Muhammed Rumeyhi
Araştırmacı yazar, Kuveyt Üniversitesi'nde Sosyoloji profesörü...
TT

Onlar yaptı, peki siz ne yapacaksınız?

Elimizde Yüzyılın Anlaşması adlı bir şey var. Buna istediğimiz herhangi bir adı vermek hiçbir şeyi değiştirmeyecek. Ortada İsrail-Filistin ilişkilerinin geleceğini ilgilendiren siyasi bir proje var. Filistin meselesi aynı zamanda bir Arap meselesidir ve bölgemizde özellikle bir dizi siyasi, sosyal, kültürel hatta ahlaki mesele ile birbirine geçmiştir. Açık ve içi tuz dolu bir yaradır. Kolay değildir. Hakkında çok şey yazılmıştır. Çokça konuşulmuştur. Kendisiyle epey meşgul olunmuştur. 100 yıl önce ortaya çıkmasından bu yana kendisi için birçok kişi öldürülmüştür.
Kendisine duygusal bir şekilde yaklaşmak mümkün ve kolaydır. Aynı şekilde kendisine yönelik duyguları harekete geçirmek de basittir. Asıl zor olan, bu meseleyi açık artırmalardan uzak gerçekçi bir analiz ışığında tartışmaktır. “Yüzyılın Anlaşması’nın” açıklanmasından itibaren çok şey yazıldı. Bunların bazıları geçmişi suçlarken bazıları da kişiler ya da güçler arasındaki bir hesaplaşmaydı. Kimileri de özellikle sosyal medyada yayınlananlar açık hakaretlerden ibaretti.
Yüzyılın Anlaşması’nın açıklanması ile sona eren sahnenin birçok aktörü var. Fakat en önemlisi ‘popülizm’ adını verebileceğimiz aktördür. Kendisi, son yıllarda Batılı demokrasilerin yakalandığı ve politik birçok olayda epey derin etkiler yaratan bir hastalıktır. İngiltere’nin Avrupa Birliği’nden (AB) ayrılması, İngiliz ulusal, popüler duyguya oynayan bu hastalığın sonucudur. Bu bir örnektir ve bunun gibi birçok örnek vardır. Bizimle ilgili kısmına gelince, Donald Trump Filistin meselesinin yanı sıra idaresinin yüzleştiği yerel ve küresel siyasi ve ekonomik meselelerde ‘modern ABD popülizminin efendisi’ sayılabilir. Trump, gelecek kasım ayında düzenlenecek seçimlerden sonra yine Beyaz Saray’a dönmek için oy arayışında. Buna ilave olarak, ‘ABD içerisindeki benzeri görülmeyen bölünme’ de kendisine popülerlik kazandıracak meseleleri benimseme arzusunu artırdı. Bu meselelerden biri de İsrail’e sempati duyan ABD toplumunun geniş bir kesiminde yankısı olan Filistin meselesidir.
Siyasi olarak Binyamin Netanyahu da Trump’tan daha iyi bir durumda değil. Aşırı sağın temsilcisi olarak iktidarda kalma arzusu, hukuki ihlallerde bulunduğuna dair suçlamalar, bir yıl içerisinde üç kez düzenlenen ve İsrail’i çevreleyen politik belirsizlik sonucu hiçbirinde açıkça bir zafer elde edemediği seçimlerin yanında Netanyahu da popülerliğini artırmanın yollarını arıyor. İktidara dönmek için seçmenlerine başarı saydığı bir proje sunuyor. Beyaz Saray’daki Yüzyılın Anlaşması’nın deklarasyonu gösterisi sona erer ermez Netanyahu Moskova’ya uçtu. Oradan Tel Aviv’e, kendisine yöneltilen ciddi suçlamalara rağmen Rusya Devlet Başkanı’nın af kararı ile serbest bırakılan İsrailli bir bayan ile döndü. Buna bir de Sudan Egemenlik Konseyi Başkanı Abdulfettah Burhan ile gerçekleştirdiği görüşmeyi ekledi. Tüm bu sahnelerle arzu ettiği gibi popüleritesini güçlendirdi.
Kendisini planlayanların tabanlarını genişletmek için Yüzyılın Anlaşması’nda kullandıkları politik faktörler bunlardır ama hepsi değildir. Çünkü Filistin meselesinin ilk ve doğal destekçileri Araplar, 20 yıldır siyasi bir baloncuğun içinde yaşıyorlar. Filistin içerisindeki bölünmeye diğer ülkelerde ise iç savaşlara tanık oluyorlar. Filistinliler onlardan güzel ve samimi sözler duyabilirler ama Yüzyılın Anlaşması’na karşı Arapların üzerinde düşünmüş ya da uzlaşmış oldukları bir ‘B’ planları bulunmuyor. Karşı taraf (ABD-İsrail) bir plan ortaya koydu, peki bu gri siyasi ortamda Filistinliler ne yaptı? Bu bağlamda dört rasyonel temele dayanan alternatif bir senaryo düşünülebilir:
Birincisi; Filistinlilerin ulusal birlik talepleri yeni değildir. Filistinlileri birleştirmek için Arapların yaptıkları tüm girişimler boşa gitti. Bu konuda çok sayıda girişimde bulunuldu, gayret ve çaba harcandı. Bu girişimlerin en ünlüsü, Kral Abdullah bin Abdulaziz gözetiminde Mekke’de gerçekleşen görüşmeydi. Yüzyılın Anlaşması’na verilecek rasyonel karşılıklardan biri, Filistinlilerin ulusal birliklerini gerçekleştirmeleridir. Dünyadaki kurtuluş hareketlerinin sabit kurallarından biri de, özgürlüğünü sağlamak isteyen bir halkın komuta ve hedef birliğini sağlamış olmasıdır. Bölündüğünde söz konusu halk zayıflar ve davasını kaybeder. Filistin halkı, daha avı yakalamadan kendisini paylaşmak için kavga eden avcılar gibi rakip gruplar arasında dağıldı. Bu tutum, kimin suçlu olduğu bir yana talihsiz, hayret verici ve akılsızcadır. Burada herkes gevşeklik hatta bencillik ve dar görüşlülükle suçlanabilir.
