Lübnan’da üniversite gençliğinin sokaklara inmesi birçoklarına aklına Fransa’da General Charles de Gaulle’u deviren 1968’deki öğrenci hareketini anımsattı.
Bu konuya ilişkin olarak; halk hareketinin liderlerinden biri olan, Lübnan’da ve Lübnanlıların yoğun olduğu ülkelerde yıllardır aktivist olarak çalışan, yolsuzluk dosyaları ve faillerine ilişkin bütün verilere sahip George Yunus, Lübnan’da 18 dini grup olduğu için oyunun farklı olduğunu belirtti.
Ardından sözlerini şöyle sürdürdü: “Yönetimin yapmaya çalıştığı şey, devrimin değerini düşürmek. Bunun en büyük kanıtı da ordunun yolları açmak için sokağa indiğinde tepeden tırnağa silahlı bir biçimde inmesiydi. Saldırının gerçekleştiği sabah, çok sayıda ordu unsurunun seferber edilmiş olduğunu fark ettik.
Genelkurmay Başkanı Joseph Avn’ın büyük baskılara maruz kaldığını anladık. Başbakan istifa etmiş olduğu için yürütme yetkisi de Cumhurbaşkanı ve Başkomutan Mişel Avn’ın eline geçmişti.
Buna dayanarak Avn, halk ile karşı karşıya gelmekten kaçınan Genelkurmay Başkanı’na ciddi bir şekilde baskı yaptı.
Yönetim yolları açmak istiyordu çünkü bu sayede devrimcilerin ayağı altındaki halıyı çekeceğini ve herkesin sanki hiçbir şey olmamış gibi rutin hayatına dönmesini sağlayabileceğini düşünüyordu. Ancak bu ters tepti.
Girişimlerin bireyselleşmesine neden oldu. Yolsuzluk ve yönetime duyulan öfkeyi diyalog liderleri bile kontrol edemez oldular. Bütün işsizler gece gündüz devrim için çalışmaya başladılar. Ardından gençler sokağa indiler. Suçlamalar yayılmaya başladı. Yönetim devrimi milis güçler dönemini yeniden canlandırmakla suçladı. Oysa bu çok farklı bir durumdu. Çünkü gençler, yetmişli ve seksenli yılların mantığını bilmiyorlar. Onlar sadece her yönden yolsuzluğa batmış yöneticileri ve politikacıları biliyorlar.”
Yunus Lübnan’daki öğrenci devrimi ile Fransa’daki öğrenci devrimi arasındaki farklara geri dönerek şöyle konuştu: “Lübnan’da demokrasi, sahte ve büyük bir aldatmacadır.
Siyasi partilerin destekçileri bile liderlerinden nefret ediyorlar. Çünkü onlar kendi adamlarına iş bulup çoğunluğu yani halkı hiç düşünmediler. Devlet kurumlarını kendi adamları ile doldurdular.
Bunun yanısıra Lübnan’da biz, Suriye rejiminin Lübnan’ı işgal ettiği günlerde içimize ekmiş olduğu direniş ve silah sistemine mahkum olmuş durumdayız.
Machiavelli de Prens kitabında bu sistemden bahseder ve kendisini şöyle tanımlar: "Eğer bir ülkeyi yönetmek istiyorsanız ordunuz ile o ülkeye girdiğinizde rejimine nüfuz ederek içine size bağlı insanları yerleştirin. Böylece ordunuz geri çekildiğinde o ülkenin hakimi olmayı sürdürürsünüz."
Esed rejimi ve müttefikleri 40 yıldır Lübnanlı kurumlarını ellerine geçirmiş bulunuyorlar. Parlamentoda 1200 görevli var. Bunlar arasında Emel Hareketi’nin eski üyeleri de var. Bunlar bir zamanlar milislerdi. Her milis gücü lideri, kendi adamlarını devlet kurumlarına yerleştirdi. Maaşlarını da halka ödetti.”
Yunus, politikacıların durumun nasıl şekilleneceğini görmek için beklediklerini ve zamanın onların lehine olduğunu zannetiklerini de belirtti.
