Abdulmunim Said
Kahire’de Mısır Gazeteciler İdaresi Meclisi Başkanı ve Kahire Bölgesel Strateji Çalışma Merkezi Yönetim Müdürü
TT

Filistin Konfederasyonu

Politikacılar ile analistler arasında Filistin davasının, bir sorunun diğer sorunların daha acil hale gelmesiyle önceliğini kaybettiği derin bir uyku aşamasına girmiş olduğuna ilişkin genel bir görüş birliği var.
Konuyla ilgili kişiler, Filistin davasının halihazırda bir çözüm ya da çözüm yolu olmayan bir döneme girdiğini düşünüyorlar. Daha da tehlikeli olanı ise, artık var olmayan, göz ardı edilebilecek veya ele alınmayacak kadar önemsizleşen bir davanın varlığında kaynaklanan tehlikelerdir. Buna ek olarak, Filistin ve Arap sahasına yeni bir nesil yerleşti ve Filistin davası momentumunu kaybetti. Bu nesille birlikte, geçmiş 70 yıl boyunca Filistin davasını yaşayan ya da ondan etkilenen nesillerden tamamen farklı ve özel dünyası da sahneye egemen oldu.
Filistin halkının kendisi, yeni bir dönüm noktasına girdi. Hiç gerçekleşmeyebilecek Filistin seçimleri, Filistinli gruplar arasında sürekli kabul edilen ama hiç uygulanmayan uzlaşı gibi diğer uğraşılara daldı. Nitekim, yakın bir zamanda Ramallah’taki Filistin Politika ve Anket Araştırmaları Merkezi tarafından yapılan ankette sorulan “Mevcut durumdan çıkış yolu nedir” sorusuna verilen yanıtlar da bunu gösterdi. Ankete katılanların yüzde 29’u bu soruya siyasi müzakareler, yüzde 39’u silahlı mücadele, yüzde 14’ü barışçıl direniş karşılığını verdi. Asıl şaşırtıcı olan ise yüzde 15’nin mevcut durumun korunması karşılığını vermeleri. Bu son yanıtın tek bir açıklaması olabilir. O da, diğer tüm çözümlerin sonuçlarının Filistinliler arasında büyük bir hayalkırıklığı doğurmuş olduğu. Öyle ki bu hayalkırıklığının sonucu olarak söz konusu yüzde 15’lik kesim, işgalin bütün talihsizliklerinin eşlik ettiği mevcut durumun yine de gelecekte yaşanabileceklerden daha iyi olduğuna inanıyor.
Yakın bir zamanda önemli bir Filistinli yetkili ile konuşmuştum. Söz konusu yetkili özetle, dünyanın birçok sorunla meşgul olduğunu, bölge ve Arap dünyasının da kendisini meşgul eden ve öncelik vermesi gereken birçok sorunu olduğunu belirtti. Filistinliler açısından, Hamas’ın coğrafi ve politik olarak neden olduğu bölünmenin, durumu daha da kötüleştirdiğini ve İsrail’e daha fazla kazanımlar elde etmek için fırsat verdiğini söyledi.
Filistinlilerin bazı kazanımlar elde edebildikleri tek dönemin, Filistinliler ile İsrailliler arasında ne ABD ne de başka bir tarafın müdahalesi olmadan doğrudan yürütülen müzakereler dönemi olduğunu dile getirdi. Çözüm yönünde bir adım atılacaksa bunun ancak uluslararası alanda İsrail işgalini reddeden ve iki devletli çözümü destekleyen diplomatik ve politik kazanımlar aracılığıyla mümkün olabileceğini ekledi.
Filistin ile İsrail seçimlerinin doğru yönde ilerlemesinin, Filistin Ulusal Yönetimi ile seçimlerdeki diğer rakiplerine göre daha az kötü olan Mavi Beyaz İttifakı arasında müzakarelerin önünü açabileceğini ifade etti. Bu Filistinli yetkilinin düşünceleri ile Mısır deneyimi arasındaki benzerlik dikkatimi çekti. 1967 yılında alınan yenilginin ardından İsrail, Mısır’a ait Sina Yarımadası’nı işgal etmişti. O dönem de değişen uluslararası konjektürün ve akılsızca dış müdahalelerin doğurduğu risklerin ışığında, Mısır’ın işgal altındaki  topraklarını ancak Devlet Başkanı Sedat’ın girişimi kurtarabilmişti. Sedat, bugün hatıraları solmaya başlayan 1973 Arap-İsrail savaşının sonuçlarının ortaya çıkmasından sonra bu toprakları kurtarmak için bir girişimde bulunmuştu.
Sovyetler Birliği’nin şartları zorlaştıracağı, Arapların da birbirlerinin aleyhine kazanımlar elde etmeye çalışacakları uluslararası bir konferans düzenlemeye dünyanın hazır olmadığı, böyle bir konferansın düzenlense bile Mısır topraklarının işgalden kurtulamayabileceğinin anlaşılması üzerine bu girişimi başlatmıştı. Devlet Başkanı Sedat’ın Kudüs’e düzenlediği ziyaretle de İsrail’in Sina’dan çekilmesini sağlayan büyük siyasi süreç başlamış oldu.
