Bekir Uveyda
TT

Libya'da Krallık, Arap birliğine Kaddafi'den daha çok bağlıydı

1967 yılının sonlarında Bingazi’ye yaptığım ziyaret sırasında tanıdığım şekli Libya Krallığı’nın teorik ve pratik olarak kelimenin tam anlamıyla birleşik olduğunu söyleyebilirim. Ancak ilk olarak bir şeye açıklık getirmem gerektiğini düşünüyorum.
Libya’yı kendi evlatlarından daha fazla önemsediğim ve umursadığım iddia etmiyorum. Böyle bir iddia hata olur. Hatta bazen yabancı birisi çıkıp da bir ülkenin halkına, sevdikleri ülkelerine onlardan daha bağlı olduğunu ve onun için daha çok endişelendiğini iddia eden sözler söylediğinde bu, büyük bir kusur ve ayıp derecesine yükselir.
Nitekim son 50 yıl veya daha fazla bir süredir Arap dünyasını vuran bütün fitne zamanlarında felaketler ve sıkıntılar ile sınanan bütün Arap ülkelerindeki halklar gibi Libyalıların başına da bu gelmiştir.
Bu nedenle; geçen hafta Çarşamba günü “Kaddafi'nin elindeki Ömer Muhtar'ın Bingazisi” başlıklı yazımın içeriği ile devamı olan bu yazıda yer vereceklerimin, bir başkasından duyup naklettiğim, onun da bir başkasından duyduğu, bir bölümün unuttuğu ya da kendinden bir şeyler eklediği olaylar değil bizzat tanık olmuş olduğum olayları belgeleme çabası olduğunu belirtmek isterim.
Yaşadığım gerçek bana, Kral Muhammed İdris es-Senusi yönetimi altında birleşik bir Libya’da yaşayan bir Bingazi’yi ziyaret ettiğimi söylüyor. O dönemde de her şeyin olması gerektiği gibi olmadığı doğrudur. Elbette, o zamanda şehirlerin kenarlarında teneke ve derme çatma malzemelerden yapılmış gecekondu mahalleri ve yoksullar vardı.
Ancak, ülkelerin yükseliş tarihlerine bakıp yoksulluğun daha önce hiç olmamış gibi tamamen yok olduğu bir toprak parçası olup olmadığını sorsak büyük olasılıkla yanıt alamayız. Olaylara pratik mantık çerçevesinden baktığımızda; 1961 yılında Libya petrol üretiminin başlamasından Muammer Kaddafi’nin darbe ile yönetime gelmesine kadar geçen 8 yılın, Krallık döneminin halkın yoksullaşmasına neden olduğu başta olmak üzere birçok suçlama ile mahkum edilmesi için yeterli ve bilimsel bir zaman ölçütü olmadığını kabul etmeliyiz.
1968’den 1 Eylül 1969’a kadar Libya’da ikamet ettim ve benim gibi farklı ülkelerden birçok Arap vardı. Libya halkı arasında yaşıyor, onlarla birlikte çalışıyor ve mutlu ya da en azından çoğunun -aralarında oldukça sınırlı bir gelire sahip olanlar da vardı- yaşamlarından memnun olduklarını görüyor ve hissediyorduk. Bütün samimiyetimiz ile onlarla kardeş olduğumuzu hissediyorduk. Arap birliğine bağlılığını kanıtlamak için Libya Krallığı’nın bundan daha fazlasını yapmasına ihtiyacı var mıydı? Kesinlikle, hayır.
Bu noktada şunu söyleyenler olabilir:
“Büyük Fatih Devrimi”nin lideri vizeleri kaldırarak Libya’nın kapılarını bütün Araplara açmadı mı? Evet öyle yaptı ama görmek ile duymanın bir olmadığı da doğru değil mi? Asıl önemli olan rakamlar değildir. Libya Krallığı’nın Arap birliğine bağlılığı ile Kaddafi Cemahiriyesi’nin birlikten kaynaklanan doğum sancıları arasındaki fark, akıllıca hareket eden, araştırdıktan sonra uygulamaya geçen ve herkes için karlı ve memnun edici bir sonuç elde eden yumuşak başlı bir lider ile bütün sınırlarda öfkeli ve hesapsız bir şekilde birlik çığlıkları atan lider arasındaki fark gibidir.
Bu son liderin uygulamalarının sonucunda; Arap ülkelerinden hesapsızca Libya’ya akan, iş ve konut gibi ihtiyaçları karşılanması gereken insan dalgası nedeniyle bizzat Libyalıların gelirlerinin gerileyip kendi ülkelerinde zora düşmüşlerdir. Nitekim bu, gönüllerde kalıcı bir yara açmıştır. Hatta Libya halkı, bununla ilgili bir fıkra bile uydurmuştur. Buna göre; Bingazi halkı, Kaddafi’ye içerisinde şöyle yazan bir mesaj göndermişler; "Bingazi’deki Libyalılar topluluğu Büyük Fatih bayramınızı kutluyor”.
Başkaları gibi her iki dönemi de yaşadım. Muammer Kaddafi yönetiminin ilk 5 yılından itibaren, Libyalıların çevrelerinde Libyalı olmayanların çokluğundan duydukları sıkıntı açıkça ortaya çıkmaya başladı. Bunların önemli bir bölümünü Arap olmayan yabancıların oluşturduğu doğru ama Arapların birliğini talep eden çığlığın dinmeyen sesi ve yöneticinin bıktıracak derecede bunu tekrarlaması yalnızca karşı bir reaksiyon doğurmayı başardı.
Diğer ülkelerden gelen Arapların varlığından memnuniyet duyan Libyalıların çoğu aksi şekilde düşünmeye başladı. Her ne kadar nezaket gereği ya da rejimden korktukları için bunu açıkça dile getiremeseler de Libya’da yaşayan Arap kardeşleri onlar için bir anda geçimlerine bile ortak olan bile rakibe dönüştü. Bir de Kaddafi, utanmadan Libyalıları tembellikle suçlaması ve diğer Arapların daha çalışkan oldukları için işleri kaptıklarını iddia ettiğinde durum, daha da kötüleşti.
Çok geçmeden, Arap ülkeleri arasında sınırlar olduğu için öfkeden köpüren bu genç subayın, yalnızca Araplar arasındaki bölünmüşlüğü arttırmayı başardığı yavaş yavaş ortaya çıkmaya başladı.
Bu da yetmezmiş gibi bir de ülkesinin vatandaşlarının bir zamanlar kardeş olarak gördükleri Arap misafirlerinden rahatsız olmaya başlamalarına yol açmıştı.
Peki, neden ve nasıl?
En başa gidip araştırdığımızda, başta medyanın diktatörlüğü cilalamadaki rolü olmak üzere bir diktatörü meydana getiren temelleri buluruz.
Benim de bunda özür dilemeyi gerektirecek kadar bir katkım olduğunu itiraf ediyorum.
Sözü daha fazla uzatmadan burada bitirelim.