Remzi İzzeddin Remzi
Mısırlı büyükelçi ve BM eski yetkilisi
TT

Suriye krizinin çözümü için Arap girişimi üzerine

Son günlerde Arap ülkelerinde yaşanan diplomatik hareketlilik ve etkileşim, Orta Doğu bölgesinde son birkaç yıldır süregelen ihtilaflarla ilgili çözüm ümidi doğurdu.
Kuşkusuz bu tamamen olumlu bir gelişmedir, nihayetinde siyasi farklılıkları aşmanın yolunun, çatışmanın aksine diyalogdan geçtiği yönünde bir farkındalık olduğu görülüyor.
Nitekim Arap ülkeleri arasında ve Arap ülkeleri ile komşuları arasında, ulusal çıkarları güvence altına almanın yolu da budur.
Maalesef Suriye, bölgesel düzeydeki bu iyimser tablonun dışında kalmış gibi görünüyor.
Arapların, iç savaştan bunalmış bu hayati ülkede siyasi bir uzlaşmaya varılmasında aktif bir kolektif rol oynamak için henüz istekli olmadıkları gözleniyor.
İç savaşın şiddetini azalttığı bugünlerde Arap ülkelerinin, Suriye içinde aktif bir rol oynamasının önemi artmaktadır, çünkü bu ülkeler, Suriye krizinin çözümüne katkı sağlamaları durumunda, bölgesel ihtilaf konuları da aşmak için olanak bulacaklardır.
Bunu yapmamaları durumunda, Suriye Arap olmayan bölgesel güçlerin çıkarlarına karşı daha savunmasız olacak ve bölge daha fazla istenmeyen müdahaleye maruz kalacaktır. Son yıllardaki olaylar, bu tür müdahalelerin ağır maddi ve beşeri maliyetinin olduğunu göstermektedir.
Eski ABD Dışişleri Bakanı Henry Kissinger'a atfedilen ünlü bir söz vardır; "Suriye'yi kontrol eden tüm Orta Doğu’yu kontrol eder." Yani tüm Arap ülkelerinin stratejik çıkarları; Suriye'nin bir bütün halinde ulus devleti olarak kalmasını gerektirir, Arap ülkeleri halkın taleplerini karşılayan reformların gerçekleştirilmesi şartıyla bölünmemiş bir Suriye için elinden geleni yapmalıdır.
Her ne kadar Arap ülkeleri iç savaşın ilk dönemlerinde yapıcı bir rol oynamaya çalışmışsa da, 2012 Ocak ayında Arap Barış Gücü’nün bu ülkeden ansızın çekilmesiyle birlikte bu rol sona erdi.
Arap Birliği o zamandan beri, Suriye'de bir anlaşmaya varılması için gerçek ve önemli katkılar yapmadı. 
Aslında Arap ülkeleri bu ilgisizlikleri ile uzun vadede Arap çıkarlarını baltalayacak politikalar benimsemiş oldular. Nitekim bu politik ilgisizlik, bölgesel güçlere Suriye'ye müdahale etme olanağı tanıdı.
İran Suriye’deki varlığını pekiştirdi, Türkiye bazı bölümlerini ele geçirdi, ABD ve Rusya da kalıcı askeri bölgeler oluşturdu.
Bununla birlikte, Arap ülkeleri sahneden tamamen çekilmiş değildi, Suriye ile ilgili bütün toplantılara katıldılar ve görüş bildirdiler, ancak Suriye’de barışın sağlanması ve siyasi çözümün gerçekleştirilmesi için, birleşik bağımsız somut bir çözüm önerisinde bulunamadılar.
Her ne kadar Suriye'nin nihai geleceğine Suriyeliler tarafından karar verilmesi gerekiyor olsa da, bu geleceğin şekillenmesinde bölgesel ve uluslararası aktörlerin kendi çıkarları doğrultusunda ellerinden geleni yapacaklarını da dikkate almak gerekir. 
Bu koşullar altında sorulması gereken soru şudur: Bölgesel ve uluslararası müdahalelerle karşı karşıya kalan Suriye’yi yalnız bırakmaları Arap ülkelerinin çıkarına mıdır? daha da önemlisi Arap Birliği siyasi uzlaşının sağlanmasına katkı sağlamadan uzun vadeli çıkarlarını garanti edebilir mi?
Arap ülkeleri üçüncüsü olmayan iki seçenekle karşı karşıya: ya eylem ya da eylemsizlik.
Askeri çatışmanın pratikte adeta sona erdiği bugünlerde Arap Birliğinin aktif bir şekilde mevcut siyasi uzlaşma girişimlerinde yer alması gerekir. Beklemek demek uzun vadede bu ülkedeki Arap nüfuzunun zayıflaması, bölgesel ihtilaflara çözüm bulmanın zorlaşması anlamına gelir.