Bugün yapılması gereken, istisnai koşullar nedeniyle ‘sözde duygusal’ bir birliğe değil, kendisi olmadan hareket etmenin mümkün olmadığı stratejik kurallardan biri olan birliğe yönelmektir. Bu yönelime, özgür seçimler, herkesin saygı duyduğu aktif kurumlar, yeni liderler eşlik etmelidir. Evet, yeni, genç, kurtuluş meşalesini taşıyacak, dünya ile bilimsel ve modern çıkarcı dili ile konuşabilecek liderlere ihtiyaç vardır. Burada var olan tarihi liderleri yermiyor ya da kötülemiyoruz. Ancak tarihsel süreç ile uyumlu olmak gerektiği de bir gerçektir. Filistinliler arasındaki bölünme Filistin sahasındaki iç rekabet ile sınırlı kalmadı. Bazı taraflar; Filistin meselesine ek herhangi bir güç kazandırmayan, aksine Arap çevresinden uzaklaştıran, kendi popülerliği için bir dayanak olarak kullanmak isteyen bölgesel güçlere sebepsiz ve kör bir şekilde teslim oldu.
İkincisi; dengesiz güç dengesi göz önüne alındığında yeni liderler, dünyaya bilhassa da karar almada etkili dünya başkentlerine yönelmelidir. Söz konusu ülkelerde mümkün olan çok sayıda siyasi tabanı yanına çekmelidir. Batı’da karar alımına katkıda bulunan kurumlarda Filistin davasına sempati duyan ve Filistinlilerin yaşadıkları ve yaşamaya devam ettikleri trajediyi anlayan makul bir kesimin olduğunu söylemeye gerek yok. Yeni, birleşmiş, aktif ve kurumsallaşmaya dayanan Filistin idaresi, modern demokrasilerde karar alıcıların kendisine dayandığı bu kesimler ile geniş bir diyaloğa girmelidir.
Üçüncüsü; ne yazık ki İsrail içerisinde yaşayan Filistinlilerin geniş bir kesiminin genel kültürünün ciddi bir yeniden gözden geçirilmeye ihtiyacı var. Çünkü birçoğu İsrail’de düzenlenen seçimleri ve davalarına olumlu etkileri olabilecek kurumları boykot ediyor. Bu boykotun mantıklı bir temeli olmayan karşı çıkma kültüründen başka bir dayanağı yoktur. İsrail’de bulunan söz konusu Filistinli kesim içinde oy verme hakkına sahip olanların sayısı bir milyona ulaşıyor. Tek bir seçim listesi üzerinde uzlaşıp % 80’i bu listeye oy verse, toplam üye sayısı 120 olan Knesset (İsrail Parlamentosu) içerisinde 20 veya daha fazla üyesini elde edebilirler. İsrail’de mevcut siyasi bölünmenin ışığında dikkat çekici bir ağırlık teşkil edebilirler. Diğer bir deyişle, parlamento içerisinde en büyük bloklardan biri olabilirler. Oysa bu kesimin son seçimlerde katılım oranı % 64 oranında kaldı.
Kuveyt Ulusal Meclisi’nin yayınladığı ‘Bilgi Dünyası’ dizisi kapsamında 1997 ağustosunda Raşid el-Şami’nin hazırladığı ve İsrail’de kimlik sorunsalını ele alan bir kitap yayınlanmıştı. Bu kitap, İsrail içerisindeki Filistinlilerin gizli ve olası bir güce sahip olduğunu ama bu güçten yararlanılmadığını, Filistin toplumunun içine kapanık ve bölünmüş olduğunu kanıtlamıştı.
Dördüncüsü; İsrailliler arasında Filistinlilerin haklarını destekleyen siyasi ve kültürel güçler var. Bu güçler, istifade edilebilecek, Filistin davasına hizmet etmesi için kendileri ile ilişkilerin geliştirilebileceği önemli bir kaynaktır.
Filistinliler bu dört noktayı iyi biliyor. Kendilerinden istifade etmekte ağır davranmak tarihi bir hatadır ve çatışan tüm Filistinli gruplar içindeki karar alıcılar bundan sorumludur. Birleşik bir Filistinli kararının gücü, Arap ve Arap olmayan diğer destekleyici güçlere güç katacaktır. Kendisi baştır. Baş olmadan beden tek başına bir şey yapamaz.
 Son olarak; Filistin davasına yönelik mevcut sempati ve dayanışma dalgası duygusal ve anlıktır. Çok geçmeden kaybolacaktır. Keşke az da olsa bir bilgeliğe sahip olunsaydı ve Filistin davasının tamamında bilimsel ve rasyonel adımlar benimsenmiş olsaydı. Zira Yüzyılın Anlaşması bir sır ve daha dün doğmuş bir proje değil. Tanıtımı yıllar önce yapıldı.