Muhammed Ali Sekkaf
Yemenli yazar
TT

Tunus ve Cezayir geçiş süreçleri ile Yemen tecrübesi arasındaki fark

Şarku'l Avsat gazetesinin müstesna yazarlarından Semir Ataullah, Pazar günkü yazısı ile bana Le Monde gazetesinin eski editörü büyük gazeteci André Fontaine’yi hatırlattı. Fontaine, sadece Le Monde gazetesinde çıkan yazıları ile değil  Soğuk Savaş ile ilgili klasik eseri ve daha sonra yayınladığı diğer kitapları ile Paris’teki Sorbonne Üniversitesi’nde eğitim gördüğüm sırada hem benim hem de birçok öğrenci için bir referanstı.
Yazıyı okuduğumda Saddam Hüseyin, Kuveyt’i işgal ettiğinde André Fontaine’nin söylemiş olduğu bir ifadeyi hatırladım; “Saddam diktatör olmasaydı Batılı devletler Kuveyt’i işgal etmesini görmezden gelebilirlerdi.”
Batı’ya göre Saddam Hüseyin, ne yapacağı belli olmayan biri olduğu için güvenilmezdi. Bu yüzden Batı ondan korkmuştu. Çünkü Irak’ın petrolü yanında petrol rezervleri ile Kuveyt’i de muhafaza etmeyi başarabilirse, Irak’ı bölgedeki en büyük petrol rezervine ve üretimine sahip ülkelerden biri yapabilirdi. Bu da Batı’nın bir darboğaza sürüklenebileceği anlamına geliyordu ve bunu kabul etmesi mümkün değildi.
Diğer bir deyişle; Batı’da değer ile ilkeler olarak adlandırdıkları ve inandıkları şeyler ile çelişse de bizzat olayın ciddiyetini yani Saddam Hüseyin’in Kuveyt’e saldırması ve işgalini umursamayan kişiler vardı. Onlar için asıl önemli olan; Batı’nın bölgedeki çıkarlarına tehdit oluşturmadığı sürece Batı kamuoyuna, demokratik bir rejim –bu rejim yarı demokratik olsa da- ile karşı karşıya olduklarını göstermektir.
Eski Yemen Cumhurbaşkanı Ali Abdullah Salih rejimine karşı da aynı biçim ve aynı mantıkla hareket ettiklerini düşünüyorum. Bu kişiler; Salih’in rejiminin otoriter doğasını, 33 yıldan fazla bir süre yönetimde kalmasını sağlayan sahte demokrasisini, yazımızın ilerleyen bölümlerinde göreceğimiz gibi iktidarda kalmak için nasıl anayasal ve yasal mekanizmalara başvurduğunu çok iyi bilmelerine rağmen kendisini benzer rejimler gibi gelişmekte olan demokrasilerden biri olarak kabul etmiş ve buna göre davranmıştır.
Karşılaştırma yapmak gerekirse, Tunus ve Cezayir deneyimleri birçok faktör ile Yemen deneyiminden farklıdır. Bunlar arasında; Akdeniz’in demokrasilerinin güneyinde yer alan bir coğrafi konumda bulunmaları, Akdeniz’in 2 kıyısında yer alan ülkeler arasındaki kültür ve medeniyet alışverişi ve onları Yemen deneyiminden ayıran diğer birçok faktör vardır.
Örneğin; Kuzey Yemen, devlet için modern kurumları kurmaya çalışmayan Osmanlı işgali altında kalmıştı. Oysa Güney Yemen’i işgal eden İngiltere, sömürgesi olan Aden ve güneyin diğer şehirlerinde; hükümet, parlamento, yargı, modern idareler, anayasa gibi modern devlet kurumlarının temellerini atmanın yanısıra parti ve sendikaların kurulmasına, birçok yerel gazatenin ortaya çıkmasına izin vermişti. Tunus ve Cezayir de Fransa sömürgeciliği altında bütün bunlar ile tanışmıştı.
