Emir Tahiri
İranlı gazeteci-yazar
TT

Trump ve Mollaların aldatmacası

Geçtiğimiz hafta sonu başkent Tahran’daki siyasi tartışmanın konusu, Trump ile Ruhani arasında olası bir toplantı ve bu konu hakkındaki çeşitli spekülasyonlardı. Trump, Biarritz’de iken İranlı Mollalar ile görüşmeye hazır olduğunu ve bu toplantının yakın bir zamanda gerçekleşeceğine inandığını duyurmuştu. Diğer yandan Ruhani, İran resmî televizyonlarına çıkıp koşulsuz şartsız ‘herhangi biri’ ile görüşmeye hazır olduğunu açıkladı.
İranlı ‘reformist’ bir analizci, Paris saatine göre gece yarısı benimle iletişime geçerek bana, Trump’ın yardımıyla kendi reformcu kanadının, “Yüce Rehber” Ali Hamaney’in yönetimi altındaki radikal kanata karşı ‘aldatıcı’ bir zafer gerçekleştirmenin eşiğine gelmiş olduğunu haber verdi.
Telefonda anlattığına göre Ruhani, önümüzdeki Eylül ayında BM’nin New York’taki Genel Kurul faaliyetleri sırasında Trump ile bir araya gelecek. Toplantıda, Obama yönetiminin imzaladığı ‘İran nükleer anlaşmasının’ yanı sıra Başkan Trump’ın İran konusundaki diğer taleplerini de içerecek bir anlaşmaya zemin hazırlayan ‘yol haritası’ şekillenebilir. Haliyle bu ABD’nin İran’a uyguladığı ekonomik yaptırımların da kaldırılmasının yolunu açarak bitkin İran ekonomisini çöküşün eşiğinden kurtaracak.
Bu beklenen ‘mucize’ önümüzdeki İran genel seçimleri ve reformcu kanadın ezici zaferi ile aynı zamana denk gelecek. Bu da yüksek koltuğundan kalkıp emekliye ayrılması yönünde Ali Hamaney’e daha fazla baskı yapılması ve İran “Yüce Rehberi” olarak yerine Hasan Ruhani’yi geçirmelerine imkân tanıyacak. Muhammed Cevad Zarif de böylece dışişleri sahnesinden cumhurbaşkanlığı kürsüsüne taşınacak. Ali Hamaney ile Rus yanlısı ekibinin devrilmesi ile birlikte ‘New York Gençleri’, İran’ı, Ortadoğu bölgesinde ABD’nin başlıca ortağı olarak yeni bir yörüngeye sokacak.
Bu anlatıda dikkati çeken şey, oldukça eskimiş, belki de bariz saçma olduğudur!
Mollaların İran’daki iktidar dizginlerini ele geçirmelerinden birkaç hafta sonra Washington’daki Jimmy Carter yönetimi, Şah Muhammed Rıza Pehlevi’nin düşüşünden sonraki ilk İran Başbakanı Mehdi Bazirgan’ı ABD’nin birlikte çalışabileceği ve işbirliği yapılabilir bir adam olarak görmüştü.
Ancak Mehdi Bazirgan’ın düşmesinden sonra dikkatler, olayların hafızasından hızlı bir şekilde kaybolan Ayetullah Muhammed Beheşti, Ebu’l-Hasan Beni Sadr ve Sadık Kutubzade gibi isimlere yöneldi. Bunlardan Sadık Kutubzade’nin, İran’ı devrimci aşamanın dışına çıkarıp, ne anlama geldiğine bakılmaksızın, ılımlı bir ulus devlet olarak normal hayatına döndürmesi bekleniyordu.
Adı geçen bu adamlar, o dönemde iktidara devam etmesi için yaşının ileri olduğu düşünülen Ayetullah Humeyni’nin varlığında İran ‘Thermidor’ zümresini oluşturuyor ve İran’ı, İslam devrimini izleyen terör döneminden kaynaklanan radikal devrimci hedef ve stratejilerden vazgeçirmeyi hedefliyorlardı. Feriba Adilhah adlı genç bir İranlı araştırmacı vardı. Paris’te yaşayan bu araştırmacı, İran’ın en şiddetli savunucularından biriydi. O kadar ki “İran Thermidor’u” adlı bir kitap kaleme aldı. (Şu an Fransız medyasının farklı kanallarında kendilerini ve devrimlerini savunduğu adamlar eliyle Tahran’da siyasi gözaltında tutuluyor).
80’li yıllarda Rafsancani kanadından, 90’lı yıllarda Muhammed Hatemi ekibinden ve 2004 yılında Laricani kardeşlerden de benzer analizleri işittik. Eski ABD Başkanı George W. Bush ve eski İngiltere Başbakanı Tony Blair çeşitli vesilelerle bana Tahran’da kendileri ile çalışabilecekleri isimler belirlediklerini ve bu çabalarda başarı anahtarının da Ali Hamaney ve onun radikal ekibinden kurtulmak olduğunu bildirdiler.
Belirli bir aşamada ABD Başkanı Ronald Reagan yönetimi, kurnaz İran Mollası ve usta faydacı iş adamı Haşimi Rafsancani’yi, Çin lideri Deng Şiaoping’in yaşayan İranlı versiyonu olarak gördü. O esnada Dışişleri Bakanı Jack Straw’un etkisi altında kalan Tony Blair açısındansa gelişmiş düşünce adamı ve reformcu mutedil Molla Muhammed Hatemi, Sovyet lideri Mihail Gorbaçov’un İranlı versiyonuydu. 2004’ün başlarında da hem İngiltere hem de Fransa’daki siyasetçilere göre Hasan Ruhani, belirgin hızlı başarısızlıkları ile birlikte Rafsancani ve Hatemi’nin gerçekleştirmeyi taahhüt ettikleri sözleri yerine getirebilecek adamdı. ABD Dışişleri Bakanı John Kerry’nin bahislerinin çoğunu kazanan at ise İran’ın ilk diplomatı Muhammed Cevad Zarif’ti. Hasan Ruhani’ye parlak ‘liberal’ görünümü veren, onun ‘New York Çocukları’ adı ile bilinen grubudur.