Filistinli yetkiliye, Filistin davasının içinde bulunduğu durgunluğu, davanın mevcut durumunu ve bazı gerçekleri göz önünde bulunduran bir girişim başlatmak için kullanmanın mümkün olup olmadığını sordum. Ürdün nehri ile Akdeniz arasında yarısı Filistinli yarısı da Yahudi  12 milyon kişinin yaşadığını, iş, piyasa, vergiler ve para birimi gibi çeşitli alanlarda karşılıklı bağımlılık doğuran bir güvenlik, ekonomik, iletişim ve politik gerçekliğin var olduğunu belirttim.
Filistinlileri topraklarından söküp atacak yeni bir Nekbe (Büyük Felaket) yaşanması veya İsraililerin bavullarını toplayıp gitmeleri ile sonuçlanacak askeri bir çözümün ihtimal dışı olduğu göz önüne alınırsa tek çözümün, gerçekler ile iki devletli çözümü uzlaştırmak olduğunu söyledim. Bunun da ancak, bir tarafa uzun süredir mahrum bırakıldığı bir devlet, diğer taraf ise güvenli bir devlet veren Filistin-İsrail  Konfederasyonu ile mümkün olabileceğini dile getirdim. Bu konfederasyonun, her iki tarafa da Kudüs, mülteciler ve yerleşim yerleri ile ilgili diğer özel sorunlarla başa çıkmak konusunda daha büyük imkanlar verebileceğini ifade ettim. Bu meselelerin ABD’li fanatiklerin değil ortak çıkarlara göre çözülmesine olanak tanıyabileceğini ekledim.
Filistinli yetkili, ABD’lilerin daha önce kendisine böyle bir öneride bulunduklarını ve prensip olarak bunu kabul ettiğini ama konfederasyonun sadece egemen ve bağımsız devletler arasında olabileceğini söyleyerek beni şaşırttı. Bu yanıt bizleri, iki devletli çözümün ilk basamağına, 1947’deki Filistin’i bölme kararından Oslo anlaşmasına kadar devam eden Filistin-İsrail çatışması yıllarında üzerinde uzalaşılan noktalara geri götürebilir. Bilindiği gibi Oslo anlaşması, Batı Şeria ile Gazze Şeridi’nin Filistin Ulusal Yönetimi’nin idaresi altındaki coğrafi birliğini kabul ederken, sınırlar, mülteciler, Kudüs, yeleşim yerleri ve su sorunlarını nihai statü müzakerelerine bırakmıştı.
Bu müzakareler hiçbir zaman ilerleyemedi. Bunun yerine, nüfusun artması, karşılıklı bağımlılık, bölgesel çevre ve taşıdığı güvenlik tehditleri ve ABD’nin tek taraflı keyfi icraatları ile gerçekliğin kendisi değişmeye başladı. Uluslararası toplumun ve Arap dünyasını ABD’nin bu keyfi icraatlarını kınaması ise yeni durumda hiçbir değişikliğe yol açmadı. Değişen bir gerçek daha var. O da, İsrail nüfusunun yüzde 21’ini oluşturan ve 1.8 milyona ulaşan İsrailli Filistinlilerin Knesset’te (İsrail meclisi) 13 sandalye elde etmiş olmalarıdır. Daha organize olmaları ve halkın daha çok desteğini almaları durumunda bu sayıyı 15’e yükseltebilirler. Bu gerçek, tamamı ile konfederasyon projesi içerisine yerleştirilirse, diğer karmaşık sorunlara da yeni çözüm yolları önerebilir.
Sözgelimi başkent genellikle bütün vatandaşlarındır. Güvenlik herkesin hakkıdır. Gerçekçi bir ortak pazarın gölgesinde her iki tarafta, kendi politik ve ekonomik gerçekliğiyle başa çıkma özgürlüğüne sahip olacaktır. Bu ortak pazarda örneğin Filistinliler çalışmak için İsrail’e, İsrailliler de muayene olmak için Filistinli doktorlara gidebilir. Şeytanın ayrıntılarda gizlendiği söylenir. Ama ayrıntılar aynı zamanda daha esnek olmaya, sürekli savaş ve çatışma durumundan çıkmak başta olmak üzere karşılıklı kazanımlar elde etmeye olanak tanıyabilir. Öte yandan konfederasyon, iki devletli çözüm ile güvenliği sağlamak gerekçesi altında sömürgecilerin ve ırkçıların egemen olduğu mevcut tek devletli gerçeklik arasındaki boşluğu da kapatabilir. Her iki taraf için de daha iyi bir gelecek projesi sunabilir.
Her halükarda bu düşünce ve öneri yeni değil. Geçen yüzyılın doksanlı yıllarının ilk yarısında da gündeme gelmişti. Hatta dönemin Libya Devlet Başkanı Muammer Kaddafi daha sonra “İsratin” gibi saçma bir ad verdiği kendi önerisini de sunmuştu . Ama bunlar hep soğuk karşılanmıştı. Ancak bugün, iki devletli çözümün uygulanamaması, mevcut durum bunu gösterse de Filistinliler ile İsraillilerin tek devletli çözüme güçlü bir şekilde karşı çıkmalarının gölgesinde tekrar gündeme gelmiş bulunuyor. Konfederasyon, patlayıp bütün taraflara zarar vermeden önce bir davayı canlandırmak için bir fikirdir.