Prof.Dr. Bilal Sambur
Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Öğretim Üyesi
TT

İnsan hakları mı? İslam hakları mı?

İnsan hakları, insanlığın sahip olduğu en evrensel değerdir. İnsanlık tecrübesi içinde insan hakları değer, pratik ve zihniyet olarak sürekli olarak gelişmekte, zenginleşmekte ve derinleşmektedir. Temel haklar, ekonomik ve sosyal haklar, barış hakkı, çevre hakkı, kalkınma hakkı, kadın hakları ve çocuk hakları gibi değerler insan haklarının olmazsa olmaz parçaları olarak gündeme gelmektedir.
İnsanlığın ihtiyaçlarına göre gelişen insan haklarının bir bütün olduğu gerçeğinin hiçbir şekilde ihmal edilmemesi gerekmektedir. Kadın haklarını insan hakları bütünlüğü içinde idrak etmeden, insan haklarını ve kadın haklarını anlamak mümkün değildir. Bütün hak kategorilerinin temel referansı insan haklarıdır.
İnsan haklarının dinle ilişkilerinin hep gerilimlerle ve çatışmalarla dolu olduğunu söyleyebiliriz. Bütün dini gelenekler, kendi içlerinde insan haklarıyla uyuşan unsurlar içerebilecekleri gibi, insan haklarıyla bağdaşmayan değerleri, inançları, pratikleri ve gelenekleri içerebilirler.
Dinlerin içinde bulundukları kültürlerin sınırlarını aşarak insan haklarını bir bütün olarak benimsemeleri, içselleştirmeleri, insan hakları ışığında kendilerini yeniden bir form ve muhtevaya kavuşturmaları, bütün dünya dinlerinin önünde duran büyük bir meydan okumadır.
İslam’ın insan haklarıyla ilişkisi çok tartışmalı konuların başında gelmektedir. İslam ve insan hakları ilişkisinde şu temel pozisyonların öne çıktığını söyleyebiliriz:
a)
İslam ve insan hakları hiçbir şekilde birbiriyle bağdaşmamaktadır,
b) İslam ve insan hakları arasında hiçbir çatışma yoktur,
c) İslam ve insan hakları arasında kısmi bir çatışma vardır,
d) İslam ve insan hakları arasında kısmi bir uzlaşma vardır.
İslam ve insan hakları ilişkisinde homojen ve standart bir görüşü ortaya koymak mümkün gözükmemektedir. İslam ve insan hakları ilişkisi konusunda birbirinden farklı ve zıt görüşler ortaya koymak mümkündür.
İslam ve insan hakları konusunda tek bir pozisyona hapsolmak yerine bu ikilinin çoğulcu bir şekilde ele alınması, eleştirel, dinamik ve yeni yaklaşımların geliştirilmesi ihtiyacının altını çizilmelidir.
Müslüman toplumlardan oluşan devletler, dünyada insan hakları ihlalleriyle meşhurdurlar. Pakistan, din ve vicdan özgürlüğünü ihlal eden irtidat yasasıyla sürekli olarak gündemdedir. Irak ve Afganistan’da her gün yüzlerce insan hayatını kaybetmektedir.
İran, hukuk dışı baskıcı uygulamaları ve vahşeti andıran idamlarıyla kendini gündemde tutmayı başarmaktadır. Kadına yönelik ayrımcılık ve şiddet,  maalesef Müslüman toplumların rutin pratiği haline gelmiştir. Müslüman toplumlarda insan haklarını koruyan ve saygı gösteren pratiklerin yokluğuna karşı insan hakları ihlallerinin bolluğu ve yaygınlığı, insan haklarını sorununu hayati bir konu olarak ele almamızı gerekli kılmaktadır.
Müslüman toplumlarda asli sorun, insan haklarının yokluğuna karşın insan hakları ihlallerinin bolluğudur. İnsan haklarının sağlıklı ve sahici bir şekilde Müslüman tecrübesinin merkezi olması için insan haklarını insan onuru ve özgürlüğü temelinde evrensel bir bakış açısıyla anlamamız gerekmektedir.
İnsan hakları ve İslam konusunda yukarıda ifade ettiğimiz gibi birbirinden zıt tezler ileri sürülebilir. İslam’ın insan haklarına uygun olduğu veya zıt olduğu şeklinde tezler ileri sürülebilir.
Konuyla ilgili bütün tezlerin eleştirel ve açık bir şekilde tartışılmasına ihtiyaç olduğu gibi, İslam-insan hakları konusunda sürekli, yapıcı ve yaratıcı tartışmanın varlığı bir gerekliliktir. İslam ve insan hakları konusunda farklı tezlerin olması doğaldır, doğal olmayan şey İslam’ın insan hakları ihlallerinin meşrulaştırılmasında araç olarak kullanılması ve istismar edilmesidir. Hiçbir insan hakları ihlali, din adına meşrulaştırılamaz.
