Günler ve saatler geçtikçe Suudi Arabistan’daki Aramco tesislerini hedef alan terör saldırısının, Dini Lider Ali Hamaney’in doğrudan direktifleri ve İranlı Devrim Muhafızları’nın katkısı ile İranlı eller tarafından gerçekleştirildiği dünyaya daha fazla kanıtlanıyor.
Terör saldırısının ilk anlarından itibaren özellikle ABD, saldırının arkasında İran’ın olduğunu kesin bir şekilde biliyordu. Washington’un, dünyayı 24 saat tarayan uydulara sahip olduğu bir sır değil. Bu yüzden Dışişleri Bakanı Mike Pompeo, bu saldırıyı “savaş nedeni” olarak nitelendirdi.
Geçen hafta Washington ve özellikle de New York içerisinden yapılan sızdırmalar ile doluydu ve bunların çoğu kasıtlıydı. Bu sızdırmalardan biri de üst düzey bir ABD’li yetkilinin, CBC haber kanalına verdiği; Hamaney’in, İran’ın katkısına dair iz bırakmayacak şekilde yapılmak şartıyla saldırıyı onayladığına dair kesin bilgilerdi.
Yukarıda bahsettiğimiz gibi ABD uyduları, her zaman iş başında ve gözlerinden hiçbir şey kaçmıyor. ABD Başkanı Donald Trump ve yönetiminin elinde daha yayınlanmayan birçok görüntüler bulunuyor. Bu görüntülerde, İran Devrim Muhafızları Ahvaz Hava Üssü’nde saldırı için düzenlemeler yaparken görülüyor. Elbette bu görüntülerin çekildiği sıralarda yetkili kişiler, bu kişilerin ne için hazırlık yaptıklarını, Suudi Arabistan’daki tesislerin, füzeler ve SİHA’lar ile hedef alınana kadar anlamamışlardı.
Dini Lider Hamaney’in sadece Suudi Arabistan ekonomisini değil, petrol fiyatlarının yükselmesine yol açarak küresel ekonominin tamamını etkileyen böyle çirkin bir saldırının emrini vermiş olması doğal mıdır?
Yakın bir zamanda bu köşede, Mollalar gemisinde bir isyanın baş gösterdiğini dile getirmiştik. Yine, İranlı yetkililer arasında ABD yönetimi ile müzakare masasına oturmanın; Washington ile kaçınılmaz olarak gerçekleşecek ve sonucu kesin olan bir savaşla, İran islam Cumhuriyeti’nin intiharına yol açacak sorumsuz bir stratejiden daha yararlı olacağını düşünenlerin olduğunu belirtmiştik.
Bu kişilerin istekleri, içerideki devrimci sahneyi kontrol eden ve son 40 yılda bölgede yaşanan en kötü devrimin tarihi mirasını koruduklarını zanneden Dini Lider ve Devrim Muhafızları’nın istekleri ile çatışıyor.
Buradan yola çıkarak saldırının; BM Genel Kurulu toplantıları kapsamında ABD Başkanı Trump ile İran Cumhurbaşkanı Ruhani’nin görüşme ihtimalinin arttığı bir dönemde, bunun önüne geçilmesi için gerçekleştirildiğini söyleyebiliriz. Buna ek olarak; İran ile barış yapmak istediğinin bir göstergesi olarak ABD’nin bazı yaptırımları kaldırmaya yönelik olumlu bir adım atmasını ve bunun yeni bir nükleer anlaşma imzalanmasına yol açabilecek müzakarelere kapı aralamasını engellemek için de düzenlenmiş olduğunu belirtebiliriz.
Dediğimiz gibi ABD Dışişleri Bakanı Pompeo, Suudi Arabistan’a düzenlediği ziyaret sırasında bu saldırıyı “savaş nedeni” olarak nitelendirdi. Dolayısıyla Suudi Arabistan’ın, saldırıyı gerçekleştiren taraftan üst düzeyde hesap sorması doğaldır. Çünkü BM’nin 1974 yılında aldığı 3314 sayılı karar, savaş nedenini şu şekilde tanımlar: Savaş nedeni ve saldırganlık, bir devletin başka bir devletin egemenliğini, bölgesel güvenliğini ve siyasi bağımsızlığını askeri güç kullanarak hedef almasıdır.”
