Ekrem Bunni
Suriyeli yazar
TT

​Suriye'deki demografik değişimin evreleri

Suriye'deki demografik değişim operasyonlarını incelemek, dört ana başlık altında mümkün olabilir. Demografik değişimde, sadece devam eden iç savaş sürecindeki siyasi kararlar ve askeri yöntemler etkili olmuş değildir. Suriye’nin yakın tarihinde bazı şehir ve bölgelerde nüfus yapısının değiştirilmesinde, teşvik ve çeşitli sindirme yöntemlerinin uygulanması etkili olmuştur.  Kavramsal olarak açıklarsak, demografik değişim genel olarak; "Belirli bir ırka, dine veya mezhebe bağlı  insan gruplarının topraklarını terk etmesini sağlayarak, yerlerine; farklı bir ırka, dine veya mezhebe bağlı grupları yerleştirmektir’’ denilebilir.
İlk olarak; Suriye rejiminin demografik değişimin başlatılmasında görece eski bir rolü olduğunu söylemekte fayda var. Baas rejimi yönetime gelmesine müteakip, 1974'te toprakları Fırat nehri üzerinde kurulan Tabka Barajı'nın altında kalan Arap aşiretlerini, Arap Kemeri projesi çerçevesinde, Kürtlerin yoğunluklu olarak yaşadığı Türkiye sınırındaki 300 km uzunluk 15 km genişlikteki bölgelere yerleştirdi.
Bunu takip eden süreçte Nusayri Alevilerin, ordu ve güvenlik kurumlarında istihdam edilmek üzere, Şam ve Humus şehirlerine yerleşmeleri teşvik edildi. Kamuya ait arazilerin Nusayrilere tahsis edilmesi üzerine bu şehirlerin banliyölerinde yeni mahalleler oluşturuldu. Bu bölgelere örnek olarak, Şam’da; Tişrin, Sümeriye, 86. Mahalle ve İş el-Vurud bölgeleri, Humus’ta da; İkrime ve Zahire bölgeleri gösterilebilir. İç savaş sürecinde Suriye rejimi bu konuşlandırmayı Humus’ta muhalefetin etkin olduğu bölgelerdeki nüfusu katliamdan geçirip geri kalanları göçe zorlayarak, yerlerine yine Nusayrileri yerleştirerek sürdürdü. Rejimin bombardımanlarından kaçarak sığındıkları Vair semti 2017’de tamamen boşaltıldığında, Sünni nüfusun yoğunluklu olduğu bu kentte Aleviler çoğunluk haline geldi.
Hama'da ise şiddetli çatışmaların ardından Esed rejimi Asi Nehri’ni kendi halk kitlesiyle bölgedeki eski nüfus arasında doğal bir sınır olarak belirledi. Bu doğrultuda Hama kırsalındaki Aşarine, Kabr Fadda ve Remle bölgelerine yoğun bombardımanlar gerçekleştirerek, Sünni nüfusun göç etmesini sağladı, yine bu bölgelere Dürzi ve Nusayri aileleri yerleştirdi.
İkinci olarak; İran’ın ve ona bağlı milis örgütlerinin Suriye'deki sistematik demografik değişim süreçlerinde büyük ve tehlikeli bir rolü bulunmaktadır. İranlılar siyasi öneminden ve içinde Şii inancına göre kutsal addedilen çok sayıda türbenin bulunduğu Şam’da demografik değişimler gerçekleştirdiler.
Tahran yönetimi eski Şam bölgesindeki halkı korkutarak ya da yoksulluklarından faydalanarak Emevi Camii’nin çevresindeki bölgeleri ele geçirdi. Seyyide Rukiyye türbesi etrafındaki evleri satın alan İranlılar, Emin Caddesini de Şii milislerin karargâhına dönüştürdü. Seyyide Sükeyne türbesini gerekçe göstererek Şam kırsalındaki Dareyya semtini kuşatan İranlı milisler, buradaki 700 silahlı muhalif ile ailelerini İdlib’e gitmek zorunda bıraktı. Yerlerine ise 300 Iraklı aile yerleştirildi. Zaten Seyyide Zeyneb bölgesi 2012’den beri İranlıların denetimi altındaydı. Hizbullah bu değişime Lübnan sınırındaki bazı kasabaları ele geçirerek destek verdi. Ayrıca Humus'taki Kusayr ilçesinin sakinleri 2013 yılında göçe zorlandı ve yerlerine Rida Tugayları adını alan Suriyeli Şii milisler ile aileleri yerleştirildi.
