Cemil Matar
Mısırlı düşünür ve yazar
TT

​Anormal bir ortamda politika

Başkan Donald Trump, Washington’daki Beyaz Saray’a olağanüstü zekasına ve üstün yeteneklerine güvenerek kişisel çabaları ile ulaştığını tekrar tekrar vurguladığında yalan söylemiyor.
Başkan yalan söylemiyor çünkü kazanmasına yardımcı olacak araçları ve kişileri kendisi seçti. Washington’da hiç kimse, Başkan’ın yalnızca seçim kampanyası boyunca gece gündüz çalışan Rus menşeli ve planlı elektronik müdahaleler sayesinde seçimleri kazandığını ikna edici bir şekilde iddia edemez.
Başkan Trump sadece bunlar sayesinde değil aynı zamanda radikal  evanjelistlerin kiliseleri gibi başka koşullar ve unsurlar sayesinde de kazandı.
Bu kiliseler oğul George Bush’u desteklemekte de büyük bir rol oynamışlardı. Bizim gibi Washingtonlular da elektronik müdahalelerin, Demokratların başkanlık adayı ve ABD tarihindeki ilk siyahi başkan Barack Obama’nın varisi Hillary Clinton imajını karalamaya çalıştıklarını biliyorlar. Bu kampanya süresince Obama dönemine açık bir mesaj taşıyan bir karalama kampanyasına maruz kaldı ve kalmaya devam ediyor. Bu mesaj özetle: “Hayır. Hiçbir siyahi bir daha Beyaz Saray’a ABD’nin başkanı olarak girmeyecek” şeklinde.
Bu şiddetli kampanyanın en geniş ve kapsamlı hedefi, tüm boyutlarıyla belliydi. Bizlere elektronik müdahalelerin, ABD siyasi sisteminin en önemli değeri olan demokrasi ile ilgili ABD’de safları bölmek için hızlı bir şekilde hemen harekete geçtikleri söylendi.
Burada “hemen harekete geçmek” ifadesinin altını çiziyorum çünkü bu dönem kökeni ve gelişimi ile oldukça garipti. O zaman bu tam anlamıyla bir geçiş dönemiydi. Hala da öyle.
Bütün geçiş dönemleri gibi bu dönemin de konumunu ve yapabilirse dünyanın yüzünü değiştirmek isteyen herkes için önemli bir aşama ve altından bir fırsat olduğunu varsayıyor, hatta biliyorum.
Konumlar değişebilirdi ama dünyanın süper gücü ABD’nin özünü ve rolünü değiştirmeden dünyanın yüzü değişemezdi.
ABD içerisinde safları bölmek, Batılı liberal kampı dağıtmak isteyenler için bunun geniş ve aynı zamanda gerekli bir adım olduğu açıktı. Bildiğim kadarıyla Başkan Trump, resmi Rus kurumları tarafından ülkesinde ve Batı kampında safları bölmek için harcanan bu çabaların detaylarını biliyordu. Daha Beyaz Saray’a yerleşmeden önce ABD anayasal kurumlarının misyonunu ciddi bir şekilde dikkate almadığı ve genelde ABD siyasi sınıfını hor gördüğü ortadaydı. Her yerde profesyonel politikacıları ne kadar hor gördüğü, “İlk önce ABD” sloganına rağmen çıkarlarının ve kişisel hesaplarının onun için büyük çıkarlar da dahil, diğer tüm çıkarlardan önce geldiğinin ortaya çıkması için birkaç ay geçmesi yetmişti.
Batı’nın daha ABD’deki son seçimlerden önceki yıllarda gerileme yoluna girmiş olduğu biliniyordu. O zamanlar her alanda ilerleyen Çin, bu yolda birçok engeli aşmıştı. Bunların en önemlisi de ülkelerin ancak liberal ahlaki ilkeleri ve demokratik siyasi uygulamaları benimseyerek ekonomik olarak yükselebileceklerini iddia eden ama uzun süre ayakta kalamayan prensipti. Çin –onun öncesinde Josef Stalin liderliğinde Sovyet Rusya ve Adolf Hitler liderliğinde Nazi Almanyası gibi- ekonominin baskıcı ve otoriter yönetimlerin kollarında liberal demokrasinin gölgesinde olduğundan çok daha hızlı oranlarda büyüdüğünü kanıtladı.
