2022 yazında genç Mahsa Amini'nin öldürülmesinden itibaren, başörtü zorunluluğuna meydan okuma işaretleri artıyor. Son savaşın ardından, sosyal medyada kadınların bu zorunluluğa meydan okumaya cesaret ettiklerini, hatta halka açık yerlerde başörtüsü takmadan erkek arkadaşlarıyla dans ettiklerini gösteren videolar çoğaldı. Daha önce sahneye hakim olan siyahın aleyhine, şehrin görüntüsündeki renkler çoğalıyor. Ayrıca, rejimin sembolleri ve kanatları arasında resmi ve dış politikalara yönelik aleni eleştirileriler de artıyor. Cumhurbaşkanı Mesud Pezeşkiyan, dünyanın herhangi bir yerinden daha ağır yaptırımlara maruz kalan ülkesinin halkının “açlıktan kırıldığını” söylemekten çekinmiyor.
Bu elbette, Agence France-Presse'in (AFP) aktardıklarını geçersiz kılmıyor. Buna göre Bağımsız BM araştırmacıları, İran'da yüzlerce Kürt, Arap ve Afgan'ın infaz edilmeleri, tutuklanmaları, sınır dışı edilmeleri ve kovulmaları da dahil olmak üzere “baskının yoğunlaşmasını” kınadı. Görünürde hiçbir sebep olmaksızın sürekli hedef alınan gazeteciler ve Bahai vatandaşlar da buna dahil. Gelgelim, rejimin bilincini yöneten saplantılı komplo teorileri ve son savaşın ortaya çıkardığı “sızmalar” sebebiyle, bu baskı artık yalnızca ulusal güvenlik meseleleriyle bağlantılı görünüyor. Diğer “ahlaki” ve dışavurumcu baskı biçimleri ise azalıyor gibi görünüyor.
Velayet-i Fakih üzerine kurulu ve Humeyni'nin dini ve siyasi tarihle ilgili yorumunu benimseyen bir rejimde, bunun belki de en çarpıcı kanıtı, yakın zamanda Ayetullah Hamaney'in Mirza Muhammed Hüseyin Naini'yi onurlandırmasıdır. Dini Lider'in bilhassa savaştan bu yana daha az göründüğü göz önüne alındığında, bu onurlandırma önemlidir. Bu onurlandırma ve onurlandırılan kişiyi öven açıklamalar, İranlı Arman-ı Emrûz gazetesinde yayınlanan (ve Tahran'a yakın Lübnanlı el-Ahbar gazetesi tarafından çevrilen ve yayınlanan) bir makaleye göre, rejimin siyasi ideolojisinde ciddi bir gözden geçirme sürecinden geçtiğini göstermektedir ve bu gözden geçirme onu “dini despotizmden” uzaklaştırabilir.
Bunun nedeni, Naini'nin akıl hocası Ayetullah Muhammed Kazım Horasani ile birlikte 1906 Anayasa Devrimi'ni destekleyen önde gelen din adamları arasında yer almasıdır. Bu iki isim, İmam’ın gaybeti döneminde ve onun mükemmel sistemi uygulanmadığı sürece anayasal yönetimin en iyi siyasi sistem olduğu teorisini geliştirdiler.
Ayetullah Humeyni’nin, Anayasa Devrimi'ne ve sembollerine karşı herhangi bir sempati beslediği bilinmiyor olsa da, devrimin ve aynı zamanda Naini'nin en önemli muhalifi olarak kabul edilen bir din adamına sempati besliyordu; o da Ayetullah Fazlullah Nuri. Bu kişi, Meşrutiyetçiler tarafından, özellikle de her türlü reforma şiddetle karşı çıkan Şah Muhammed Ali başta olmak üzere, Kaçar hükümdarlarının elinde bir araç olarak görülüyordu. Aynı şekilde onu 1907'de İngilizlerle birlikte İran'ı bölen Rusların ajanı olarak da yaftaladılar. Nuri'nin Meşrutiyetçileri ve devrimlerini tekfir etmesine, ayak takımını onları öldürmeye ve mallarını yağmalamaya kışkırtmak da dahil olmak üzere diğer eylem ve açıklamalarına karşılık, Meşrutiyetçiler devrimleri yenilgiye uğramadan önce onu yargılayıp, idam ettiler.
1979'dan sonra Nuri'yi yücelten ve mirasını yeniden canlandırmaya çalışan Humeyni rejimi oldu. Adını Tahran'daki geniş bir otoyola verdiler ve devasa bir duvar resmi çizdiler. Ana akım edebiyat onu Batı'ya, sapkınlıklarına ve ihlallerine karşı duran, İslam'ı ve Şeriat yasalarına göre yönetimi savunan tarihi bir lider olarak sundu.
Nuri'nin yüceltilmesi için çabalayan en önemli isimlerden birinin, İslam rejiminin temel direklerinden ve Humeyni'nin en seçkin öğrencilerinden biri olan Ayetullah Mesbah Yezdi olduğu iyi biliniyor. Devrimden sonra Yezdi, “İmam Humeyni Eğitim ve Bilimsel Araştırma Enstitüsü”nü kurdu ve Uzmanlar Meclisi üyeliğine atandı. Rejim içinde siyasi liderler, özellikle de cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad üzerindeki etkisiyle tanınan Yezdi, aynı zamanda “İslam hükümetini sevmeyen herkes pasaportunu alıp ülkeyi terk edebilir” sözüyle de ünlüdür. Rejimin en ideolojik figürlerinden biri olduğu için, “iyi” ile “kötü” tarihi tasnif etmekle görevlendirilmişti. En önemli ve en karanlık katkılarından biri, Ayetullah Muhammed Bakır el-Meclisî ve öğretilerinin yeniden canlandırılmasıydı. 17. yüzyılda yaşamış ve kötü şöhretli “Bihar-ül Envar”ın yazarı olan Meclisî'nin fikirleri, İran-Irak Savaşı'nın patlak vermesi ve ardından gelen mucizelere ve doğaüstü olaylara ilginin artmasıyla birlikte büyük talep gördü. Safeviler, daha erken bir dönemde İslam'ı çevreden ayrışmak için gösterişli bir farklılık biçimi olarak kullanıp, Şiiliği erken dönemde İran için “ulusal” bir dine dönüştürürken, Meclisî, Hüseyin bin Ali'nin son Sasani kralı Üçüncü Yezdicerd'in kızıyla evlendiği iddiasıyla İmamlar ile İran monarşisi arasında sıkı bir bağ kuran kişiydi.
Dolayısıyla, Naini'yi onurlandırmak, son derece ideolojik bir rejimde önemsiz bir ayrıntı olmadığı gibi, kendisi bu şekilde onurlandırılırken, rakipleri Nuri veya Meclisî'nin onurlandırılmasına devam edilemez. Ya biri ya da diğeri onurlandırılmalıdır.
Ancak böyle bir gelişme, daha önce böyle bir gevşeklik veya zayıflık yaşamamış bir ideolojik yapıyı etkilemeye başlayan ideolojik bir dengesizliğe işaret ediyor. Bu durum ise, dikkat ve takip gerektiriyor, çünkü bazı İranlı yöneticileri bir miktar korku sarmış olabilir. Zira küçük cankurtaran botları yolcular için yeterli ama bagajları için yeterli olmayacaktır.