran silah desteğine erişiminin kolaylaştırılmasına karşı olduğudur. Üçüncüsü; Washington’un herhangi bir bölgesel tarafın –halihazırda bu İsrail oluyor- İran’ın kollarının bölgesel genişlemesine son verecek askeri ya da askeri olmayan operasyonlar düzenlemesini engellemeyeceğidir.
Bu tür mesajlar, İran ile farklı ülkelerin topraklarında hükümetlerinin denetimi dışında faaliyet gösteren örgütlerden oluşan müttefiklerini de kapsamaktadır. En önemlileri de; ABD’nin açıklamış olduğu İran’ın bölgesel nüfuzunu siyasi, askeri ve mezhepçi yönden kuşatmak amacına ulaşana kadar İran’ın bölgesel kollarını kesme stratejisini sürdüreceğidir. Ayrıca Washington’un herhangi bir yerde İran’ın kollarını hedef alabilecek operasyonları gerçekleştirme gücüne sahip her taraf ile koordinasyon içinde olmaya açık olduğudur.
İsrail tarafı ile bu alanda koordinasyon, özellikle İran nüfuzu ile mücadele, Tel Aviv için birinci sırada yer alan stratejik önceliği temsil ettiği için elbette tartışma konusu değildir. Irak’ta olduğu gibi örtülü bir ABD onayı veya Suriye’de örtülü ama aynı zamanda yarı açıklanmış Rus onayı var oldukça Tel Aviv’in,  güvenliğini sağlamak için gerekli olduğunu düşündüğü şeyi yapmaktan geri kalacağı düşünelemez. Nitekim İsrail Başbakanı Netanyahu, Bağdat’ın güneyinde Haşdi Şabi kamplarının maruz kaldığı “meçhul” saldırılar hakkında yaptığı dolaylı yorumunda bunu açık bir şekilde deklare etti. Bu yorumunda; İsrail’in saldırıda doğrudan parmağı olduğunu ve yeni politikasının bu tür operasyonlara tanıklık edecek operasyonlar sahasını genişletmek yönünde olacağını vurguladı.
Bütün bu mesajlar bir araya geldiğinde; 1 Temmuz’da yayınlanan karar gereğince ister Başbakan tarafından temsil edilen Irak Silahlı Kuvvetleri Yüksek Komutanlığı’nın emri altına tam anlamıyla girmiş ister görünüşte Başbakanlık şemsiyesi altında ama fiili olarak bağımsızlığını korumuş olsun Haşdi Şabi, Irak ve Abdulmehdi hükümeti için bir ikilemi temsil etmektedir.
Gerçek şu ki Haşdi Şabi unsurlarının Irak ordusuna katılması kararı; dış güçler ya da içerideki siyasi taraflar, nüfuz sahibi kişiler veya dini bir merciye değil de vatana sadakat ve disiplin kavramı ile Irak ordusu açısından sorunludur. Zira bilindiği gibi 2014 yılında Iraklı dini merci Sistani’nin, o dönemde DAEŞ’in elde ettiği zaferlere karşı verdiği cihat fetvası ile kurulan Haşdi Şabi, Irak’a değil İran’a bağlılık duymaktadır.
Irak Başbakanı Abdulmehdi’nin ilgili kararına göre; Haşdi Şabi, ana siyasi partiler ve örgtüler ile ilişkisinin kesilmesinden sonra Irak ordusuna entegre edilecek ama her biri kendi yapısını koruyacaktır. Yine bu karara göre Haşdi Şabi güçleri, Irak ordusu gibi karar ve talimatlara uyacak ama aynı zamanda bölünmeden tek parça halinde kendi komutanı olan özel askeri bir birlik olarak kalacaktır. Bu da pratik olarak birisi Haşdi Şabi’ye diğeri Irak ordusuna ait 2 yapılanma olacağı anlamına gelmektedir. Aynı şekilde bu; her birinin kendi komuta kadrosu, mesleki bağımsızlığı, görevleri ve işlevleri olsa da her ikisinin de doğrudan Dini Lider’e bağlı olduğu İran ordusu ile Devrim Muhafızları’na sahip İran örneğinin kopyası gibidir. Belki de bu benzerlikten dolayı 2008 yılında imzalanan ABD-Irak Stratejik Ortaklık Anlaşması gereğince Irak ordusunun eğitimi ve donanımından birinci derecede sorumlu olan Washington; Haşdi Şabi’nin bu düzenlemeye göre Irak ordusuna entegre edilmesinin, üzerindeki İran etkisinin Irak ordusunun bütün yapısını ele geçirmesinin önünü açabileceğini düşünmektedir. ABD’nin Irak’a yönelik politikasının içeriğine karşı olsalar da Şii ve Sünni ve bazıları askeri birçok Iraklı şahsiyet de bu tür uyarılarda bulunmaktadır.
