Necib Sab
Arap Çevre ve Kalkınma Forumu (AFD) Genel Sekreteri ve “Çevre ve Kalkınma” dergisinin editörü
TT

Yolsuzluk, Avrupa'nın yeşil hedeflerini tehdit ediyor

Yunanistan'da patlak veren Avrupa tarım sübvansiyonu skandalı ilk değil ve zayıf denetim, şeffaflık ve hesap sorma göz önüne alındığında son da olmayacak. Bu olgu yalnızca Avrupa Birliği (AB) ve özellikle Yunanistan ile sınırlı değil; boşa harcama, israf ve kötü yönetim, uluslararası kuruluşlar tarafından desteklenen ve çoğu çevre, iklim ve doğa koruma odaklı dünya çapındaki birçok programı etkiledi. Bunlar, insanlığa karşı işlenen suçlar ve sorumluluk yalnızca kamu fonlarını çalanlara değil, aynı zamanda yolsuzluğu ve israfı teşvik eden gevşek programlar uygulayan bağışçı kuruluşlara ve kurumlara da ait.

Kamu yararını hedefleyen büyük değişim politikalarının başarısının, teşvikler ve caydırıcı unsurların bir kombinasyonunu gerektirdiği kanıtlanmıştır. Bunlar arasında, faydalı uygulama ve programlar için muafiyetler ve desteklerin yanı sıra, zarara neden olanlara vergi ve para cezaları da yer almaktadır. Bunun sayısız örneği vardır: Ozon tabakasını incelten maddelerin kullanımının durdurulması ve yeni, zararsız maddelerin kullanımına geçiş, özellikle yoksul ülkelerde, yıllar süren geçiş programlarına yeterli destek sağlanmasaydı mümkün olmazdı. Yenilenebilir ve temiz enerji kaynaklarına geçiş, üreticilere ve tüketicilere destek sağlanmadan mümkün değil. Su ve toprak gibi kaynakları tüketen ve kirliliğe neden olan tarım modellerinin daha güvenli olanlarla değiştirilmesi, doğal yaşam alanlarının, ormanların ve meraların korunması, toprağın, suyun, havanın kalitesine ve iklime zararlı belirli pestisit ve kimyasal gübre türlerinin kullanımının azaltılması, tüm bunlar, tarım sektörünü desteklemenin yanı sıra, kullanımının aşamalı olarak sonlandırılması veya azaltılması gereken uygulamalara ve maddelere yüksek gümrük vergileri uygulanmasını gerektiriyor.

Bunlar, yüz milyarlarca dolarlık kamu harcaması gerektiren faydalı programlara sadece birkaç örnektir. Ancak, başarı olmaları için temel koşul, belirlenen hedeflere ulaşmaları, uygulanabilir olmaları ve nitelikli, bağımsız kuruluşlar tarafından sıkı bir gözetim ve denetim mekanizmasına sahip olmalarıdır. En kötüsü ise programı geliştirenlerin şeffaflık ve hesap sormanın olmadığı bir ortamda kendi kendilerini denetlemeleri, dar bir fırsatçı çevre ile karşılıklı hizmet ve fayda alışverişinde bulunmalarıdır. İhmal ve yolsuzluk döngüsü, hükümetler, uluslararası kuruluşlar, sivil toplum kuruluşları ve özel sektör olmak üzere her düzeydeki aktörleri kapsamaktadır.

Yunanistan'daki son yolsuzluk skandalı, AB'nin tarım destek programının sunduğu fondan 400 milyon avronun kötüye kullanılmasıyla ilgiliydi ve bu skandala siyasetçiler ve hükümet yetkilileri de dahil oldu. Bunlar, bazıları var olmayan araziler ile ilgili hayali projeler için finansman elde ettiler ve eylemlerini sahte raporlarla örtbas ettiler. Soruşturma milyarlarca dolarlık sübvansiyon fonlarını kapsayacak şekilde genişletildi. İronik bir şekilde, yağma olayına karışanlardan biri de iktidar partisinin Avrupa fonları programının başkanıydı. Ne var ki sübvansiyon fonlarındaki yolsuzluk, tarım ve hükümetlerin ötesine, belki de en önemlisi, çevre ve iklimle ilgili programlar olmak üzere çeşitli sektörlere uzanıyor ve başrolde de özel şirketler ve sivil toplum gibi davranan sahte kuruluşlar yer alıyor.