İnsan haklarını ihlal eden her türlü tutum, davranış, eylem ve uygulama ahlak ve adalet dışıdır. Dinde, ahlakta ve adalette ölçü, insan hakları olmalıdır. İnsan haklarının içi, dar kültürel, dinsel, ideolojik, mezhepsel ve tarihsel referanslarla boşaltılmamalıdır.
İnsan haklarının evrensel insanlık değerleri olarak ele alınması lazımdır. İnsan haklarını Batıya ait Batılıların uydurdukları bir icat olarak ele alan, insan haklarının Batı tarihine ve değerlerine dayandığını, onlarla sınırlı olduğunu, insan haklarının sekülerlik ve bireysellik demek olduğunu iddia eden yaklaşım, insan haklarının İslam’la hiçbir ilişkisi olmadığını iddia ederek insan haklarının Müslüman tecrübesi içinde sağlıklı bir şekle ve muhtevaya kavuşmasına engel olmaktadır.
Din, kültür ve cinsiyet ayrımından bağımsız olarak insan hakları, bütün insanların paylaştığı evrensel değerdir. İnsan haklarının insanlığımıza ait ortak evrensel değer olduğu şeklinde yeni bir anlayışı değişikliğini Müslüman zihninin gerçekleştirmesi gerekmektedir.
İnsan haklarını İslam adına değersizleştiren, önemsizleştiren ve reddeden bir diğer yaklaşım daha vardır. İnsan haklarının olmadığı, sadece var olanın İslam hakları olduğu iddia edilmektedir.
İslam hakları kavramıyla kastedilen şey, Kur’an ve Müslüman gelenekte tanınan haklardır. İslam haklarıyla ifade edilen bütün hakların Müslüman toplumların legal uygulamalarından oluşan şeriat  dahilinde  anlaşılması gerektiği sürekli olarak vurgulanmaktadır.
İnsan hakları, hiçbir dinsel veya seküler hukukla sınırlanamaz veya sadece onlara tabi kılınamaz. İnsan hakları, bütün yerel ve kültürel legal uygulamaların üstünde olan evrensel değerdir. Müslüman toplumlar, tarihsel, dinsel, sosyal ve kültürel düzeydeki hukuk uygulamalarını insan hakları ışığında yeniden değerlendirmelidirler.
İnsan hakları,  tarihsel, kültürel ve dinsel legal uygulamalara hapsedilerek anlaşılamaz. İnsan hakları, bütün yerel legal uygulamaların üstünde insanlığın bugünkü durumu esas alınarak gelişen dinamik ve açık evrensel değerdir.
İnsan haklarının kapsamı, kadın-erkek ayırımı yapmadan bütün insanların sahip olduğu doğal haklardan oluşmaktadır. İnsan hakları içinden bazılarını seçip, bazılarını reddetmek, insanla beraber insan haklarının tamamını ortadan kaldırmak demektir.
Şeriate uygun olanların alınıp uygun görülmeyenlerin reddedilmesi şeklinde bir argüman ileri sürülüp insan haklarının toptan anlamsızlaştırılması gibi bir yanılsama içine girilebilmektedir.
Kadın hakları, din ve vicdan özgürlüğü ve ifade özgürlüğü alanına giren insan hakları, şeriate uygun değil gerekçesiyle reddedilmektedir. İnsan haklarının başı, ortası ve sonu kadın hakları, din ve vicdan özgürlüğü, ifade özgürlüğünden oluşmaktadır. 
Şeriate uygun olduğu sürece insan haklarının kabul edilebileceği şeklindeki bir yaklaşım, aslında hukuk, ahlak ve insan hakları alanında bütün insanları kapsayan evrensel bir insan hakları anlayışının idrakine ulaşılmasına engel olmaktadır. Tarihsel ve insani şartların eseri olan bütün legal sistemler, insan haklarını kendilerine uydurmak yerine, kendilerini insan haklarına uygun hale getirecek şekilde değiştirmelidirler.
Müslüman tecrübesi yeni bir İslam insan hakları teolojisi geliştirmelidir. İslam hakları şeklindeki bir kurguyla Müslüman toplumları insan haklarına yabancılaştırmak ve düşmanlaştırmak, Müslümanlar başta olmak üzere bütün insanlığa zarar verecek sonuçlar doğurmaktadır. İnsan hakları, İslam’a düşman olan değerler sistemi olarak konumlandırılamaz.
İslam, “hukuk’ul ibad” anlamında insanların haklarının korunmasını, yani insan haklarını kendisinin var oluş gerekçesi, yani “makasıd’ul İslam” olarak görmektedir.
Geçmişe bağımlı kalınarak evrensel bir insan hakları bilincine ulaşılması mümkün değildir. Değişen insanlık durumu ışığında akıl çerçevesinde ahlak ve adalet temelli evrensel insan hakları değerini insanlığın ortak her şeyi olarak anlamaya çok ihtiyaç vardır.