Peki finansal ve ekonomik durum bu kadar kötü bir durumda iken bu mümkün müdür diye sorduğumuzda Yunus şu karşılığı verdi: “Merkez Bankası’nın aldığı mali önlemler ekonominin çöküşünü engellemek için alınmış önlemlerdir. Bu nedenle piyasaya para pompalıyor. Kim bilir belki de bunun için yeterli nakidi de yoktur. Ülkemiz küçük ve yağmalanmış bir ülke. Sorun faziler değil hiçbir şeye sahip değil iken bir anda 1 milyon dolara sahip olanlar. Bu 1 milyon dolar nereden geldi? Ülkenin içinde bulunduğu bu olağandışı durum nedeniyle getirilmiş sınırlamalar ve alınan kararlar var. Ancak mevduat sahiplerinin sermayelerinde kesintiler yapmak gibi önlemlerden sadece Lübnan halkı zarar görür. Onu yeni bir yağma dalgası ile karşı karşıya bırakır.”
Ardından şunu da ekledi: “Yetmişlerde Lübnan’da banka sektörünün toplam sermayesi 300 milyon dolardı. Bugün ise 30 milyar dolar. Banka sayısı daha az iken bu rakam nasıl bu seviyeye ulaştı. Yanıt, sistematik yolsuzluk. Ciddi çözümler, teferrautlara değil sorunun kökenine bakar. Lübnan’daki sorun ise vergi kaçakçılığı, gizli anlaşmalar, ülke zenginliklerinin yağmalanması ve ülkeye gelen yardımları bile çalınması. İşte sorun budur."
Çalınan bu malların iadesine ilişkin Yunus şunları söyledi: “Halihazırda yurtdışında yaşayan Lübnanlılar tarafından başlatılan çok sayıda bireysel girişim var. BM, Avrupa parlamentoları ve İsviçre hükümetine yapılan pek çok başvuru bulunuyor. Hem uluslararası hukuka hem Lübnan anayasasına göre Lübnan Merkez Bankası Başkanı, Lübnan’daki bütün politikacıların yurt içindeki ve yurtdışındaki hesaplarını açıklama ve dondurma, yurtdışındaki banka, kurum ve hükümetler ile temasa geçerek bunu yapmalarını talep etme yetkisine sahip. Bu maddeye göre, daha sonra vatandaşların şikayeti ile söz konusu hesaplar soruşturulabilir.
Soruşturmanın sonuçlarının açıklanmasından sonra da gerekli prosedürler uygulanabilir.
Nitekim Lübnan’da ciddi ve çok iyi işler yapan bağımsız bir grup olan “Hakimler Komitesi” daha devrimin başlangıcında konuya ilişkin bir açıklama yayınlamıştı. Bir hafta önce de Lübnan Merkez Başkanı’na söz konusu yetkiyi kullanma çağrısında bulunan bir mektup gönderdi”.
Lübnan ekonomisi üretime değil hizmete dayalı olduğu için günlük hayatta dolar kullanıldığını ifade eden Yunus şöyle devam etti: “Ne yazık ki 1975 yılından günümüze sadece döviz kazandıran bir üretime odaklandık. Bize döviz kazandıran tek şey beyinlerimiz.
Beyinlerimiz yurtdışına göç ederek bizlere döviz gönderiyorlar. Lübnan’daki toplam üretim 1 milyar doları geçmezken ithalat 20 milyar dolara ulaşıyor. Ticari dengedeki eşitsizliğin nedeni budur.
Bizler yerli endüstri ve sanayiyi korumuyoruz. Sadece tüketiyoruz. Bankalara gelince, hesabınıza 1 milyon dolar yatırdığınızda size buna karşılık yüzde 7 faiz ödüyorlar. Ancak onların elde ettikleri faiz oranı yüzde 13’tür. Yani sizin 1 milyon dolarınızdan yüzde 6 oranında kazanç sağlıyorlar. Lübnan’da hiç kurumsal bir rejimimiz olmadı. Aksine liderliklerin miras kaldığı, bu liderlerin de birbirlerini suçladıkları ve tek zarar görenin halk olduğu bir rejimimiz oldu.
