21’inci yüzyılın ikinci on yılı, Arap ülkelerinde bizleri yeni bir kitlesel hareketler dalgasına sokmadan gitmeyi reddediyor. Batı medyası bu kitlesel hareketlere başlangıçta “Arap Baharı” adını verdi ama bu ad, çok geçmeden iç savaşların sıcak rüzgârları, devletlerin başarısızlıkları, Ortadoğu’daki bölgesel ve küresel depremlerle birlikte yok oldu.
2010-2011 yılları arasında başlayan birinci dalga, Yemen, Suriye ve Libya’daki şiddetli savaşlar biçiminde bizimle kalmayı sürdürüyor. Buna karşılık Ürdün ve Fas anayasal ve hukuki reformlar, Mısır halk devrimi ve ülkeyi geniş bir kalkınma ve reform sürecine yönlendiren ordunun güçlü rolü, Tunus demokrasi ve laikliğin gücü ile bu dalgadan kurtuldular.
Bu tezatın gölgesinde, birinci dalga Arap sisteminde genel bir zayıflık durumu doğurdu. Özellikle İran, Türkiye, İsrail ve Etiyopya gibi diğer bölgesel güçler de bu durumdan yararlandılar. İran; Irak’ta Haşdi Şabi, Suriye’de Baas rejimi, Lübnan’da Hizbullah ve Yemen’de Husiler gibi kendisine bağlı silahlı gruplar aracılığıyla bu ülkelerde kendisine önemli bir alan yarattı. İran Devrim Muhafızları Irak, Lübnan, Suriye ve Yemen’e yayılarak bu ülkelere ve halklarına zarar verdi.
Türkiye; Mısır ve Suriye’de Müslüman Kardeşler lehine müdahalede bulunmaya çalıştı. Daha sonra Suriye ile Irak’a askeri ve siyasi olarak doğrudan müdahalede bulundu. Son olarak da kendi sınırları içinde ve komşu ülkelerde Kürt endişesinden kurtulmak çeşitli atılımlar içine girdi.
İsrail; Arap ülkelerinin zayıflığını ve Donald Trump’ın başkanlığını Kudüs’ün başkenti olarak tanımaya zorlamak, Golan Tepeleri’ni topraklarını katmak ve Batı Şeria’da daha fazla yerleşim yeri inşa etmek için bir fırsat olarak kullandı.
Etiyopya ise Mısır’da yaşanan Ocak devrimini bir fırsat olarak kullandı. Uluslararası hukukun ilkelerine ve ülkelerin tarihi su haklarını belirleyen uluslararası nehirler yasalarına aykırı bir emrivaki ile Mavi Nil üzerinde bir baraj inşa etti.
İkinci dalga ise yeni bir grup Arap ülkesini kapsadı. 2018 yılının sonları ile içinde bulunduğumuz 2019 yılında gerçekleşen bu dalganın kapsadığı ülkeler: Cezayir, Sudan, Irak ve son olarak Lübnan’dır.
2 dalga aynı öze sahipti. O da kitlelerin “milyonluk” adı verilen büyük kalabalıklar biçiminde bir araya gelebilme, reform ya da hükümeti devirmek amacıyla iktidardaki seçkinlere baskı yapma gücüydü. İkisini birbirinden ayıran nokta ise birincisinin, Müslüman Kardeşler ve benzeri radikal örgütler tarafından ele geçirilmiş olması.
Bu örgütler, devrimlerden yararlanarak iktidarı ele geçirmeye çalıştılar ve bunu başardıklarında da büyük bir başarısızlık ve korkunç bir acziyete yol açtılar. Bunun yanında birinci dalga, gençleri radikal ve aşırılık yanlısı örgütlerin safına katmak için kaos durumundan yararlanan birçok terör örgütünün ortaya çıkmasına yol açtı. Bunlardan biri de Irak-Suriye sınırında “Hilafet devleti” kurmayı başaran DEAŞ’tı.
İkinci dalga ise tam aksidir. Nitekim Sudan’daki değişim Müslüman Kardeşler için büyük bir yenilgidir. Aynı şekilde 30 Haziran 2013’te gerçekleşen ve Müslüman Kardeşler iktidarını deviren Mısır devriminin, ikinci dalgaya zemin hazırladığını söyleyebiliriz. Sudanlılar bir yandan askeri meclis ile sivil devrim hareketi arasında doğru bir denge oluşturmayı diğer yandan da Sudan barışı ve birlikte yaşamanın temellerini atmayı başardılar. Fakat ikinci dalga henüz başlangıç döneminde.