Bu aşamada, Arap devletleri için mevcut en iyi eylem planı, Suriye hükümetiyle nasıl ve hangi koşullar altında işbirliği yapılabileceğini değerlendirmeleridir.
Bu bağlamda Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin 2254 sayılı kararının, Suriye’de siyasi bir uzlaşma için uluslararası kabul görmüş çerçeveyi temsil ettiğini belirtmekte fayda var.
Tüm büyük uluslararası ve bölgesel güçler, kararın tam olarak uygulanmasına yönelik taahhütlerini beyan etmişlerdir, Şam yönetimi de bazı çekincelerine rağmen kararın uygulamasında yer almaktadır.
2254 sayılı karar uyarınca Suriye Anayasa Komitesi çalışmalarına başladı. Kararda öngörülen siyasi geçiş içinse henüz bir takvim belirlenmiş değil, bu durumun gerekçeleri olarak; Suriye hükümetinin ABD ve bazı Avrupa ülkelerinin gerçek niyetleri konusunda şüphelerinin devam etmesi, muhalefetin rejime güvenmemesi, rejimin kendini tehdit altında hissetmesinden kaynaklanan savunma güdüsü ve İran ile mahiyeti belirsiz ilişkisi ve son olarak da Arap ülkelerinin olumsuz kayıtsızlığı gösteriliyor.
AB ve ABD Şam'la ilişkilerinin başlaması ve Suriye’nin imarının finanse edilmesi konusunda katı şartlar öne sürüyor. ABD İran askeri güçlerinin ülkeyi terk etmesini, AB de geçiş hükümeti kurulmasını istiyor. Bu şartlar ışığında Suriye yönetiminin kabul etmemesi durumunda çözüm yolları tıkanmış gibi görünüyor, Arap ülkelerinin de tam da bu noktada müdahale etmesi beklenir.
Suriye’de yeniden yapılanma olmadan dış askeri müdahaleleri önleyecek bir istikrar ortamının oluşması mümkün görünmüyor. Fakat daha da önemlisi, Suriye halkı sefalet içinde yaşamaya devam edecek, daha iyi bir gelecek beklentileri sonuçsuz kalacak, çözümsüzlüğün egemen olduğu bu kısırdöngü sürecektir.
Bu çıkmazın üstesinden gelmek için bir Arap girişimi zorunludur. Her ne kadar Arapların daha erken safhalarda çatışmayı sonlandırmak için yapıcı rol oynamaları gerekiyor idiyse de henüz çok geç değildir.
Koşulların daha az olumlu olduğu bir gerçektir ancak henüz fırsatlar tamamen kaçırılmış değildir.
Bu aşamada en umut vaat eden yol; 2254 sayılı Kararın uygulanması konusunda Şam'la işbirliği yapılması ve bu doğrultuda Suriye’nin yeniden inşasının hızlı bir şekilde gerçekleştirilmesidir.
Arap Birliği, Suriye’nin Arap Birliği’nde dondurulmuş olan üyeliğini aktif hale getirerek, Suriye yönetimi ile ABD ve AB arasında aracı rolü üstlenebilir. Ülkenin yeniden imarında gerekli olan finansı AB ülkeleri ile koordineli bir şekilde sağlayabilir, buna mukabil Suriye yönetimini 2254 sayılı kararı uygulaması yönünde ikna edebilir.
Bu durum Anayasa Komitesinin çalışmalarına devam etmesi için de daha olumlu koşullar da yaratacaktır.
Bu düzenleme, kademeli teşviklere dayanan bir eğilime dayandırılabilir. Yaptırımların kademeli olarak kaldırılması, AB ile ilişkilerin kademeli bir şekilde normalleşmesi, rejimin, tutukluları serbest bırakması, zorunlu askere alımlardan vazgeçmesi ve siyasi reformalar yaparak muhalefetin taleplerini yerine getirmesi karşılığında, BM, ABD ve Arap Birliği’nin ülkenin yeniden imarı için finans sağlamasına ve ambargoyu kaldırmasına giden yolu açar. 
Suriye'deki yıkımın boyutları göz önüne alındığında, yeniden inşa sürecinde yaklaşık 250 milyar dolara ihtiyaç olduğu öngörülüyor. Her ne kadar Suriye rejimi yeniden yapılanma noktasında ülkenin bu hale gelmesine neden olmakla suçladığı güçlerin yardımlarını kabul etmeyeceğini söylese de, nihayetinde yeniden inşa için her türlü meblağa ihtiyaç duyacaktır.