Süleyman Cevdet
Mısırlıaraştırmacı yazar
TT

Kahire ve Riyad sınırlarında pusuya yatmış emeller

Türkiye’nin Mısır’a karşı tavrı, İran’ın Suudi Arabistan’a yönelik tavrından farklı değil. Tahran, kapılmış olduğu rüya nedeniyle çevresindeki bölgenin zenginliklerini yağmalama hakkı yanılgısına düşerken, aynı yanılgıya Ankara da düşüyor. Her iki başkent de yalnızca Kahire ve Riyad’ın resmi düzeyde bu tür girişimlerine kesin bir şekilde karşı çıkmasına itibar etmiyorlar. Aynı zamanda öncelikle iki ülkedeki her bir vatandaş, sonrasında bütün Arap dünyasındaki her bir Arap vatandaşından oluşan halk tabanının kendilerine dirençle karşı koymasını da önemsemiyorlar.
İran’ın bu tavrını, Suudi Arabistan’ı kuzeydoğudan çevrelemek için Irak’ta var olma, kuzeyden kuşatmak için Suriye ve Lübnan topraklarında yayılma, güneyden etrafını çevirmek için Yemen topraklarına sızmaya yönelik ateşli arzusu temsil ediyor. Ancak Bahreyn üzerinden doğudan da Suudi Arabistan’ı kuşatmaya çalıştığında karşısında Yarımada Kalkan Gücü’nü buldu. Arkasını dönerek sınırlarına dönmek zorunda kaldı.
İran başkentinde, Mollar rejimi yetkilileri arasında tek bir akıllı yetkili olsaydı hemen bugünlerde Irak’ta yaşananları doğru bir biçimde okumaya yönelirdi. Iraklılar, başlatmış olduğu ayaklanmayı 2 ayı aşkın bir süredir sürdürüyor. Iraklılar sadece daha iyi kamu hizmetleri, daha iyi yaşam koşulları, yolsuzların utanıp daha az yolsuz olmaları, ülkenin kaynaklarının daha verimli bir şekilde kullanılmasını talep etmek için ayaklanmadılar. Asıl neden, her şeyden önce bir Arap toprağı olan Irak topraklarındaki İran’ın varlığı.
Necef’teki İran konsolosluğu ile aralarında Kerbelada’ki konsolosluğun da bulunduğu farklı Irak şehirlerindeki diğer konsoloslukların öfkeli Iraklılar tarafından yakılmasının nedeni yalnızca kötü yaşam koşulları olamaz. Bilakis bu, İran’ın Irak’taki gayrı meşru varlığını açıkça reddetmektir. Konsoloslukların yakılmasının nedeni, Iraklıların büyük bir çoğunluğunun yaşadığı insanlık dışı koşullar olsa bile bu çoğunluk, yaşam koşullarının bu derece kötüleşmesinin esas olarak İran’ın Irak’taki varlığından kaynaklandığı kanaatinde.
Tahrir Meydanı’nda Iraklı gençlerin yazdığı ve sonrasında yaptıkları açıklamayla İran halkının geneline gönderdikleri mektubu okuyanlar, her bir kelimesinde bu anlamı okuyacak ve görecektir. Açıklama, Irak ile İran halkları arasında hiçbir sorun olmadığını ve birincisinin ikincisine sadece samimi duygular beslediğini belirtiyor. Sorunun temelinde, Bağdat’taki yolsuzları koruyan, kamu mallarına karşı işledikleri suçları örten, yaptıklarının ülkeye ve vatandaşlarına verdiği zararları görmezden gelen Dini Lider Hamaney hükümetinin bulunduğunu ifade ediyor.
Iraklı gençlerin Tahrir Meydanı’nda söylediklerini ve söylemeye devam ettiklerini, Yıldız Meydanı ve güneyinden kuzeyine Lübnan’ı kaplayan diğer meydanlarda Lübnanlı gençlerde söylüyor ve söylemeye devam ediyor. Lübnanlı gençler de Hizbullah’ın diğer siyasi partiler gibi yasalara ve anayasaya bağlı bir parti olmak yerine devletin üstünde bir güç olmasına itiraz ediyorlar.
Birkaç gün önce arkadaşlarıyla birlikte sokağa çıkan Lübnanlı bir genç kız, “Mezhepçi olmasını istiyorlar, biz ise sivil olmasını istiyoruz” yazılı bir pankart taşıyordu. Bu birkaç kelime aslında İran’ın Irak ardından da Lübnan’da anlamak ve idrak etmek istemediği şeyi özetliyor.