Bugünlerde bu kelimelerin dünyanın birçok yerinde yankılandığını duyuyoruz. Bugünün güçlü liderleri, Batı’nın kaba parmaklarının ve kötü niyetli demokrasilerinin ülkelerinden uzak durması çağrısında bulunuyor. Çünkü onlara göre demokrasi Batılı ülkelerde başarılı olmuş olsa da hem onlar hem de bizim için muazzam bir kaynak israfına, istikrarsızlığa ve devlet yapılarında çatlaklara mal oldu.
Buna rağmen Çin örneği de uzun vadeli uygulamalar için bir model haline gelinceye kadar –ki bu yakın bir zamanda olmayacaktır- mevcut durumunda hala deneme aşamasındadır.
Bildiğim kadarıyla Çin sadece geçici bir otoriter sistemden ibaret değil. Ortada bir ideoloji var. Ulusların inşasında ideolojinin oynadığı rolü küçümseyenlere şunu söylemek isterim: “Tüm ideolojiler tek bir dokudan yapılmış ya da bütün koşullar ve nesiller için uygun değildir.”
Örneğin bir Arap rejiminin Çin’in ideolojisini benimseyip uyguladığında onun gibi başarılı olacağını zannetmiyorum. Ancak yine de Çin, geleneksel kültürü, eğitim ile istihdamı yaymaya yönelik gelişmiş yöntemlerinin örtüsü altında ideolojik yönetim sistemini pazarlama çabalarından vazgeçmiyor. Nitekim Bir Kuşak Bir Yol projesi de bunun en iyi kanıtıdır.
Her ne kadar bunda başarılı olan bir ülkenin var olduğunu sanmasam da Asya ve Afrika ülkeleri ihtiyaçları ve koşulları için uygun olduğunu zannettikleri politika ya da deneyimleri seçme çabasından vazgeçmiyorlar. Halbuki Çin ideolojisinde; kurumsal ve kültürel yapıda o olmadığı müddetçe Çin deneyiminin hiçbir işe yaramayacağ bazı unsurlar vardır.
Örneğin Çin Komünist Partisi gibi. Bu parti olmadan bugün bildiğimiz modern Çin olmazdı. Bu güçlü parti olmasaydı Hong Kong’un ülkenin ayrılmaz bir parçası haline gelmesi umut edilemezdi.
Denir ki balık baştan kokar. Dolayısıyla mevcut haliyle uluslararası sistemin başının koktuğunu söylersek abartmış olmayız. Uluslararası siyaset arenasına yerleşmiş olan kaosun, başın içini kemirip onu ele geçiren bozulmanın işaretlerinden olduğunu söylersek uçuk bir çıkarımda bulunmuş olmayız.
Benim kuşağımın çocukları arasında vizyon, bakış açıları ve hayallerde çok büyük farklılıklar vardı; Ama hiç birimizin aklına bir gün Arap sistemini bugün olduğu gibi göreceği gelmemişti.
Arap sisteminin bugün ulaşmış olduğu durumdan ulus olarak sorumlu olduğumuz kesin.
Kendimizi bu konuda şiddetli bir şekilde cezalandırmalıyız. Bunu gerçekten hak ediyoruz.
Yaşlanan ve ölen vicdanları yeniden hayata döndürmek için olmasa da en azından gelecek nesiller için buna ihtiyacımız var.
Bu sorumluluğumuzdan aptalca mazaretler ile kurtulamayız. Arap coğrafyasının her köşesine yayılmış ve egemen olmuş bu kaosun sorumluluğunu bizim gibi ABD de üstlenmelidir. Zira egemen olduğu yıllar içerisinde ABD, modern tarihimizin büyük bir bölümünde kendisinden önce egemen olan sömürgeci güçlerin yapmış olduklarından çok daha fazlasını yapmıştır. ABD, özellikle de Trump ABD’si ve biz Araplar hepimizin yaşadığı bu trajik yapının üreticiyiz.
Batı’dan çoğu bozuk ve çıkarcı, Doğu’dan ise çoğu ne bizim ne de bir başkasının işine yarayacak tavsiyeleri alıyoruz. Kaotik bir ortamda az bir mutluluk ve güzellik ile çokça acı ve üzüntümüz içerisinde oradan oraya savrularak yaşıyoruz.