Abdullah Utaybi
Suudi Arabistanlı yazar. İslami akımlar araştırmacısı
TT

Çoğunluğun diktatörlüğü ve kitlelerin gösterileri

Lübnan ve Irak’ta geniş kitleler, kötüleşen siyasi ve ekonomik durumu, her iki ülkedeki siyasi rejimin seçkinlerinin isteyerek veya korkarak İran devletine körü körüne bağlı olmalarını protesto etmek için sokağa döküldü. Bu protesto gösterileri sürekli bir şekilde tırmanmaya devam etti. Ama çok geçmeden alevi tam anlamıyla sönmese de azalmaya başladı.
Demokrasilerin sorunlarından biri, sayı çoğunluğu ve azlığı ile yönetilmeleridir. Çoğu gelişmiş demokratik ülke, partiler arasında tarafsız bir siyasi alanda hareket eder. Sadece görüşlerin çeliştiği ve zıtlaştığı krizler gibi nadir tarihi anlarda iki taraftan birine meyleder. Buna örnek olarak halihazırda ABD’nin iki ana partisi Cumhuriyetçi ve Demokrat Parti arasındaki çelişkili bakış açıları, karşıt eğilimler ve yaşanan çatışma gösterilebilir. Yine Brexit bağlamında İngiltere’de yaşananlar da buna örnek gösterilebilir. Bu alandaki tarihsel ve çağdaş örnekler çok ve etkileyicidir.
Demokrasinin olumsuz yönlerinden ve hatalarından biri, dünyanın büyük güçleri demokrasinin ortaya çıktığı ve geliştiği Batı medeniyetinden çok farklı bir medeniyete sahip toplumlara ve devletlere demokrasiyi dayatmaya çalıştıklarında somutlaşır. Bunun en iyi örnekleri, 2001 ylından sonra Afganistan ve 2003 yılından sonra Irak’ta olup bitenlerdir.
Kendisine yabancı bir toplum ve medeniyette demokrasiyi uygulamaya çalışan bu tür girişimler ortaya ironik görüntüler çıkarır. Bunlardan biri de 2001 sonrasında Afganistan’da eşeklerin sırtında Hindikuş dağlarının zirvesine çıkarılan seçim sandıklarına dair fotoğraflar, 2003 sonrasında Irak’ta benimsenen ve açıkça mezhepçilik kokan sloganlardır.
Adalet gaye, demokrasi de bunun aracıdır. Araç gayeye üstün geldiğinde görüntü tersine döner, hedefler şaşar ve yöntemler engellerle karşılaşır. Her ne kadar Churchill kendisini kötü yönetim türlerinin en iyisi olarak görse de Almanya’da Nazi lideri Hitler’i iktidara taşıyanın da demokrasi olduğu unutulmamalıdır. Sorun; ülkeler, uluslar ve halklar arasındaki tüm veri ve değişkenlere, kültürlerine, doğalarına, kendi tarihsel aşamalarına ve diğer değişkenlere bakmadan adaleti sağlamanın en iyi yolunun demokrasi olduğuna dair bilimsel ve kesin olmayan kabuldür.
Lübnan ve Irak’ta öfkeli kitleler, hayal kırıklığı yaşıyor. Çünkü her iki ülkede de siyasi rejimi kökünden söküp atmak isteyen öfke dalgasının patlak vermesinden sonra rejimler, kendisini başarısızlığa uğratmak, devletin ve silahının, milis güçlerin ve terörünün gücü ile kitlelerin elleri boş bir şekilde evlerine dönmeleri için planlı ve kararlı bir biçimde hareket ettiler.
Lübnan’daki mezhepçi rejim eskidir. İç savaş öncesinde, sırasında ve sonrasında hep vardı. Yeni olan, Özgür Yurtsever Hareketi’nin bizzat Lübnan halkının çıkarlarına karşı Hizbullah, Esed rejimi ve İran rejiminin yanında yer almasıdır. Öte yandan Irak’taki mezhepçi sistem yenidir ve 2003’ten sonra ortaya çıkmıştır. Mezhepsel kota sistemine, İran’a tamamen boyun eğmeye ve açıkça bağlı olmaya, ülkenin dört bir yanını saran yolsuzluğa dayanan yeni siyasi sistem bu tarihten sonra başlamıştır.
Asıl dikkat çekici nokta ise, Irak’taki büyük ve öfkeli kitlelerin büyük bir çoğunluğunu, siyasi seçkinlerinin birçoğunun mensubu olduğu şerefli Şii topluluğunun oluşturmasıdır. Çünkü İran’ın hegemonyası altına aldığı herkese dayattığı siyasi liderlik yöntemi, sadık ve vatansever değil işgalci ve sömürgeci bir yöntemdir. Bu, hem doğal olmayan bir rejim olduğu hem de hiçbir halk, yabancı bir işgalciye karşı sessiz kalamayacağı için Irak halkının uzun süre katlanabileceği veya sabredebileceği bir durum değildi.
