Abdulaziz Hamad Uveyşik
Körfez İşbirliği Konseyi Siyasi İşler ve Müzakereler Yardımcı Genel Sekreteri
TT

Süleymani'nin ölümü İran ile müzakare şansını artırır mı?

ABD son birkaç gün içerisinde, bölgede olayların seyrini değiştirebilecek, İran’ı caydıracak ve uzun süredir kaçınmaya çalıştığı müzakare masasına döndürebilecek iki önemli adım attı. 29 Aralık’ta Kasım Süleymani’ye yakın Iraklı bir silahlı grup olan Ketaib Hizbullah’a (Hizbullah Tugayları) ait beş askeri üsse hava saldırısı düzenledi. Bunun öncesinde Ketaib Hizbullah, Kerkük’te bulunan koalisyon güçlerine ait bir üsse 30’un üzerinde roket atarak bir saldırı düzenlemişti. Bu saldırıda bir ABD’li müteahhit hayatını kaybetmiş ve birkaç asker yaralanmıştı.
İran’a bağlı grupların Bağdat’taki ABD Büyükelçiliği’ne saldırmalarından sonra 3 Ocak’ta, Kudüs Gücü komutanı ve İran’ın bölgedeki faaliyetlerinin beyni Kasım Süleymani, birkaç üst düzey yardımcısıyla birlikte ABD’ye ait bir dronenin düzenlediği saldırıda öldürüldü.
Bu iki hadise herkes için sürprizdi çünkü ABD aylardır İran’ın provokasyonlarına karşılık vermekten kaçınıyordu. Buna ek olarak; söz konusu iki hadise güçleri ve İran’la doğrudan yüzleşme konusundaki cesaretleri ile dikkat çekiciydiler.
Bu tür kesin bir yanıt; ABD’nin güvenilirliğini kanıtlamak için gereklidir. Kışkırtıcı eylemlerinin, Irak, Suriye, Lübnan ve Yemen’in siyasi geleceğini halklarının arzularının aksine hatta gerekirse güç kullanarak şekillendirmekte ısrar etmesinin ciddi sonuçları olacağına İran’ı ikna etmek için zorunludur.
Ancak, bu darbelerin İran’ı caydırmakta etkili olması için ABD’nin askeri baskısı devam etmelidir. Böylece İran ve vekilleri başka bir maceraya kalkışmalarının önüne geçilebilir. Bununla birlikte, askeri baskıya şimdiye kadar tanık olduğumuzdan daha aktif bir diplomasi de eşlik etmeli ve ekonomik baskı devam etmelidir.
Askeri ve ekonomik baskının (yaptırımlar yahut diğer ekonomik baskı araçları aracılığıyla) kendisine eşlik etmediği diplomasinin etkili olmayacağı dış politikanın sabit ilkelerindendir. Öte yandan askeri başarı da kendisini siyasi kazanımlara dönüştürecek diplomatik eylemler olmadan arzu edilen sonucu elde edemez.
Ketaib Hizbullah’ı zayıflatmak ve Kasım Süleymani’yi öldürmek güç diplomasisine iki iyi örnektir. Fakat, bu iki olay İran’ın davranışlarında bir değişiklik meydana getirmek için yeterli değildir. Bunun için, İran’da bunların belirli bir provokasyona verilmiş yalıtılmış bir tepkiden çok belirli hedefleri olan uzun vadeli bir stratejinin parçası olduğuna dair bir kanaat oluşmalıdır.
ABD politikası müzakereleri İran ile Washington, Körfez ve dışındaki ortakları arasındaki krizi çözmenin tek seçeneği olarak görüyor. İroniktir ki, Irak’taki ABD saldırıları müzakare seçeneğini daha olası hale getirebilir. Zira İran yıllardır -özellikle geçen yıl- gerilimi yükseltiyor ama kayda değer bir karşılık görmüyordu. Kendisini müzakerelere teşvik edecek bir şey yoktu. Şiddete yönelerek ve müzakareleri reddederek kaybedeceği bir şey yoktu. Kısacası, göz yumma ve uzlaşı politikası, Süleymani’nin en uç noktasını temsil ettiği İran’ın maceralara olan arzusunu kesmekte başarısız olmasının aksine artmasına neden oldu.
Şimdi ise durum değişti. Bilhassa ABD’nin bu tür güçlü tepkiler göstermeyi sürdürmesi durumunda Tahran, zorbalık, kabadayılık, tehditler savurma, yıkım yöntemi yerine müzakare masasına dönmenin yararlı olabileceğini düşünebilir.
Bazı gözlemciler Kasım Süleymani’nin öldürülmesinden sonra görülen hüzün ve öfke duygularına işaret ederek İran’ın halihazırda sadece intikam ile ilgilendiği ve akılcı bir şekilde düşünemediği sonucuna ulaşıyorlar. Bu doğru olabilir. Yine de cenaze törenlerinin ve destek görüntülerinin çoğunlukla resmi olarak düzenlendiğini ve koordine edildiğini, kendi başına ona  verilmiş derin desteğin kanıtı olmadığını da göz ardı etmemeliyiz. Bu anlık görüntüler ile İran rejiminin uzun vadeli çıkarlarını birbirine karıştırmamalıyız.
