Prof.Dr. Bilal Sambur
Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Öğretim Üyesi
TT

Dini bir tecrübe olarak barış

İnsanlığın en çok ihtiyaç duyduğu şey, barıştır. Günümüzde dünyanın her yerinde meydana gelen savaşlar, çatışmalar ve şiddet, dünyada barışın nasıl sağlanacağı sorusunu birincil mesele olarak önümüze koymaktadır. Dünyada barış konusunda duyarlılık oluşturmak için 1 Eylül, Barış Günü olarak kutlanmaktadır. Nazi Almanya’sının Polonya’yı işgal ettiği 1 Eylül 1939 tarihinden dolayı bu tarih, Dünya Barış Günü olarak kabul edilmektedir. İkinci Dünya Savaşı gibi dünyayı yıkıma götüren bir savaşın en önemli tarihlerinden birisinin barış günü olarak kabul edilmesi, savaşa karşı barışla cevap verilmesi ihtiyacını ifade etmektedir.
Çatışma ve barış, çok karmaşık olgulardır. İnsanlar, çoğu zaman sorunlarının çatışmadan geçtiğini düşünmekte, barışın ise çatışma çözümü olduğunu ihmal etmektedirler. Barışı ve çatışmayı meydana getiren insanın kendisidir. Çatışmayı sonlandırmanın ve barış yapmanın kendi görevi olduğunu kabul etmesi gereken insan, çatışmayı çözme sorumluluğunu çözme sorumluluğunu üstlenmelidir. İslam, insana çatışmalarını çözmeyi ve yeryüzünü bir barış yurdu haline getirme sorumluluğu yüklemektedir.
Barış üzerine tefekkür ve taakkul, insanlık üzerine düşünmektir
Kendisine fıtri olarak yüklenen barış sorumluluğunu yerine getirmek için insanın barış konusunda uyanık, duyarlı ve aktif bir kalbe ve akla ihtiyacı vardır. Akıl ve kalp körleştiği ve yozlaştığı zaman, yeryüzünde her türlü kötülük, şer, yıkım ve çatışma meydana gelmektedir. İnsan, barış konusunda kendisini hesaba çekmeyi, tefekkür etmeyi, akıl etmeyi ve amel etmeyi öğrenmelidir. Barışın diriliş ve hayatın bizzat kendisini tefekkür ve taakkul eden kişi, barışın yeryüzünde inşasıyla her şeyin değişmeye başlayacağını idrak edecektir.
Barış üzerine tefekkür ve akıl etmek, insanlık üzerine düşünmektir. İnsanlığımız üzerine tefekkür etmek, insanlığımızın bütün boyutlarını ve çoğulculuğunu keşfetmek demektir. Barışın temel dinamiği, kaynağı ve özü, korkusuzca ve sınırsızca çoğulcu olmayı öğrenmektedir. İnsani hayatın sınırsız çoğulluğunu tanımak, anlamak ve içselleştirmek, çoğulculuk bilinci ile barış bilincinin özdeş olduğunu ortaya koymaktadır. Barışı tecrübe etmek, sınırsızca ve korkusuzca çoğulcu bilince sahip olmak anlamına gelmektedir. İnsana dair hiçbir özelliği dışlamadan ve ötekileştirmeden insanlığımızı bütün renkleriyle eşit bir şekilde tanımak ve kabul etmek, barış tecrübesinin olmazsa olmazıdır.
Barış, manevi ve ahlaki bir konudur
Barış konusu, genelde seküler politik bir konu olarak düşünülmektedir. Barışın ekonomik ve siyasal boyutları ele alınarak onun ahlaki, manevi ve dini boyutları ihmal edilmekte veya yok sayılmaktadır. Barış, manevi ve ahlaki bir konudur. İnsanın dünyada felah ve selam, yani barış ve esenlik içinde nasıl yaşayacağı sorusu, ahlaki ve manevi nitelik taşımaktadır. İnsanların manevi ve ahlaki dünyalarında barış ideali ve değeri yerleşmeden, dünyada barışın gerçekleşmesi mümkün değildir. Ahlaki ve manevi nitelik taşıyan barışla dinin ve teolojinin sürekli olarak ilgilenmesi gerekmektedir. Teolojinin asli konusu olan barışın dinsel tecrübenin olmazsa olmaz boyutu olarak ele alınması insani bir ihtiyaçtır. Barış ve dinin birbirinden ayrılması, dini bir şiddet aracına indirgediği gibi, insanın insanı kurdu haline getiren bir vahşet durumunun oluşmasına da yol açmaktadır.