Ne yazık ki, bu dolandırıcılıklar ve yağmalar, AB'yi parçalamak ve kendilerini nesli tükenmiş türler için çitle çevrili doğa koruma alanları gibi ulusal sınırlar içinde tecrit etmek isteyen popülist gruplara katkı sağlıyor. Dolayısıyla, israf ve yolsuzluğa son verme çağrısı, aslında AB'yi vandallardan koruma çağrısıdır; çünkü AB, kıta halkları, Akdeniz havzası ve dünya için olduğu kadar kalkınma, güç dengesi ve çok kutupluluk için de elzemdir.

AB, uluslararası sistem içinde çevre ve iklim faaliyetleri için olmazsa olmazdır. Kovid-19 pandemisinin etkileri, Ukrayna'daki savaş ve ABD tarifelerinin ekonomik etkileri nedeniyle taahhüt ve programların yavaş uygulanmasına rağmen, AB tarafından 2020 yılında kabul edilen “Yeşil Mutabakat”, iklim faaliyetlerini çevrenin ve doğal kaynakların korunmasıyla ilişkilendiren en önemli uluslararası girişimlerden biri olmaya devam ediyor. AB, 2030 yılına kadar emisyonları yüzde 55 oranında azaltma geçici hedefiyle birlikte, 2050 yılına kadar “karbon nötr” olma taahhüdünden vazgeçmedi.

Aynı zamanda uluslararası çevre ve kalkınma iş birliğinin, AB'nin lider rolünü kaybetmeyi göze alamayacağı gibi, Avrupa'nın birçok alanda can simidi olduğu Arap ülkeleri de dahil olmak üzere Güney Akdeniz havzası ülkeleri de bunu göze alamaz. Bu güney ülkeleri, aynı zamanda, Avrupa-Akdeniz iş birliği ve entegrasyonu için doğal bir arenayı da temsil ediyor; bu nedenle, hiçbir taraf israf ve yolsuzluk nedeniyle güveni kaybetmeyi göze alamaz.

AB, bazıları doğrudan, bazıları ise uluslararası programlar kapsamında olmak üzere çeşitli girişimlerin bir parçası olarak Akdeniz ülkelerindeki çevre ve kalkınma programlarına destek olarak milyarlarca dolar pompalıyor. Bu programların en önemlilerinden biri, BM Çevre Programı (UNEP) liderliğinde ve Barselona Sözleşmesi çerçevesinde AB ve 21 ülkeyi bir araya getiren Akdeniz Eylem Planı’dır. Bu sistemin en önemli organlarından biriyse, stratejinin uygulanmasını ve güncellenmesini izleyen Akdeniz Sürdürülebilir Kalkınma Komisyonu'dur. Komisyon, hükümetlerin yanı sıra sivil toplum kuruluşlarının, bilimsel kuruluşların ve yerel yönetimlerin temsilcilerini de bir araya getiriyor. Bu, farklı yönelimlere sahip Akdeniz ülkelerinin, ortak çevreyi korumak ve kalkınma iş birliği için en etkili yöntem ve programları geliştirmek üzere AB ile aynı masada buluştuğu tek forum olabilir.

Yunanistan'da Avrupa fonlarının heder edilmesiyle ilgili son skandal, Avrupa-Akdeniz programlarının, AB’nin uluslararası ortak kuruluşlarıyla iş birliği içinde şeffaflık ve sıkı denetim sağlayan standartları benimsemesi için bir uyarı niteliğinde olmalı. Zira örneğin, bu program ve komitelerin bazı sivil toplum üyelerinin görev sürelerinin, dönüşüm ve yenileme ilkesi ile yasaları ihlal ederek, izin verilen süreyi aşmasına izin verilemez. Bu durum, özellikle AB fonlarından, bazıları hayali olan dernek ve kuruluşların yararına, milyonlarca dolar değerinde projelere dönüşen girişimleri teşvik eden, birbirine hizmet eden blokların oluşmasına olanak tanır ve bu da açık bir çıkar çatışması yaratır.

Akdeniz havzasındaki komşuları gibi, Avrupa halklarının da AB'nin birleştirici ruhuna ihtiyaçları var. Bu, iş birliğine dayalı eylemler ve uluslararası denge için elzemdir. Ancak, gücünü korumak, verimliliği sağlamak ve israfı önlemek için şeffaflık, hesap sorma ve hesap verebilirlik ilkelerinin uygulanması gerekiyor. Bu misyonun yerine getirilmemesi, Avrupa'da popülist ve izolasyonist hareketlerin önünü açmak ve bölgesel iş birliğinde öncü ve nadir bir deneyimin kaybına neden olmak demektir.