Bu demografik değişimin en korkuncu ise, 2018 yılında Dört Kent Anlaşması olarak bilinen, Zebedani, Madaya kentlerinden onbinlerce Sünni'nin, İdlib’in Kefreya ve Fua ilçelerine nakledilmesiydi. Yerlerine yine Suriyeli Şiiler ile Nusayri Aleviler yerleştirildi.
Üçüncüsü, 2016 yılından bu yana, Kürtlerin çoğunlukta olduğu Suriye Demokratik Güçleri’nin (SDG) ülkenin kuzeyindeki ve doğusunda etki alanını genişletmeyi başardıktan sonra, askeri kanadı YPG aracılığıyla onlarca Arap köyünü boşaltmasıydı. Bu köylere Kuzeyde bir Kürt federe devletine hazırlık olarak, Türkiye, İran ve Irak’tan getirilen PKK yanlısı Kürtler yerleştirildi. Öte yandan İŞİD ve Nusra gibi aşırılık yanlısı radikal gruplar, kendilerine muhalefet edenleri tasfiye etmek ya da göçe zorlamaktan ve evlerine el koymaktan çekinmedi.
Dördüncüsü; Türkiye’nin şimdilerde güney sınırlarında uygulama aşamasında olduğu demografik değişimdir. Türkiye bölgeyi siyasi ve toplumsal olarak yeniden tanımlamaktadır. Fırat Kalkanı ve Zeytindalı harekâtları çerçevesinde, Fırat’ın batısındaki bölgeler ile Halep’in kuzey bölgelerinde Afrin kırsalında Kürt nüfusun yoğunluklu olduğu yerleşim yerleri boşaltılmaktadır. Ayrıca Cerablus, El-Bab, Menbic kasabalarına da Suriyeli mültecilerin yerleştirilmesi hedeflenmektedir. Türkiye yönetiminden yapılan son açıklamalarda, bu bölgelere bir milyon Suriyeli mültecinin yerleştirilmesinin planlandığı ifade edilmektedir. Barış Pınarı Harekatı’nın Rasulayn ve Tel Ebyad’daki yüzbinlerce Kürdün göçüne neden olduğu, bu durumun bölgenin demografik yapısını ciddi anlamda değiştirdiği belirtiliyor.
Türkiye’nin Fransız işgalinin ardından 1939’da İskenderun’a el koyması gibi, bu bölgeleri de ele geçirmesinden endişe ediliyor.
Sonuç olarak; Suriyelilerin büyük çoğunluğu, yukarıda işaret ettiğimiz demografik değişim girişimlerinin, halk olarak birlikte yaşama imkânını ve geleceklerini karartmasından korkuyor. Bazı iyimserlerin bu değişikliğin geçici olduğu ve zaman içinde herkesin evine döneceği yönünde yürüttükleri tahmin de bu korkunun dozunu azaltmıyor. 
1949’daki Cenevre Sözleşmesine göre; demografik değişim, insanlığa karşı suç anlamına geliyor. İletişim ve bilgi çağında bu değişimin kalıcı olamayacağı, zira bu değişiklikleri yakından takip edip belgelendiren kurumlar olduğu biliniyor.
Ayrıca bu yapay yerleşimlerde, eski sakinleri ne kadar süre geçse de haklarını ve mülkiyetlerini geri almak için ısrarcı olacaktır. Unutulmamalıdır ki; tarihin farklı evrelerinde Suriyeliler, bölünmeye ve ulusal kimliklerinin yok edilmesi girişimlerine karşı direnç göstererek bir arada kalmayı başarmıştır.