Abdulmunim Said
Kahire’de Mısır Gazeteciler İdaresi Meclisi Başkanı ve Kahire Bölgesel Strateji Çalışma Merkezi Yönetim Müdürü
TT

Türkiye çıkmazı

Anlaşılan o ki; hiç kimse tarihten ders almaya yanaşmıyor. Ortadoğu'dan çıkarılabilecek en önemli ders şudur; "Bir savaş başlatabilirsiniz, ancak savaşı sonlandırmak istediğinizde bu mümkün olmayabilir." Bu gerçeği tüm tarihçiler bilir.
Daha da ileri giderek şunu söyleyebiliriz; bölgedeki savaşlar bitmez, sadece şekil değiştirir. Görüldüğü üzere; ne Somali, ne Afganistan, ne Suriye ne de Yemen savaşı sona eriyor. Ortadoğu savaşları, devam etmeleri için yeni mekanizmalar bulur, dış müdahale olur, ya da savaş kentten taşraya, denizden karaya taşınır.
Geleneksel savaş yöntemleri kullanılabilir, çete savaşlarına dönüşebilir, şehir savaşlarına evrilebilir veya terörist çatışmalarla devam eder.
Bu savaşlarda en gelişmiş teknolojiler de kullanılabilir, en ilkel yöntemler de. Birlikler, taburlar ya da yalnız kurtlar kullanılabilir.
Türkiye de bu savaşlardan ders çıkarmayan ülkelerden biri haline geldi.
Türkiye hali hazırda üç savaşa dâhil olmuş durumda.
İlki ülke içindeki ayrılıkçı Kürtlere karşı sürdürdüğü savaş.
İkincisi; Irak’ta PKK’ya karşı verdiği savaş.
Üçüncüsü de; Kuzey Suriye’de çok yönlü tehlikelere maruz kaldığı savaş ihtimali.
Suriye’de birçok terör örgütü var, Türkiye bu örgütlerle savaşmalı mı yoksa işbirliği mi yapmalı, ya da hem savaşıp hem de müzakere mi yürütmeli? Karışık durumlar, zorlu tercihler.
Buradaki varlığı PYD ile çatışma ihtimalini canlı tutuyor, ayrıca Suriye rejimi ile de çatışma ihtimali söz konusu, Rusların sınırındaki varlığı da ayrı bir sorunsala işaret ediyor.
Türkiye’nin amacı, bu bölgede Kürtler’in bağımsız bir devlet kurmasının önüne geçmek ve kendi içindeki milyonlarca Suriyeli göçmenin oluşturulacak güvenli bölgelere yerleştirilmesini sağlamak.   
Ancak uygulamada; Güvenli Bölge’nin hiç de güvenli olmadığı gerçekliği öne çıkıyor. Türkiye’nin buradaki askeri güçleri, muhtelif terör örgütlerinin saldırılarına açık pozisyonda. Bu örgütler arasında bir zamanlar rejimi devirmek için destekledikleri de var. Tüm bunların üstüne bölgede yükselen şiddet olayları dolayısıyla yüzbinlerce Suriyeli mültecinin Türkiye’ye sığınmak için hareket halinde olduğu da biliniyor.
Başındaki bu dertler yetmiyormuş gibi, Türkiye 2 bin kilometre öteye giderek, Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti ile deniz sınırı anlaşması yapıyor. Bazıları bunun mümkün olamayacağını, zira karşılıklı sahillerin olmadığını söylüyor. Türkiye bu bağlamda ayrıca yaptığı askeri anlaşmayla, Libya Hükümeti’ne askeri yardım ve gerekirse doğrudan askeri müdahale yoluna da gitmiş oldu.
Bu durumda Türkiye dördüncü bir askeri cephe mi açacak? savaş tarihçilerine göre; iki cephede birden savaşmak son derece sakıncalı görülüyor. Ancak Başkan Erdoğan liderliğindeki Türkiye, 4 cephede birden savaşmanın eşiğine gelmiş durumda. Adeta "Sıfır çatışma" teorisinden "her cephede çatışma" aşamasına geçilmiş gibi görünüyor.