Bununla birlikte Batılı analizciler ve İran’daki benzerleri, bu değerlendirmede şu iki belirleyici noktayı gözden kaçırıyor.
İlk nokta şu ki tüm devrimci iktidar rejimleri gibi İmam Humeyni zümresi de Batılı dış güçleri bırakın, İran toplumunun orta sınıfının dilediği yönde gerçek bir reform için belirgin bir mekanizmadan yoksundur. Dolayısıyla devrim liderleri zaman zaman reformcu girişimler ortaya koysa da bunlar, en başından başarısızlığa mahkûm girişimlerdir. Aynı şeyi 20’li yıllarda Vladimir Lenin yapmaya çabaladı ve Sovyet rejimini ekonomik düzlemde özgürleştirmek yerine zorba Josef Stalin’i sonuç veren yeni ekonomi politikasını uyguladı. Aynı şekilde Çinli reformcu Mao Zedong’un ‘Yüz Çiçek’ adlı projesi, büyük baskıcı proleter kültür devrimine dönüştü ve bu devrim, Çin halkından milyonlarca kişinin ölmesiyle sonuçlandı. Buna ek olarak komünist iktidar, ülkenin iktidar dizginlerini sıkıca kavradı. Humeyni de 1981 yılında ilan edilen sekiz maddelik reform projesiyle benzer bir adım izlemeye çalıştı ve bu 1988 yılında açıktan açığa yapılan kitlesel idam hükümleri ile kanlı bir duruma yol açtı. İran İslam Cumhuriyeti’nde uygulanan idam hükümleri ve siyasi tutuklama kararları, Muhammed Hatemi ve Hasan Ruhani gibi reformcu cumhurbaşkanları döneminde artış gösterdi.
Batılı güçlerin görmezden geldiği ikinci nokta ise İran’ın, her biri iç ayrışmalarla uğraşan geniş iki kampı arasındaki mevcut bölünme halidir. Bu kamplardan biri, karanlık İslam devrimi karşısında yoğun bir hayal kırıklığı yaşayan ve çağdaş İran tarihinin bu korkunç kanlı faslını mümkün olan en kısa zamanda kapatmak için bir yol arayanlardır ki bunlar şu an çoğunlukta. ‘İktidardaki rejim içerisinde değişiklik’ düşüncesi, bunlardan bir kısmının görüşünü yansıtıyor. Bununla birlikte bu düşünce, şimdiye dek hâkim İran rejimi içerisinde iktidarın nasıl ele geçirileceğine ilişkin güvenilir ve pratik bir siyasi tasavvur ortaya koymadı!
İkinci kampta ise -çeşitli nedenlerle- Humeynici İslam devrimine inanmaya devam edenleri görüyoruz. Bu kampın mensuplarının büyük çoğunluğu radikaldir. Hep de öyleydiler. Yani gerçekliği kabul etsek de etmesek de Ali Hamaney, ne Rafsancani ne Hatemi ne de Ruhani’dir. O İslam Cumhuriyeti’ndeki orkestrayı yöneten şeftir. İşin aslı gösteriyor ki Batılı güçler, İslam Cumhuriyeti ile ne zaman bir anlaşma ya da sözleşme imzalasalar iş nihayetinde Humeyni’ye götürülürdü. Ondan sonra da sadece Hamaney’e götürülüyor. Irak ile şiddetli savaşı bitirme kararıyla anında öldüren zehir bardağını bir dikişte içen Humeyni idi; o dönemde güçlü İranlı adam rolü oynayan Rafsancani değil.
Barack Obama’nın İran ile imzaladığı nükleer anlaşmaya dönecek olursak; Hasan Ruhani, daha İslam Cumhuriyeti’nde başbakanlık koltuğuna oturmamışken müzakerelerin başlaması için emir veren Ali Hamaney’di. Basında İran nükleer anlaşması olarak bilinen Kapsamlı Ortak Eylem Planı şeklindeki belirgin sonuca o dönemde üstü kapalı olarak verilen onay jestiyle ulaşıldı.
Buna dayanarak Başkan Trump ve diğer siyasetçiler, Tahran’daki mevcut rejimle bir anlaşma imzalamak istiyor. Görüşüp konuşmak istediği adam ise kendisine çizilen sınırlar içerisinde cumhurbaşkanlığı oynayan Hasan Ruhani değil, Ali Hamaney’dir. Salı günü Hamaney, bu gerçeği gözler önüne serdi ve Ruhani’ye, Başkan Trump ile yakında bir zirve gerçekleştirme konusunda duyduğu belirgin gururu yutmasını emretti.
İran’da radikallerin ılımlılara karşı sergilediği bu komedi, bana tamamen zıt iki karakterin sergilediği Fransız Buffa operasını hatırlatıyor. Bunda hayranlarının davetlerini kesin bir şekilde reddeden Nanette, nihayetinde hepsine cevap verir. Yolanda ise tüm davetleri onaylayacağının sözünü vererek hiçbirine icabet etmez. Sonunda bu iki genç kızın, ne pahasına olursa olsun başkalarına zarar vermeyi kafaya koymuş yetenekli bir cadı gibi, her seferinde kılık değiştiren aslında tek bir kız olduğunu görüyoruz.
Bay Trump, bu can alıcı noktanın farkında mı?