Nitekim Cezayir’de Abdulaziz Buteflika rejimi devrilirken, yönetim ile halk kitleleri arasındaki vurkaç durumu devam ediyor. Irak ve Lübnan’da ulusal devleti inşa etmek ve İran’ın siyasi, askeri egemenliğinden kurtulmak büyük halk kitlelerinin taleplerinin başında geliyor. Bu kitleler, devletin doğasında büyük ve derin bir değişim gerçekleştirmek istiyorlar. Devletin, siyasi mezhepçilik ve kota sistemine dayanan bir devletten, vatandaşları arasında mezhep, din ya da etnik temele göre ayrım yapmayan ulusal bir devlete dönüşmesini talep ediyorlar.
Mısır’dan Lübnan’a ikinci dalganın görüldüğü bütün ülkelerde ulusal ordular, barışçıl değişimin temel koruyucusu gibi görünüyorlar. Her şeyden önemlisi bu dalga, meşru gücün tekelinde olacağı ulusal devleti korumayı, Haşdi Şabi ve Hizbullah gibi askeri milis güçlere karşı çıkmayı amaçlıyor gibi görünüyor.
Her ne kadar birinci ve ikinci dalgalarla, iktidar ile halk arasındaki ilişki değiştirilmeye çalışılsa da yeni devletin gelecek yöneliminin nasıl olacağı tam olarak bilinmiyor. Umutlar hep çok geniş, beklentiler büyük, gelişmiş Batılı ülkeler seviyesine ulaşmak konusundaki imgelemler fazla idealist. Ancak tanımı ve ödenecek bedel her zaman bulanık ve sisli. Asıl şaşırtıcı olan ise 20’inci yüzyılın son çeyreğinden 21’inci yüzyılın başlarına kadar gerçekleşen büyük değişim deneyimlerinin çoğu durumda genç yenilikçilerin imgeleminde kendisine yer bulamaması.
Aslında Arap dünyasındaki 2 değişim dalgası, sadece büyük teknolojik devrimlerde değil, kendisini takip eden değişimlerde de somutlaşan küresel dönüşümlerin ardından geldi. Son 20 yılda 1 milyardan fazla insan yoksulluktan belirli bir refaha sahip orta sınıfa geçti. Bunların büyük bir çoğunluğu da Çin ve Hindistan’da bulunuyor. Birçoklarının inandığının aksine dünya on yıllar ve elbette yüzyıllar önce olduğundan daha iyi bir durumda. Pek çok ülkede yaşam standartları yükseldi. Kıtlık ve salgınlar azaldı. Bilimsel ve teknolojik devrim olmasa ve ülkeler zenginleşmeseydi bu mümkün olmazdı. Her şeyden önemlisi Ortadoğu dışında küresel çatışmalar ve iç savaşlar azaldı.
Ülkelerin büyük bir çoğunluğu savaş yerine ilerleme ve kalkınma arayışına yönelmeseydi bu mümkün olmazdı. Bu da sermaye birikimi için iç ve dış yatırımları çekme ve seferber etme aracılığıyla gerçekleşti. Sermaye birikimi de devletin ülkeyi gelişmekte olan ülkeler safından gelişmiş ülkeler safına taşıyacak yüksek büyüme oranları gerçekleştirmesine izin verdi.
Arap dünyasında bu boşluğu kapatmak, devrimci dalgalar ya da şiddet içeren hareketler sayesinde olmadı. Bilakis dünyadaki değişim süreçlerinden, özel ve genel uluslararası kurumların sunduğu derslerden ilham alan reform hareketlerinin ortaya çıkması ile oldu. Suudi Arabistan ve Mısır’da 2030 Vizyonu çerçevesinde gerçekleşenler, büyük sloganların egemen olduğu devrim hareketlerindeki büyük bir eksikliği kapattı. Devrim hareketlerinde sürdürülebilir ilerleme yönünde değişimi mümkün kılan zor işlerin yerini bu sloganlar aldığı için değişim gerçekleşmiyordu. Bu reform eğiliminin, Arap entelektüel ve üretim yapısında köklü değişimler gerçekleştirdiği doğru.
Öte yandan Arap tarihinin bu zorlu on yılı boyunca Arap dünyasını sarsan geniş siyasi dalgaları etkileme konusunda henüz başlangıç aşamasında olduğu da doğru. Ayrıca pek çok nedenden dolayı bu reformun mesajları Arap dünyasının geri kalanına ulaşamadı. Belki de şu anda Arap bölgesinde yaşananlar özünde Fransız devrimi ve fırtınalı dalgalarından sonra Avrupa kıtasında yaşananlardan çok da farklı değil. Zira bu sayede bilimsel ve ekonomik reform şu anda gördüğümüz Avrupa ilerlemesinin itici gücü haline geldi.
TT
Arap kitlesel hareketlerin yeni dalgası
Daha fazla makale YAZARLAR
لم تشترك بعد
انشئ حساباً خاصاً بك لتحصل على أخبار مخصصة لك ولتتمتع بخاصية حفظ المقالات وتتلقى نشراتنا البريدية المتنوعة