Başbakan Abdulmehdi’nin kararını savunanlar ise bunun halihazırda tek alternatif olduğunu, bu örgütün özellikle de siyasi, askeri ve ekonomik alanda bazı liderlerinin sahip olduğu gücü, kendisinin sahip olduğu büyük gücün boyutunu dikkate aldığını düşünmektedirler.  Bu formülün ayrıca zorunlu olarak İran’ın Irak’taki rolünü, bu örgütün rolünü sona erdirmenin veya yasal düzenlemelere uygun olarak tamamen siyasi bir örgüte dönüştürmenin  zorluğunu hatta imkansızlığını göz önüne aldığını belirtmektedirler. Her ne kadar Mukteda el-Sadr gibi Irak, sosyal uyumu ve siyasi bağımsızlığını korumak adına bunu talep eden bazı önde gelen Şii liderler olsa da dediğimiz gibi bunu gerçekleştirmek neredeyse imkansızdır.
Bu siyasi, yasal ve pratik sorunların gölgesinde Irak hükümeti bazı adımlar atmıştır. İlki; Haşdi Şabi kamplarının maruz kaldığı saldırının niteliğini, bunu gerçekleştiren tarafın iç yoksa dış bir taraf mı olduğunu araştırmak için soruşturma komisyonu kurulmasıdır. Dolayısıyla hala soruşturulan bu saldırılar hakkında belirli bir sonuca ulaşılamayacağı gibi yayınlanması zor sonuçlara da ulaşılabilir. Haşdi Şabi içerisindeki üst düzey kaynaklar ise en başından beri saldırıların dış bir güç tarafından gerçekleştirildiğini ve ABD’nin saldırıyı gerçekleştiren tarafı bildiğine inanmaktadır. İkinci adım ise Haşdi Şabi’ye bağlı askeri kampların şehirlerin merkezlerinden açık alanlara taşınması, Irak’ın savunma gücünün geliştirilmesi başta olmak üzere bir dizi kararları içermektedir.
Hem en önemli hem de en karmaşık olan üçüncü adım; ABD’ye iki ülke arasındaki stratejik ortaklık anlaşmasını özellikle de içerisinde birçok çelişki barındıran güvenlik riskleri ile ilgili maddeyi uygulama çağrısında bulunmaktır. Bu maddeye göre; Irak’ın karşı herhangi bir dış veya iç tehdit ile karşı karşıya kalması, egemenliğini, siyasi bağımsızlığını ve toprak bütünlüğünü ihlal eden, demokratik rejimini tehdit eden bir saldırıya maruz kalması halinde Irak hükümetinin talebi üzerine taraflar, karşılıklı olarak kararlaştırılabilecekleri gibi derhal stratejik istişarelerde bulunacaklardır. Daha sonra ABD; diplomatik, ekonomik ve askeri ya da bu tür tehditlere karşı alınabilecek diğer önemler dahil olmak üzere bütün uygun önlemleri alacaktır. Dolayısıyla sorunun, ABD’nin Irak’ın güvenliğini ve bağımsızlığını korumak için atması gereken belirli adımların kararlaştırılacağı istşare görüşmelerinin başlatılması ile sınırlı olduğu nettir. Elbette görüşmelerin gerçekleşmesi, ABD’nin belirli adımları atmak zorunda olduğu anlamına gelmemektedir. Nitekim yazımızın başlangıcında yer alan sızdırma ile ilgili haberi dikkate alırsak bu talebin bir yandan içeriye dönük sakinleştirici bir mesaj diğer yandan da bölgesel müttefiğini denetim altında tutması için Washington’a gönderilmiş bir mesajdan ibaret olduğunu düşünebiliriz. Ancak Washington’un bölgesel müttefiğini denetim altında tutması tamamen uzak bir ihtimaldir. Bu da Irak’ın tamamı için büyük bir sorunu temsil etmektedir.