Birleşik Yemen devletinin deklare edilmesinin ardından Kuzey ve Güney devletlerinin imzaladıkları anlaşmaya uygun olarak 2 devletin elde ettiği en iyi kazanımları ve deneyimleri korumaları gerekiyordu ama bu gerçekleşmedi. Kuzey Yemen’in Güney’i yendiği 1994 savaşından sonra ise bu tamamen unutuldu.
İşte tam bu noktada, tartışmasız bir şekilde iktidarını sürdürmesi için siyasi ve anayasal sistemin yönetici elitlerin hizmetine nasıl uyarlanacağı ile ilgili tarihi ve kültürel mirasın rolü açıkça ortaya çıkmaktadır.
Cezayir Ulusal Kurtuluş Cephesi (FLN) en az 20 yıl siyasi sahneye egemen olmuştu. Aynı şey Tunus için de geçerliydi. Modern Tunus’un kurucusu Habib Burgiba’nın kurmuş olduğu Düstur Partisi uzun bir süre iktidarda kalmıştı. Nitekim Tunus’un devletin kurucusunun partisi dışındaki ilk cumhurbaşkanı, Kaid el-Sibsi’den sonra demokratik seçimler ile doğrudan seçilip cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturan Marzuki’ydi.
Cezayir’de ise Tunus deneyimine benzer bir deneyim yaşanmadı. Göreve gelen cumhurbaşkanlarının çoğu FLN’dendi.
Yemen deneyimine gelecek olursak; Yemen anayasası, Fransa’da General de Gaulle döneminde kurulan 5’inci Cumhuriyet’in kabul ettiği başkanlık ile parlamenter sistemini birleştiren karma bir sistemi onaylamıştı. Nitekim Mısır’daki Başkan Hüsnü Mübarek rejimi de bunu model almıştı. Ama Mısır’ın şartlarına göre uyarlamıştı. Yemen’deki Salih rejimi ise kendisini olduğu gibi kopyalamıştı. Ama Fransa’nın aksine Yemen’de, başkanlık ve parlamenter sistemlerden oluşan karma bir sistemden çok başkanlık sistemine yakın hale geldi. Oysa Fransa’da bu sistem olduğu gibi uygulandığı için Sosyalist Parti’den olan Cumhurbaşkanı Mitterrand, partisi parlamentoda çoğunluğa sahip olmadığından çoğunluğu oluşturan muhafazakarlardan birisi olan Jack Chirac’ı hükümeti kurmak ile görevlendirmekten kaçınmamıştı.
Ne Yemen ne de Mısır, Fransa’ya benzer bir deneyime tanık olmadılar. Bunun yerine Cumhurbaşkanı Salih’in 1982 yılının ağustos ayında kurulan Genel Halk Kongresi Parti’si, birlikten önce Güney Yemen’deki ortağı “Sosyalist Parti” gibi Kuzey Yemen’i otoriter bir rejim ile tek başına yönetti.
Birlik kurulduğunda ise kendisinin demokrasinin temsilcisi olacağı varsayılıyordu. Ancak yalnızca 1993 yılının nisan ayında düzenlenen ilk meclis seçimlerinin sonuçları bir tür demokrasiyi yansıtmıştı. Bu seçimlerde Cumhurbaşkanı Salih’in partisi, birinci sırada yer alırken ikinci sırada birlikten önce Genel Halk Kongresi’nin bir parçası olan Islah (Reform) Partisi, üçüncü sırada ise birlik anlaşmasını imzalayan taraflardan olan Sosyalist Parti yer almııştı.
Daha kötüsü ise 1997-2003 milletvekilleri seçimlerinde yaşandı. Bu seçimlerde, Cumhurbaşkanı Salih’in partisi istediğini elde etti. Meclisteki toplam 301 sandalyeden 231’ini alarak Dr. Abdulkerim el-Iryani’nin deyimi ile rahat çoğunluğa yani ezici çoğunluğa ulaştı.