Karasal sınırları olan Irak ve Suriye’nin aksine Libya oldukça uzakta olan bir ülke. Gözlemciler, Ulusal Mutabakat Hükümeti’nin talepleri ile Ankara’nın yaklaşımının farklılık arz ettiğini düşünüyor. Meseleyi tamamen askeri olarak ele alırsak; iki ülke arasında yapılan güvenlik anlaşmasının anlam kazanabilmesi için;  Türkiye ordusunun güçlü bir şekilde Libya’da konuşlanması gerekiyor. Bazılarına göre; Libya Ulusal Ordusu karşısında askeri dengenin sağlanabilmesi için Türkiye’nin tam donanımlı en az bir alay asker göndermesi gerekir. Bu askerlerin hava kuvvetleri ve gemilerle de desteklenmesi bir zorunluluk olarak görülüyor. Başkan Erdoğan muhtemelen bu girişimi başlatırken, Libya Hükümeti’ne silah desteği ile birkaç düzine eğitim subayı göndermenin yeterli olacağını düşünüyordu. Ancak Serrac Hükümeti zor durumda ve mesele ciddi. Öte yandan Tunus ile Cezayir’le anlaşarak bu ülkeleri güzergâh olarak kullanıp müdahil olma planları da, Tunus’un izin vermemesi üzerine aksamış gibi görünüyor.
Pratik ve askeri açıdan değerlendirdiğimizde, geriye sadece Akdeniz üzerinden doğrudan hava ve deniz aracılığıyla müdahale seçeneği kalıyor. Bu durumda Akdeniz boyunca sürekli olarak hava güvenliğinin temin edilmesi gerekiyor ki bu da hiç kolay değil.
Yukarıda bahsedilen zorluklar, Türkiye’nin bölgesel orta güçte bir ülke gibi değil de, niçin sınırsız askeri-ekonomik imkânları olan küresel büyük bir güç gibi davrandığı sorusunu sormamızı gerekli kılıyor. Eğer Türkiye’nin olanakları kısıtlıysa, niçin içinde bulunduğu mevcut krizlerden çıkmak yerine, kendini yeni krizlerin içine sokuyor?
Bunun cevabı, Türkiye’nin stratejik iki hedefinin olmasında yatıyor. Birincisi Türkiye’nin bölgedeki stratejik nüfuzunu arttırmak ki Libya’ya uzanması Afrika Boynuzu ülkeleri ile, Kızıldeniz ve Akdeniz’de etkinliğinin artmasını sağlayacaktır. İkinci hedefi ise ekonomiktir, bu da Akdeniz’deki doğalgaz ve petrol yataklarında başkalarının dayattığı şartlar yerine Türkiye’nin kendi şartlarıyla söz sahibi olmasıdır.
Bilindiği üzere Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni Türkiye dışında hiçbir ülke tanımıyor. Bu durumda Libya ile yapılan ‘deniz sınırları’ anlaşması daha da önem kazanıyor. Ancak şunu ifade etmeli ki Türkiye’nin hedeflerinin önünde ciddi engeller bulunuyor.
Türkiye’nin Libya’ya uzanması, Libya Ulusal Ordusu’nu destekleyen Rusya ile temas ve belki de çatışma ihtimalini barındırıyor. Rusya Libya’daki çıkarları gereği çatışmanın daha fazla uzamasını istemediğinden, kendi şartlarıyla ateşkes öneriyor. Ayrıca Suriye’de iletişim halinde oldukları Rusya ile Libya’da karşı karşıya kalma ihtimalleri de ortaya bazı başka sorunların çıkmasına neden olacaktır.
Türkiye’nin Akdeniz’deki askeri faaliyetleri tarihi olarak gergin ilişkileri olan Yunanistan ile Ege denizinde yeni uzlaşmazlıklara da neden olabilir. Mısır’ın Libya müdahalesinden rahatsız olduğu da bir gerçek, bu durumda Mısır hatta İsrail ve Yunanistan ile de karşı karşıya gelme ihtimalleri bulunuyor.
Mısır, Yunanistan, İtalya, İsrail ve Güney Kıbrıs’ın Poseidon projesi üzerinden Avrupa’ya gaz taşıma planları da dikkate alınırsa, Türkiye’nin işinin zor olduğu görülecektir.
Avrupa ise Türkiye’nin Libya’ya askeri müdahalesi konusunda henüz tutumunu netleştirmiş değil. Libya’daki savaşın kızışması Akdeniz’deki mülteci akınlarını arttırabilir, bu durumda Avrupa’nın mültecileri önleme noktasında Türkiye’ye verdiği ekonomik destek de göç dalgasını önlemede yeterli olmayacaktır.
ABD liderliğindeki Nato ülkeleri, yani Almanya, Fransa, İtalya ve İngiltere’nin tutumu Türkiye’nin bölgesel müdahalesinin boyutlarını ve geleceğini belirleyecektir.
ABD şu aralar Ortadoğu haritasını İran eksenli değerlendiriyor ve Akdeniz’den çok İran meselesine odaklanmış gibi görünüyor. İran’sa Irak’ta ABD Büyükelçiliği’nin kapısına dayanarak şansını zorluyor.