Süleymani’nin ılımlı İranlılar için can sıkıcı bir figür olduğu biliniyor. Bazı hükümet yetkililerinin kendisini farklı bir dış politika belirleme çabaları önünde bir engel olarak gördükleri bir sır değil. Bazı İranlılar ise onu içeride baskı dışarıda savaşların aracı olarak görüyorlar. Hatta kendisini İran’ın bölge ile tarihi ilişkilerine zarar veren savaş suçlarının sorumlusu olarak görenler de var. Elbette Süleymani’ye muhalif olanların, bu aşırı yüklü ortamda gerçek duygularını dile getirmeleri mümkün değil. Fakat siyasi sahneden ayrılmasıyla, temsil ettiği aşırılık yanlısı unsurları zayıflatmak da mümkün hale geldi.
Bir başka grup gözlemci, 5 Ocak’ta Irak meclisinde yapılan oylamanın ABD saldırılarının ters teptiğini kanıtladığına ve Trump’ın müzakere isteğinin gerçekleşmesini daha da zorlaştığına işaret ediyorlar. Irak’taki hukuk uzmanlarının belirttiği gibi bu oylama semboliktir ve yasa hükmünde değildir. Hükümeti DEAŞ'la Mücadele Uluslararası Koalisyonu’ndan çıkmaya yöneltmek dışında yakın vadede hiçbir hukuki etkisi yoktur. Belirli amaçlar ve bir zaman sınırı olmaksızın yabancı güçlerin Irak topraklarındaki varlığını sona erdirmeye çalışması için hükümeti yönlendirme amacını taşımaktadır. Bu yüzden, mecliste gerçekleşen bu oylamaya hak ettiğinden fazla bir değer verilmemelidir. Özellikle de birçok Iraklı siyasi gücün çok uzun sürmeyen oturumu boykot ettiği göz önüne alınırsa.
Diğer bir deyişle Irak ve İran’daki atmosfer, Trump’ın çağrıda bulunduğu müzakarelerin gerçeklemesinin zor olduğu anlamına gelmiyor. Aksine Trump’ın aşırıya gitme ve siyasi çözümleri reddetme seçeneğinin faydasız olduğunu İran’a kanıtlamasının ardından daha muhtemel hale geldi diyebiliriz. İran Dini Lideri’nin Turmp ile diyaloğu reddettiği doğru. Ancak istenen, diğer taraflarında karşı olduğu açık bir diyalog değil herkesin üzerinde uzlaştığı ilkeler gereğince belirli meseleleri müzakare etmektir. Müzakarelerin ABD ve İran arasında ikili olması da gerekmiyor. İran ve politikalarından zarar gören tüm taraflar arasında toplu müzakareler şeklinde olabilir.
Körfez İşbirliği Konseyi daha önce bölge ülkeleri arasındaki ilişkilerin üzerine inşa edilmesi gerektiğini düşündüğü ilkeleri zaten açıklığa kavuşturmuştu. İran’ın bölge ülkeleriyle diyalog önerisinin akabinde kendisine de bu ilkeleri iletmişti. Bahsi geçen ilkeler, ülkelerin sınırlarına, siyasi bağımsızlığına, komşu ülkelerin ulusal toprak birliğine saygıyı gerektiren BM Antlaşması’na uymayı kapsıyordu. Bunun yanısıra ülkelerin iç işlerine karışmamayı, siyasi hedeflere ulaşmak için güce ya da mezhepsel fitnelere başvurmamayı da içeriyordu.
Bütün meseleleri ele alan  –yalnızca nükleer sorununu değil- müzakerelerin başarılı olma şansını güçlendirmek için ABD’nin askeri ve ekonomik baskı politikasını sürdürmesi çok önemlidir. Elbette bu baskıya, özellikle bölge ülkeleri ile yapılan istişareler sonucunda belirlenen açık hedefleri olan sürekli bir diplomatik sürecin eşlik etmesi şartıyla.
Eski idarelere nazaran mevcut ABD idaresinin gölgesinde, ABD diplomasi faaliyetlerinin sınırlı olduğuna şüphe yok. Bu da, idarenin  ABD içinde ve dışında İran’a yönelik politikalarına gerekli desteği kaybetmesine yol açtı. İçinde bulunulan seçim atmosferinde ve birçoklarının ABD idaresinin hareketlerini az da olsa şüpheyle takip ettiği bir zamanda ABD içinde bir başlangıç yapmak zor olacaktır. Ama iç desteğe sahip olmak son derece önemlidir.
Aynı şekilde, ABD diplomasisinin önünde İran’a karşı stratejisinin ne kadar ciddi olduğu, sürekliliği ve yöntemlerinin başarısı konularında bazı müttefiklerini ve ortaklarını ikna etmek gibi zor bir görev de bulunuyor. Son birkaç günde ABD idaresi, doğrudan ve cüretkar askeri eylemlerle İran’a karşı koyabileceğini kanıtlayarak kendisinden şüphe duyanları ikna etme yolunda önemli mesafeler katetti.