Abdulmunim Said
Kahire’de Mısır Gazeteciler İdaresi Meclisi Başkanı ve Kahire Bölgesel Strateji Çalışma Merkezi Yönetim Müdürü
TT

İran halk hareketi

Kısa bir süre içinde Tahran ve diğer İran şehirlerinde, Arap Baharı adı verilen dönemde çokça adı geçen “milyonluk” gösterilere benzer kalabalık gösteriler düzenlendi. Bu iki kez yaşandı: İlkine, İran Devrim Muhafızlarına bağlı Kudüs Gücü hücrelerinin lideri, Irak, Suriye, Lübnan, Yemen ve Gazze’deki İran’a bağlı grupların sorumlusu Kasım Süleymani’ye duyulan üzüntü egemendi. İkincisine, çoğu İranlı olan 176 yolcuyu taşıyan Ukrayna uçağını düşürülmesine duyulan öfke hakimdi.
Zamansal olarak ikisi arasında sadece birkaç gün vardı ama içerik olarak aralarındaki fark büyüktü. Birincisinde, kalabalıklar “şehidi”ni yolcu eden İran rejiminin üzüntüsüne ortak oldu. İkincisi, 1979 yılından beri İran’ı yöneten rejime bir karşı çıkıştı. İran makamları, uçak felaketinden sonra birkaç gün boyunca İran ordusunun ya da Devrim Muhafızları’nın olaydaki sorumluluğunu reddetmişti. Ancak göstericiler öfkelerini doğrudan iktidarın sembollerine yönelttiler. Protestolarda, “Katil Süleymani”, “Hain Lider” ve Dini Lider Ali Hamaney’i kastederek “Diktatöre ölüm” gibi sloganların yükseldi. Böylece, hükümet karşıtı protestolar askeri komutanın ölümünden sonra ortaya çıkan ulusal ruh hali ile keskin bir tezat oluşturdu. Geçen yıl akaryakıt fiyatlarına yapılan zam nedeniyle patlak veren protestoların aksine son protesto dalgası orta sınıftan İranlı öğrencileri de içerdi. Ekonomik koşulların, siyasi yozlaşmanın, ABD yaptırımlarının, İslam devriminden ve Velayet-i Fakih rejiminin totoliterliğinden 40 yıl sonra bir kitlesel devrim kasırgası ile karşı karşıya mıyız? Yoksa, birinci milyonluk gösterideki rejimin destekçileri ile ikinci milyonluk gösterilere katılanlar arasında İran halkının “hareketsel” olarak bölünmesi ile mi karşı karşıyayız? Bu sorunun yanıtı, İran halısının karmaşık düğümleri gibi karmaşık olan İran’ın durumunun göründüğünden de daha karmaşık olabilir.
Siyaset bilimi kitaplarında, her iki yüzüyle İran’da yaşananlara, “kitlesel fenomen” olarak adlandırılan başlığın altında yer verilebilir. Elbette bunu ayaklanma, başkaldırı, devrim olarak adlandırabilir hatta kendisine hareket demekle de yetinebiliriz. Fakat bütün bu adlandırmalara bir yana meselenin özü aynıdır. Yüzbinlere varan kitlelerin sokağa dökülmesi ve belirli sloganlar atmasıdır. İran örneğinde olduğu gibi, kalabalıkların suikasti gerçekleştiren ABD ile mücadele pozisyonunun değişmesini talep etmesi, kitlelerin siyasi projesine artık inanmadıkları siyasi otoriteyle yüzleşmek, artık katlanılamaz hale gelen siyasi ve ekonomik koşullara karşı tutumunu ortaya koymasıdır. Burada sayı gücü, kitlelere görünmeyen ama ilgili herkes tarafından hissedilen bir kapasite kazandırır.
Birey yenilmesi zor olan büyük bir topluluğun organik bir parçası haline gelir. Büyük bir grubun yanlış bir şey üzerinde hemfikir olmayacağı ve eninde sonunda açık bir zafer elde edeceği inancına sahip olur. Öte yandan İran’daki protestolar, Hong Kong, Şili, Katalonya, Fransa, Arap dünyasında da geçen yıl Sudan, Cezayir, Lübnan ve Irak’ta, 10 yıl önce Tunus, Mısır, Suriye, Libya ve Yemen’de kitlelerin düzenledikleri protestolardan farklı değil. Bu protestolar ile dünyanın birçok ülkesinde görülen olgudan çok da farklı değil. Bütün bu örneklerde halk hareketi kendi kendisini besledi. Kitlelerin bilincini devlet ve topluma farklı bir imaj kazandırma yönünde şekillendirecek siyasi ya da kolektif örgütlenme yeteneği veya daha fazla kalabalıkların katılımı ile enerjisini yeniledi.