Öte yandan saldırganlık suçu ya da savaş nedeni; uluslararası barışı hedef alan, siyasi, askeri ve ekonomik itibar bir yana uluslararası sorumluluk gerektiren bir suç olarak da tanımlanmaktadır.
Yine BM tüzüğünün 51. maddesine göre, saldırıya maruz kalan devlet, Güvenlik Konseyi küresel barış ve güvenliği korumak için gerekli önlemleri alana kadar meşru müdafaa hakkını kullanabilir.
Aynı şekilde saldırıya uğrayan ülke, tek başına ya da toplu olarak meşru müdafaa hakkını kullanmasına izin veren uluslararası bir kararın alınmasını isteme hakkına da sahiptir.
Suudi Arabistan, petrol tesislerine gerçekleşen saldırıyı, güçlü ve cesaretli bir şekilde, kendine hâkim olarak üst düzey bir bilgelik ve uzak görüşlülük ile yönetiyor. İstese saldırı gerçekleşir gerçekleşmez doğrudan karşılık vermek hakkını kullanabilirdi ama bunun yerine ilk olarak durumu Güvenlik Konseyi’ne taşımayı ardından da uluslararası hukuk yollarını izlemeyi seçti. Başta tarihi müttefiği olan ABD olmak üzere dünyayı, Dini Lider ve Trump yönetimi tarafından terör örgütü ilan edilen Devrim Muhafızları’ndan hesap sorma sorumluluğu ile karşı karşıya bıraktı.
Suudi Arabistan, saldırıyı gerçekleştiren tarafın kesin olarak belirlenmesi için yapılan soruşturmaya isteyen herkesin katılabileceğini açıklayarak çok iyi yaptı. Çünkü bu şekilde küresel kamuoyunun desteğini kazandı. Ateş onların evlerine sıçramadan ve Mollalar rejiminin füzeleri onların şehirlerini de hedef almadan önce uyuyanlara uyanma çağrısında bulunma fırsatını verdi.
Merhum Kral Abdullah bin Abdulaziz, bütün dünyayı teröristleri barındırmamak konusunda uyardığında, birçokları ve özellikle de Avrupa ona inanmadı. Batı, teröristlere destek vererek ve onlarla anlaşma yaparak ülkelerini gelecekteki terör dalgasından koruyabileceğini zannetti. Ama bugün pişmanlıktan parmaklarını ısırıyor. Çünkü yaşananlar o büyük adamın tahminlerinin ne kadar doğru olduğunu kanıtladı. Acaba Batı bugün, yakın bir zamanda karanlık gölgesinin ona da uzanacağı İran terörüne karşı alçaltıcı bir şekilde suskun kalarak bu hatayı bir kez daha tekrarlayacak mı?
Bunu görmek için gelecek Salı gününe kadar bekleyip, Trump’ın BM Genel Kurulu’nda yapacağı konuşmayı dinlememiz gerekiyor. Bakalım Trump, İran terörüne karşı nasıl bir misillemede bulunmayı ve Dini Lideri’nden ne şekilde hesap sormayı düşünüyor.
Eğer Washington, Dini Lider ile başa çıkmada konferansların işe yaracağını zannediyorsa oldukça yanılıyor. Zaten ABD içerisinde yükselen sesler de yönetimi tereddüt ve duraksamaya karşı uyarıyor. Şimdi, ellerin titremesinin hiç de sırası değil.
TT
Dini Lider’den kim hesap soracak?
Daha fazla makale YAZARLAR
لم تشترك بعد
انشئ حساباً خاصاً بك لتحصل على أخبار مخصصة لك ولتتمتع بخاصية حفظ المقالات وتتلقى نشراتنا البريدية المتنوعة