Iraklılar ve Lübnanlılar gibi çok geçmeden, Husiler’in Yemen’in zenginlikleri ve kaynakları üzerindeki hâkimiyetine karşı Yemenliler de sokaklara döküleceklerdir. Zira Yemen’de hiçbir şey, Husilere yönetime el koyma ve devletin üstünde bir güç olma hakkını vermiyor. Kendileri gibi tek bir akımı değil tüm Yemenlileri temsil eden meşru hükümete darbe yapmalarına izin vermiyor.
Akıllı bir İranlı yetkili, söz konusu 3 ülkede ufku dolduran bütün bu anlamları okusa, İran’ın bu davranışlarının, söz konusu 3 ülkedeki halkların iradesine karşı çıktığı için tam anlamıyla düşmanca ve saldırgan davranışlar olduklarını söyleyip, hükümetine bu yoldan vazgeçmesini öğütlerdi. Bu davranışların hiçbir işe yaramayacağını, İranlı vergi ödeyicilerin parasının uzun vadede bir hiç için harcanması dışında hiçbir şeye yol açmayacağını anlatırdı.
Libya’nın başkenti Trablus’taki Fayiz es-Serrac hükümeti ile 2 işbirliği mutabakatı imzalayan Erdoğan hükümeti de Şam’daki Esed hükümeti ile benzer anlaşmalar imzalamaya çalışan ve bunların kendisine Suriye topraklarındaki varlığına meşruiyet sağlayacağını sanan Hamaney hükümetinden farklı değil.
Erdoğan hükümeti, es-Serrac hükümeti ile güvenlik ve askeri işbirliği anlaşması ile deniz yetki alanlarının sınırlanması anlaşması imzalayarak tarihi nüfuz alanı olarak gördüğü bölgelere geri dönebileceğini tasavvur ediyor. Bir zamanlar, bu bölgelerde var olan nüfuzunun bir işgal yönetiminin nüfuzu olduğunu dolayısıyla tarihte kaldığını ve bundan başka bir şey olamayacağını, her Libyalının böyle düşündüğünü unutuyor. Normal hiçbir Libyalı vatandaş, hangi ad altında olursa olsun Türk varlığının topraklarına geri dönmesini kabul edemez.
Libya halkı açısından durum böyle. Öte yandan hukuki düzeyde de es-Serrac hükümetinin, Erdoğan hükümeti yahut başka herhangi bir hükümet ile imzaladığı anlaşmayı, seçilmiş Libya Temsilciler Meclisi tarafından onaylanmadan yürürlüğe sokması mümkün değil. Temsilciler Meclisi ise bu anlaşmayı kesinlikle reddettiğini açıkladı. Yayınladığı açıklamada açıkça, anlaşmanın hiçbir yasal dayanağı olmadığını, deniz yetki alanları ile ilgili bölümünün deniz hukukunun temel ilkelerini ihlal ettiğini, Erdoğan’a ne Libya topraklarında ne de kıyılarında ve karasularında hiçbir hak tanımadığını ifade etti.
Bundan önce de Türkiye Cumhurbaşkanı, devrik Ömer el-Beşir rejimi zamanında Hartum’u ziyaret etmişti. Bu ziyaretinde kendisine çok sayıda iş adamı eşlik etmiş. Kızıldeniz kıyısındaki Sevakin Adası ile ilgili bir anlaşma imzalamıştı. Erdoğan hükümetinin, Mısır’ın güney sınırlarına bu kadar yakın bir yerde böyle şüpheli bir şekilde var olmak istemesi, İran’ın Suudi Arabistan sınırında ve ona çok yakın varlığına epey benziyordu.
Erdoğan hükümeti daha öncede, sürekli Mısır’ın doğusundaki Gazze Şeridi’ne ulaşmaya çalışmıştı. İsrail ile arasında birçok düzeyde var olan geniş işbirliğini, Gazze’deki Filistinliler ile dayanışma maskesinin arkasına gizlemişti. Bu 3 örnekte de yani; Libya, Sudan ve Gazze’de Erdoğan hükümeti, Irak, Lübnan, Yemen ve Suriye’deki İran ile neredeyse aynıydı.
Bu Türk ve İran girişimleri ancak her Mısırlı ve Suudi Arabistanlı vatandaşın, ülkesini ve daha geniş ölçüde Arap dünyasını çevreleyen gerçekler hakkında bilinçlenmesi ile durdurulabilir. Çünkü bu savaş, esas olarak tek tek bütün bireylerin bilinçlenmesi savaşıdır.
Haritada yeri neresi olursa olsun herhangi bir Arap ülkesinde her Arap vatandaşı sınırlarına baktığında buna benzer bir tablo görecektir. Zira bugünlerde emeller, şurada veya burada belirli bir ülkeden çok bölgenin tamamını hedef alıyor görünüyor.