Biçimsel olarak, birinci İran halk hareketinin en önemli özelliği, aslında Şiiliğin ayırt edici bir rengi olan siyahlıktı. Bu derin üzüntü anında kadın ve erkeklerden oluşan kalabalıklar siyah dalgalar oluşturdular. Bu dalgaların üzüntüsü öyle bir raddeye ulaştı ki yaşanan izdihamda onlarca kişi yaralandı ve 57 İranlı hayatını kaybetti. Sloganlardan seslere, haykırışlara ve gözyaşlarına hareketin tamamı içinde büyük bir acı ve üzüntü taşıyordu. Bu üzüntü belki de Süleymani için değil devrimde, Irak-İran savaşında, gençlerin Irak, Suriye, Yemen ve diğer uzak yerlerde savaşmak için katıldığı kendisini takip eden savaşlarda kaybolan büyük kurbanlar dizisi içindi. İkinci İran halk hareketine ise, Ortadoğu’daki diğer orta sınıf gençlik devrimlerinin olağan görüntüsü hakimdi. Siyahın yanında farklı renkte kıyafet ve saçlar da vardı. Genç kızların başörtülerinin altından saç demetleri uzanıyordu.  Birinci halk hareketine egemen olan disiplin ve katılığın aksine belki de yaş farkı ya da değişim zamanının geldiği inancı nedeniyle ikincisine bir tür esneklik, gülümseme ve umut hakimdi. İranlılar birkaç gün içerisinde değişmiş miydi yoksa uçak kazasına eşlik eden yalanlar kamuoyunun kendisinde bir değişim mi yaratmıştı?
Bunu öğrenmek biraz zaman alacak. Zira İran-ABD krizinin etkileri hala başlangıç aşamasında ve uçurumun kenarına, savaşın eşiğine ulaşan tüm krizler gibi katılan tüm taraflarda etkileşimlere yol açtı.
ABD’deki etkileşimlerini, şimdiden kasım ayına kadar seçim sandıkları yoluyla ifade edecek. Gerçekten de Körfez bölgesinde Süleymani suikast öncesi ve sonrasının etkileşimleri, Başkan Trump’ın Senato’daki yargılanma süreci kadar Iowa eyaletindeki seçimler ile başlayacak olan Demokrat Parti’nin ön seçimlerini de etkilemeye başladı. Irak, ülkesindeki ABD kuvvetlerinden geri çekilmesini talep etmeye yöneldi ancak Washington’un talep ettiği makul olmayan bedeller nedeniyle bu talebini geri çekmek zorunda kaldı. Fakat, krizin etkileri özellikle Irak halk hareketi, yeni kabinenin seçimi, Bağdat ile Tahran arasındaki ilişkilerin yeniden yapılandırılması ile bileşik olduğu için daha sonuca bağlanmadı.
Bağdat ile Tahran arasındaki ilişkilerde, birincisi ittifakın ceremesini çekiyor. İkincisi ise, Süleymani ve el-Muhendis suikastinin iki ülke arasındaki birlikten çok Irak’ın yaşanan ve olası gerilimin sahası olmasından dolayı ayrılık zamanını ifade ediyor olmasından korkuyor. İran’a gelince, etkileşimler, bir yanda ABD’ye ve İsrail’e ölüm, diğer yanda Dini Lider gitsin sloganlarıyla iki şekilde gösterdi Fakat etkileşimlerin sonucu sloganlarla sınırlı değildi. Aynı zamanda hiç kimseyi öldürmeyen saldırılar, nükleer krizin tekrar ilk sıraya yerleşmesi için Tahran’ın uranyum zenginleştirmeye dönerek gerilimi tırmandırması ile somutlaşan tepkiyi de ortaya çıkardı.
Avrupa da tepkisini iki şekilde gösterdi: Birincisinde AB üyesi ülkeler, herkese güven verecek yeni bir anlaşmayı görüşmek için herkese (5+1) müzakere masasına dönme çağrısı yaptı. İkinci tepki, AB’den ayrılan ve Boris Johnson liderliğinde geçmişte olduğundan daha net bir tutum benimseyen İngiltere’den geldi. İngiltere’ye göre meselenin çözümü basit: İran’ın Trump’ın anlaşmasını kabul etmesi. Eğer bütün bunlar, özellikle diğer bölgesel ve küresel pozisyonlar kendisine eklendiğinde bir likidite durumunu gösteriyorsa, bu durum, içindeki büyük çelişkilerin halen sıcak olduğu büyük bir krizden sonraki gerçekliği yansıtır.