Irak’ta kitleler, İran-Irak Savaşı sırasında, 2003 yılından sonra Irak üzerindeki hegemonyasını genişletmesinin ardından evlatlarını iğrenç bir ırkçılıkla öldüren İran’daki Velayet-i Fakih rejimine karşı duydukları kin ve nefreti hala muhafaza ettiklerini kanıtladılar. Görünüşe bakılırsa Irak’taki siyasi seçkinler ise buna dikkat etmeyip siyasi gelecekleri ile modern Arap bir devlet olarak Irak’ın geleceğine yönelik tehlikeyi fark etmediler.
Lübnan’da yeni Başbakan Hassan Diyab, halk kitlelerinin kendisini protesto etmek ve devirmek için sokaklara döküldükleri siyasi rejimin açıkça bir uzantısı olan hatta ondan daha  yozlaşmış ve mezhepçi yeni bir hükümetin kuruluşunu deklare etti. Tüm bunlar yaşanırken diğer yanda Lübnan devleti her ölçüde başarısız bir devlet olarak tasnif edilmek üzere. Lübnan devletinin başarısız olmaması için geniş bir ekonomik desteğe ihtiyacı var ama dünyada kendisine bunu sunacak hiç kimse yok. ABD’nin katı ve benzeri görülmemiş yaptırımlarına maruz kalan İran rejimi kendisine bu yardımı sunamaz. Lübnan’daki siyasi rejimin kendisine ve çıkarlarına karşı İran’ın tarafını tutmasından sonra zengin Arap ülkeleri de bunu istemiyor.
Irak’ta da neredeyse aynı şey yaşanıyor. Muhammed Tevfik Allavi kabine listesini hazırladı ve güven oyu için meclise sunmaya hazırlanıyor. Lübnan’da olduğu gibi bu hükümette, Iraklı vatandaşların eski rejime yönelik itiraz ve protestolarına önem vermedi. Eskisinden daha iyi görünmesini sağlayacak küçücük bir rötuş bile yapmadı. Aksine açıkça eski rejimi temsil etti.
Bu bağlamda, yanılsamaların tarihi değiştiremeyeceğini, hayallerin siyasi rejimleri yıkamayacağını, haklarını talep eden halkların çabalarının başarılı olması için daha gerçekçi ve bilinçli olması gerektiğini belirtmeliyiz. Fakat bunlar, kitlelerin psikolojik ve sosyal yapısıyla çelişen, devrim anlarında kitlelere egemen olan düşünce yollarına zıt özelliklerdir.
Bu kitleler için en sorunlu tehdit, hayal kırıklığının safları arasında yayılmasıdır. Hayalkırıklığı, planlanabilir, yayılabilir ve sonuçlarına güvenilebilir bir endüstridir. Taleplerini gerçekleştirmek, işgalciden ve kendisine bağlı seçkin sınıftan kurtulmak için kitleleri gerçekçi ve rasyonel olmaya ikna etmekte kullanılabilecek bir endüstridir. Kitleleri, ne kadar sadık ve haklı olursa olsun duyguların değil akılların ülkeleri kurtardığına ikna edebilir.
Nasıl ki Batılı demokrasi modelini dünyanın tamamında yaygınlaştırmak mümkün değilse kitlelerin siyasi gerçekliklerini değiştirmelerinin tek ve ortak bir modelinin olması da mümkün değildir. Kim bunu öne sürüyorsa hazır modellerin yanılsamasına kapılmış demektir. Bu modelleri anlamak veya kendisinden yeni bir şey ortaya çıkarmakla ilgilenmiyor demektir.
Fransız Devrimi sırasında kitlelerin sokağa çıkması ile cumhuriyetler çağı başladı. Ancak bugün dünyanın dört bir yanında görüldüğü gibi sokağa çıkan kitleler, herhangi bir hedef veya gayeyi gerçekleştirmekte başarısız oldular. Aksine durum, protesto ettiklerinden ve karşı çıktıklarından daha kötü bir hale geldi.
Son olarak; bölgedeki büyük çatışmalar daha çok karışmaya ve iç içe geçmeye devam ediyor. Büyük güçlerin hedefleri, çelişmeyi ve farklı olmayı sürdürüyor. Ülkeleri çıkarlarındaki bu farklılık yönetiyor. Halklar da bu çatışmaların yakıtı. Lübnan ve Irak halkı uzun sürse de bir fark yaratabilir.