Ancak Cumhurbaşkanı Salih, seçilmiş meclis ile yetinmeyerek bütün üyelerini kendisinin atadığı “Şura Meclisi” adında ikinci bir meclis daha kurdu. Buna göre cumhurbaşkanlığı seçimlerine aday olacak adaylar, her 2 meclis tarafından öneriliyordu. Aday olmak isteyenlerin bu 2 meclis tarafından önerilmesi gerekiyordu.
Cumhurbaşkanının 2 meclise de egemen olmasının en önemli sonucu ise; Genel Halk Kongresi tarafından sunulmadıkça herhangi bir anayasa değişikliği önerisinde bulunma ya da oylama imkansızlığına yol açmış olmasıdır. Çünkü anayasya göre, yalnızca cumhurbaşkanı ya da parlamento anayasa değişikliği önerisinde bulunabilir. Ayırca parlamentonun böyle bir girişimde bulunabilmesi için de anayasa değişikliği önerisinin meclis üyelerinin üçte biri yani 100 milletvekili tarafından imzalanması gerekiryordu. Dolayısıyla mecliste toplamda 231 milletvekiline sahip olduğu için               –bunların 225’i asli üyesi geri kalanı ise kendisine katılan bağımsızlardır- yalnızca Genel Halk Kongresi anayasa değişikliği önerisinde bulunabilirdi. Meclis toplam üye sayısından geriye kalan 70 milletvekili ise gerekli üçte bir şartını yerine getiremedikleri için anayasa değişikliği önerisinde bulunamıyorlardı.
Bu noktadan yola çıkarak, eski Cumhurbaşkanı Salih, 2003 yılında 2 ay sonra görev süresi sona erecek olan parlamentonun, görev süresini 4 yıldan 6 yıla çıkaran anayasa değişikliği önerisinde bulundu. Aynı oturumda milletvekilleri de cumhurbaşkanının görev süresini 5 yıldan 7 yıla çıkaran anayasa değişikliği önerisinde bulundular. Böylece milletvekilleri, Cumhurbaşkanının kendilerine yaptığı iyiliğe benzer bir karşılık vermiş oluyorlardı.
2003 yılındaki bu anayasa değişikliğinin en ilginç yönü; cumhurbaşkanının görev süresini 7 yıldan 5 yıla indiren Fransa ve Senegal gibi ülkelerin aksi yönünde gerçekleşmiş olmasıydı.
Yemen’de gerçekleşen bu anayasa değişikliğinin nedeni ise; Cumhurbaşkanı Salih’in iki dönemlik görev süresini –aslında 3’tür- doldurmuş olmasıydı. Nitekim Cumhurbaşkanı Salih bir önceki seçimlerde; 1994-1999 döneminde seçimlerin doğrudan gerçekleşmediği ve görev süresini 2 dönem ile sınırlayan değişikliğin 2004 seçimleri ile yürürlüğe girdiği için birinci dönem cumhurbaşkanlığının sayılamayacağını öne sürerek bir dönem daha cumhurbaşkanlığı yapabilmişti. Ancak şimdi böyle bir gerekçesi de kalmadığı için anayasada bir değişiklik daha yaparak bu kez görev süresini uzattı. Bu değişikliğin diğer amacı ise; yönetimi oğluna miras bırakmaktı.
Kısaca gördüğümüz gibi, Cumhurbaşkanı Salih, parlamentodaki çoğunluğa ve Yüksek Seçim Kurulu’na hakim olduğu için 2011 yılındaki “Öğrenci Devrimi”ne kadar iktidarda kalmayı başardı.
Diğer yandan Cezayir’deki halk gösterileri, eski Cumhurbaşkanı Buteflika rejiminden kişilerin seçim kurulu ve hükümet üyeleri arasında yer almasına karşı çıkmıştır.
Tunus deneyimi ise Cezayir deneyiminden farklıydı. Tunus’da devrimden sonra ilk önce cumhurbaşkanlığı seçimleri ardından milletvekili seçimleri yapılması kararlaştırıldı.