Charles R. Lister
Ortadoğu Enstitüsü Terörle Mücadele Bölümü Başkanı
TT

Suriye'deki hatalar terörizmi besliyor

Suriye, son yıllarda terörizmle mücadele konusunda küresel çabaların odağı haline geldi. Terör örgütü DEAŞ’ın 2014 yılından itibaren korkunç yükselişi, uluslararası toplumun Suriye'deki çabalarını birleştirmeyi başardı. Aynı eğilim, ülke halkının Beşşar Esed rejimine karşı ayaklanmanın desteklenmesinde ise söz konusu değildi.
Haftalar içinde tarihteki en büyük çokuluslu koalisyon, Irak ve Suriye’deki DEAŞ hedeflerine saldırı gerçekleştirmek için bir araya geldi. Beş yıllık bir mücadele sonrasında terör örgütünün egemenliğini ilan ettiği bölgeler ele geçirildi. Her ne kadar bu süreçte DEAŞ’ın sonlandırıldığı yönünde erkenci açıklamalar yapılmış olsa da nihayetinde örgütün gücü büyük ölçüde kırıldı. Bu sürecin ardından DEAŞ’ın ortadan kaldırıldığı varsayımıyla Suriye’deki terörizmle mücadele misyonu ve uluslararası çabalar zayıflamaya başladı. 2020 yılının ilk ayında dünyanın Suriye’deki terörizmle mücadeleyi hafife aldığı gerçeği birbiri ile ilintili üç konuyla netleşmiş oldu.
Terör örgütü DEAŞ’ın tehditleri, henüz örgütün çözülmediğini gösteriyor. Terör örgütü, Fırat'ın doğusunda neredeyse günübirlik saldırılar gerçekleştirebiliyor. Ayrıca halen örgütün binlerce savaşçısı olduğu biliniyor. Daha da rahatsız edici olan ise terör örgütünün Batı Fırat bölgesindeki gelişmeler nedeniyle moralinin yükselmiş olmasıdır. Esed rejimi ve beraberinde savaşan milis güçlerinin bırakın DEAŞ’ı yenilgiye uğratmayı, Suriye’nin orta bölgesinde güvenliği sağlamaktan aciz olduğu görülmektedir. Palmira ile Deyrizor bağlantısını sağlayan M20 otoyolu üzerinde saldırılarını yoğunlaştıran DEAŞ militanları, Suriye ordusu ve milis güçlerine düzenlediği günübirlik saldırılarda çok sayıda askerin yaralanmasına ve ölmesine neden oluyor. Terör örgütü geçtiğimiz haftalarda kısa süreliğine M20 otoyolunun bazı bölgelerini ele geçirmişti.
DEAŞ’ın halen hayatta olduğuna dair yeterince güçlü delillerin bulunmasına rağmen örgütün belirli bir bölgesel varlığı olmadığı için, uluslararası toplum söz konusu tehlikeyi görmezden geliyor. Örgütün hâkim olduğu ve organize ettiği açık bölgelerin imhası kolay bir işti. Asıl zorluk şimdi başlıyor denilebilir. Zira şimdiki kayıtsızlık terör örgütünün hayatta kalmasına ve hatta yeniden yayılmasına fırsat tanımak anlamına gelir. Bazılarının bu yöndeki umutlarına rağmen Beşşar Esed rejimi, Rusya ve İran, terör örgütüyle mücadeleyi öncelikleri arasında görmüyor. Dolayısıyla DEAŞ ile mücadelenin Suriye rejimine ve müttefiklerine bırakılması son derece tehlikelidir. Daha önce bu tuzağa düşülmüş ve DEAŞ ihmal edilmişti. Böylelikle 2014’teki yükselişi mümkün olabildi. Yeniden ihmal edilirse aynı yükselişi gerçekleştirmesi işten bile değildir.
İkinci ve daha acil olan mesele, uluslararası toplumun İdlib şehrindeki güncel olaylar hakkındaki ilgisizliği ve hareketsizliğidir. Bir taraftan Suriye devrimini çalan aşırılık yanlısı teröristler faaliyetlerini yoğunlaştırmakta, diğer yandan yüz binlerce sivil ölümle yüz yüze kalmaktadır. Terörizmle uzun soluklu mücadelenin olmazsa olmazlarından biri de insan hayatının korunması ve temel ihtiyaçlarının karşılanması noktasında sunulan desteklerdir. Aşırılık ve terör eylemlerinin teşvik edilmesinin yolu da toplumun karşılaştığı tehlikelere kayıtsızlık, yani eylemsizliktir.
