Memun Fendi
TT

​Dikey mimari yangınları

Yatay mimaride zaman ve mekânın ruhla temas ettiği bir gerçekliktir, çok yönlü çok boyutlu bu açık mimaride insan; göğsünden çıkan her nefesin, dilinden sadır olan kelimelerin, hurma ya da limon ağacına konmuş güvercinlerin çıkardığı seslerin alabildiğince keyfine varır.
Yatay mimari bize mütekâmil bir dünya tasavvuru, musiki, nakışlar, pencereler, kuşlarla süslenmiş bir hayat imkânı sunar. Diyebilirim ki dünyada cennetvari telakki edilecek yapı, insanın ruhu ve bedeni ile uyumlu olabilecek bir yapıdır. Dolayısıyla her birimiz evimizi inşa ederken, ruhumuza, bedenimizin doğasına uygun olanı tercih etmeliyiz. Sevdiğimiz insanları, kuşları, ağaçları dikkate alarak, onları andıran yapılar inşa etmeliyiz.  
Radikal bir bakış açısı olduğunun bilinciyle şunu savunurum; evler insanların parmak izleri gibi özgün olmalıdır, her insanın kendisine uygun olan bir evde yaşama hakkı vardır. Herkes bizimki gibi bir ev inşa edebilir, bizim sahip olduğumuz gibi bir cennete sahip olabilir, ancak bu mimaride taklitten sakınılmasını ve moda denilen şeyden uzak durulmasını gerektirir. Kıyafetlerimiz için de bu geçerlidir, nitekim elbiseler vücudumuzun mimarisini açığa çıkarır.
Cennet telakki ettiğimiz evimizde yaşarken, özel amaçlar için tasarlanmış, ‘mahrem mimari’ olarak tasavvur ettiğim dikey mimaride yaşamın nasıl olduğunu hep merak eder dururdum.
Eski evimizin mimarisinde felsefi olarak gizlilik değil açık bir yaşam anlayışı temel oluştururdu, sosyal ilişkilerimizde de, gizli kapaklılık yerine açık ve şeffaflık söz konusuydu o zamanlar. Köyümüzün ekonomisi gurbete çalışmaya giden komşularımızla değişime uğradı. Çoğu insan özellikle Kuveyt’e çalışmaya gidiyordu, bir kısmı Suudi Arabistan’a gitti ancak hicaza hac amacı dışında gitmek bizim için nadir bir vakıa sayılırdı.
Kuveyt’te çalışıp döndüklerinde dikey mimariye yöneldiler, çok katlı apartmanlar inşa ettiler. Saidi  (Mısır’da bölge adı) gibi muhafazakâr toplumlarda, başkalarının mahremiyetini ihlal sayılan bu durum ilk başlarda tepkiyle karşılandı. Zira yeni inşa edilen beton yapılar, yatay mimariyi eziyor, komşuların pencerelerinden özel hayatımızın gözlenmesi mümkün oluyordu. Dikey mimari ‘yangını’ tüm köye yayıldı ve herkes birbirine benzeyen yüksek apartmanlar inşa etmeye başladı. Evimiz, uzun süre bu yangın yerinde korunaklı bir bahçe, bir cennet imkânı olarak ayakta kalmayı başarsa da çok geçmeden ekonomik durumumuzdaki değişim ve mahremiyet kaygıları dolayısıyla biz de dikey mimariye yenildik. Yeni evimiz perdeler sebebiyle komşular tarafından görülmeyen gizli mekânsal kutulara dönüştü. Dört duvarla temsil bulan tek katlı yatay mimariyi terk edip yukarı doğru çıktık. Aile bireylerimiz aylarca tartıştı;  eski yakın aile ilişkileri ile şimdiki yabancılaşmanın sebeplerini ve mimarinin bununla ilgisini hüzünle tartıştık kendi aramızda.
Yatay mimariyle inşa edilmiş evimiz ferahtı, avluda hurma ve limon, ortasında da bir tarçın ağacı vardı. Sıcak günlerde gölgesinde soluklanır, kokusuyla mest olarak hurma lifleriyle yapılmış hasırın üzerinde uyuklardık. Zamansal ve mekânsal olarak cennetten bir köşeydi o zamanlar evimiz.