Ben 20 yıl Körfez’de çalıştım. Oradaki rejimlerin projelerini sabit temeller üzerine inşa ettiklerine ve her türlü engele rağmen sürdürdüklerine bizzat tanık oldum. Yapmış oldukları planları ne olursa olsun gerçekleştirdiklerini gördüm. Nitekim Dubai, herkes gibi Lübnanlılar için de bir cazibe merkezidir.”
Politikacılar hala paylaşma derdindeler. Çünkü her birinin şirketleri ve kurumları var. Örneğin daha petrol sondaj çalışmaları bile başlamamışken aralarında petrol işçilerine hizmet edecek şirketler kuranlar dahi bulunuyor. Onlar ülkenin zenginliklerini aralarında paylaşıyorlardı. Ama beklemedikleri bir şey oldu. Bu devrim onlardan hesap sormak için başladı. Yani bütün yatırımları boşa gidebilir.
Bu devrim ile Lübnan’daki yönetim ve müttefikleri gibi davranan bütün yönetimler eninde sonunda devrildiler. Bizim silahımız ise belgeler. Bu nedenle yönetim, bu belgeleri yakmaya çalışıyor.
Yunus ayrıca yönetimin halka kolayca boyun eğmesinin uzak bir ihtimal olduğunu, kanserin her yere yayılmış olduğunu, hükümetin bir bakanını görevden alsa bile o bakanın her yere kendi adamlarını yerleştirmiş olduğu için istediğini yapmayı sürdürdüğünü belirtti.
Bu nedenle devrimcilerin, uzman kişilerden oluşan bir hükümet konusunda ısrar ettiklerini ve bu konuda ümitlerini henüz kaybetmediklerini ifade etti.
Yargının tarafsız olabileceğine inanıyor musunuz sorumuza ise Yunus şu karşılığı verdi; “Son günlerde yönetim tarafından yapılan her şey bir göz boyamadan ibaret. Yargı adaletsiz. Çünkü hakimler de ya Cumhurbaşkanı, Başbakan ya da Parlamento Başkanı tarafından atanmış.
Bağımsız bir yargımız yok. Yönetimde olanlar sahip oldukları nüfuzu ve gücü korumanın yargıyı kontrol altında tutmalarına bağlı olduğunu biliyorlar. Dolayısıyla yargı siyasi otoritenin kontrolü altında oldukça ülkede ciddi anlamda değişim gerçekleşemez.
Devrime katılan avukatlar, hepsi de uzman ama yönetime boyun eğmedikleri için işlerinden uzaklaştırılan hakimlerin kurmuş olduğu Hakimler Komitesi’nden çok umutlular.
Hakimler Komitesi Lübnan’da ciddi bir reformu başlatacak ilk adım olabilir. Yargının bağımsızlığı talebimizden geri adım atmayacağız.
Bunun yanısıra devrim liderleri arasında yönetim ile diyaloğa girmeyi kabul edenleri uzaklaştırma kararı aldık. Çünkü yönetim, devrimcilerin arasına sızmasını ve birliklerini bozmasını sağlayacak bir lider bulamadığı için şu anda bölünmüş bir durumda.
Devrim liderleri olarak yönetim ile temasa geçen herkesi reddeceğimiz konusunda anlaştık”.
Sonuç olarak; hala ümit var.
Devrimciler yorulmayacaklar.
1968 yılında Fransa’da yaşananlar Lübnan’da da yaşanabilir.
Çünkü Lübnanlılar bir vatan istiyorlar!
TT
Lübnan devrimi bağımsız yargı istiyor
Daha fazla makale YAZARLAR
لم تشترك بعد
انشئ حساباً خاصاً بك لتحصل على أخبار مخصصة لك ولتتمتع بخاصية حفظ المقالات وتتلقى نشراتنا البريدية المتنوعة