Bilindiği üzere Heyetu Tahriru’ş Şam, terör örgütü El-Kaide’nin ‘yasal’ statü girişimidir. Bu örgüt, rejimle mücadele eden örgüt kalıntılarını birleştirme yönünde paha biçilmez bir tutum sergiledi. Fakat aynı zamanda bölgede aşırılıkçı geleneğin sürdürülmesini de sağladı. ABD ve Avrupa 2017’nin sonlarında Özgür Suriye Ordusu’na verdiği desteği sonlandırma kararı aldı. Bu karar, Heyetu Tahriru’ş Şam’ın yükselişi ve güçlenişi için tüm fırsatları tanıdı. Bununla birlikte mevcut küresel sessizlik, yüzlerce sivilin katledilmesini, düzinelerce hastanenin hassas hava saldırıları ile yok edilmesini mümkün kıldı. Sokak şiddetlerinde kadınlar, çocuklar ve yaşlılar öldü.  Yüz binlerce insan evlerini terk ederek hayatlarını kurtarmak için yaya olarak kaçmak zorunda kaldı. Tüm bu olaylar, Heyetu Tahriru’ş Şam örgütünün tabanının genişlemesine ve adeta Suriye devriminin temsilcisi konumuna yükselmesine neden oldu. 
Buradaki sorun, aşırılık yanlılarının sadece ideolojik olarak güçlenmesi değildir. Bu yükselişin pratikte şiddet ve terör gibi bir karşılığı olacaktır. Son altı ayda farklı yaşlardan binlerce kişi Heyetu Tahriru’ş Şam örgütüne katılım gösterdi. Bu katılımın ana sebebi ideolojik değildir. Heyetu Tahriru’ş Şam örgütü Suriye ve İran rejimlerinin İdlib’e saldırılarına karşı bir direniş merkezi olma özelliği taşıyor. Türkiye ve bölgedeki müttefiklerinin Esed rejiminin İdlib’e saldırılarını önlemede başarısız olması, ılımlı muhalefetin güvenirliğini zedelemiştir. Sahadaki çatışmaların merkezinde olan Tahrir el-Şam örgütü ise gün geçtikçe daha fazla güçlenmektedir. Böylelikle El-Kaide kendine halk arasında saklanma ve uluslararası eylemlerini buradan hareketle gerçekleştirme imkânı bulacaktır. Bölgedeki şiddeti durdurmak ya da en azından silahlı direnişin daha ılımlı versiyonlarını destekleyerek gerekli önlemler alınmadığı sürece aşırılık yanlılarının kontrolü daha da genişleyecektir. Uluslararası sessizlik bölgenin tamamıyla aşırılık yanlılarının egemenliğine girmesine olanak tanımaktadır.
Üçüncüsü, uluslararası toplumun Suriye dosyasındaki önemli meseleleri görmezden gelmesidir. Bu, Beşşar Esed yönetiminin halkını acımasızca bastırması sonucunu doğurmuştur. Bu durum ülkedeki aşırılık yanlılarının çoğalmasına imkân sağlamaktadır. Aynı zamanda İran rejimi ile Hizbullah örgütünün de bölgede daha fazla güçlenmesine neden olmaktadır. ABD liderliğinde İran’a karşı ‘maksimum baskı’ politikası uygulanmakta, Hizbullah'a karşı da ekonomik yaptırımlar gerçekleştirilmektedir. Birçok analiste göre bu politikaların etkisiyle, İran ve Hizbullah, Suriye savaşına daha fazla yatırım yapmaktan aciz kalmıştır. Ancak gerçekler durumun böyle olmadığını gösteriyor. Kudüs Gücü militanları, Hizbullah savaşçıları ve yabancı Şii milis güçleri halen Suriye’nin orta ve doğu bölgeleri ile Halep’in güneyinde etkili operasyonlar düzenlemektedir. Hizbullah örgütü son dönemlerde binlerce Suriyeli savaşçıyı organize etmeyi başarmıştır. Bu yeni birlikler Dera ve Suriye’nin doğusunda konuşlanmıştır. İran, Ebu Kemal bölgesinde yeni üsler inşa etmektedir. Bu üslerde binlerce Şii milisin konuşlanması planlanmaktadır. Ayrıca Irak üzerinden getirilen uzun menzilli füzelerin de buraya yerleştirilmesi söz konusudur. Üstelik İran büyük bir propaganda başlatarak bölgedeki halkın Şii mezhebine geçmesini sağlamaktadır. Bu büyük ve çok maliyetli çabalar İran'ın Suriye’deki varlığının stratejik olduğunu ve geri dönüşü olmadığını göstermektedir.
Şiddet içeren aşırılık, büyük ölçüde istikrarsız ortamlarda ortaya çıkar. Büyür ve yayılır. Önümüzdeki yıllarda Suriye'deki durumu istikrara kavuşturmak için öngörülen net bir senaryo yoktur. Şiddetin temel nedenleri karmaşıktır ve henüz tamamıyla ele alınamamıştır. Suriye özelinde değerlendirirsek şiddet eğilimi 2011’de olduğundan çok daha fazla yükseliştedir. Uluslararası toplumun şiddet ve terörü çevreleme ve en aza indirme ideali şimdilerde Suriye için geçerli değildir. Eğer DEAŞ, Heyetu Tahriru’ş Şam ve vekillerinin istediği gibi hareket etmesine sessiz kalırsak ileride pişmanlıktan parmaklarımızı ısırmamız kaçınılmaz olacaktır.