Kendimizi sürekli olarak barış eğitiminden geçirmemiz gerekmektedir
İnsanın barış yerine niçin saldırganlığı ve şiddeti seçtiği, önümüzde önemli bir soru olarak durmaktadır. İnsandaki yıkıcılığın kaynağını vahşet geniyle açıklayan yorumlara rastlamaktayız. İnsanda biyolojik olarak bir vahşet geni olmadığı gibi, beyinde bir saldırganlık ve yıkım merkezi de bulunmamaktadır. Savaş ve şiddet, insanın içinde yaşadığı toplumdan ve kültürden öğrendiği bir şeydir. Toplum ve kültür, barış yerine şiddet ve savaşı dayattığı zaman, insan hayatında yıkıcı sonuçların çıkması kaçınılmazdır. Savaş ve şiddeti biyolojik yapımızın doğal bir sonucu olarak görmek yerine, içinde yaşadığımız kültürün ve toplumun savaş ve şiddet konusunda dediklerini sürekli olarak sorgulamalıyız. Savaş ve şiddet öğrenildiği gibi, barış ve çoğulculuk içinde bir arada yaşamada öğrenilebilmektedir. Barışı ve çoğulculuğu hayatımızın temel tutumu ve değeri haline getirmek için kendimizi sürekli olarak barış eğitiminden geçirmemiz gerekmektedir.
Öfke ve umutsuzluğu ancak Allah’ta sükûn bulan kalpler ve akıllarla yenmek mümkündür
İslam fıtri barışın oluşması halinde dışsal barışın oluşacağını ifade etmektedir. Fıtri barış, Allah’ta huzur, sükûnet ve felah bulmaktır. Barışın kaynağı Allah’tır. Allah’ta kalplerin ve akılların sekinet bulması, barışın olmazsa olmazıdır. Ruhlarda, kalplerde ve akıllarda barış gerçekleşmeden, sadece politik çabalarla barışın gerçekleşmeyeceği açıktır. Allah’ta sekinet bulmayı hedefleyen bir fıtri barış sürecinin hedefi, insanın insanı düşman, öteki ve öcü görmemesidir. Kalplerin ve akılların sekinet bulması için yenilmesi gereken düşman, insan değil, insanın öfke ve umutsuzluğudur. Öfke ve umutsuzluk, insanın kalbinde ve aklında oluşan her türlü çatışmanın, şiddetin, ayrımcılığın, ırkçılığın, cinsiyetçiliğin ve düşmanlığın kaynağıdır. İslam, fıtri barış için insanın öfkesini ve umutsuzluğunu sürekli olarak yenmesi şeklinde büyük bir meydan okumaya Allah’ta sükûn bulmayı gerektiren bir cevap vermeyle insanı sorumlu tutmaktadır. Öfke ve umutsuzluğu ancak Allah’ta sükûn bulan kalpler ve akıllarla yenmek mümkündür.
İslam, barışı manevi ve ahlaki olgu olarak değerlendirmektedir. Politikacılar ve bürokratlar arasında imzalanan barış anlaşmalarının dünyada insanların duygularında ve davranışlarında barışçıl ve yapıcı meyvelerini vermediği birçok örnek bulunmaktadır. Kişinin barışı manevi ve ahlaki bir tecrübe olarak görmesi, kişinin kendi iç dünyasını sürekli olarak eleştirel şekilde hesaba çekmesi, varlığının derinliklerine kök salan öfke ve umutsuzluğa karşı mücadele etmesini gerektirmektedir. Seküler bir barış anlayışı, insanların duygularını ve davranışlarını değiştirmeye yetmemektedir. Barışı manevi ve ahlaki değer ve ideal gören İslam, merhamet ve empatiyle insanların duygu ve davranışlarını değiştirmek suretiyle silmi gerçekleştirebileceklerini insanlığa öğretmektedir.