Muhammed Ali Sekkaf
Yemenli yazar
TT

İbn-i Haldun ve Yemen’in durumu

Hadramut, ünlü sosyolog ve “el-Mukaddime” kitabının yazarı olan Abdurrahman bin Haldun el-Hadrami’nin beldesidir. Kendisi Tunus’ta 1332 yılında doğmuş ve 1406 yılında vefat etmiştir. Otobiyografisinde açıkladığı gibi Endülüs asıllı ve Hadramut kökenlidir. Kökeni, İslami fetihlerin başında, 8’inci yüzyılda Hadramut’tan İber Yarımadası'na gelen bir Arap kabilesi aracılığıyla Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v) dönemine kadar uzanır. İbn-i Haldun atalarını bilindik ve saygın olarak tanımlar:
“Kökenimiz, Arapların bilindik ve saygınlarından Hacr bin Udey olarak da bilinen Vail bin Hacr aracılığıyla Hadramut’tandır.”
İbn-i Haldun yalnızca ünlü bir tarihçi değil aynı zamanda filozof, diplomat ve mükemmel bir politikacıydı. 40 yaşına kadar Mağripli emirlerin sekreterliğini yapmış, elçilik ve vezirlik gibi görevler üstlenmişti.
Şöhreti ve ünü, Arap ve İslam alemi ile sınırlı kalmayıp Batı'ya da uzanmaktadır. Roger Garaudy, Fransızların sömürge döneminde Mağrib el-Arabi (Mağrip-Kuzey Afrika) bölgesini ve kabile yapısını anlamada bir referans olarak İbn-i Haldun’un “el-İber” (Miftahu'l-İber) kitabından yararlandıklarını, Fransız Savunma Bakanlığı'nın Baron De Slane’yi kitabı Fransızcaya çevirmekle görevlendirdiğini yazar.
Batı, İbn-i Haldun’un kitaplarını geç bir dönemde, 19’uncu yüzyılda keşfetti. Garaudy, İbn-i Haldun’un tarih, imparatorlukların yükselişi ve çöküşü yorumunu ele alarak Hegel’in ondan birkaç yüzyıl sonra yaptığı çalışmaları hatırlatır. İbn-i Haldun’un Miftahu'l-İber kitabı aslında yedi ciltten oluşmaktadır. İlki ve en önemlisi, ayrı bir çalışma olarak da sayılabilecek Mukaddime’dir. İkiden beşe kadar olan ciltler İbn-i Haldun’un zamanına kadarki insanlık tarihini kapsar. Altıncı ve yedinci ciltler ise Berberi ve Mağrip halklarının tarihini ele alır.
Zaman farkına (İbn-i Haldun’un kitaplarını yazmasının üzerinden altı yüzyılın geçmiş olmasına) rağmen bazı Batılılar, “siyasi ahlakı ele alma” açısından teorilerinin bir kısmının Montesquieu’nun, “Batılı toplumun fertleri arasında dayanışma” açısından da Emile Durkheim’in eserlerine yaklaştığını düşünmüşlerdir. Olayları analiz etme yönteminin daha sonra 18’inci yüzyılda Batı’da izlenen yönteme yakın saymışlardır.
Yukarıda belirttiğimiz gibi İbn Haldun mükemmel bir politikacıydı ancak insanlık tarihini ele aldığı kitabını yazmak için siyasi faaliyetlerle olan ilişkisini kesmişti. Paris Üniversitesi’nden Ortaçağ ve İslam dünyası tarihi uzmanı Profesör Gabriel Martinez-Gros bu konuyu özellikle ele alarak şu soruyu sorar: İbn-i Haldun neden kitabını yazmak için siyasi faaliyetlerden vazgeçti?
Oysa İbn-i Haldun gibi ünlü olan ve kendisiyle karşılaştırılan bir diğer yazar Machiavelli, devlet adamlığına geri dönmek yahut otoritenin kullanılmasına yardımcı olacak kuralları ve vizyonları belirlemek için yazıyordu. İbn-i Haldun, devlet adamlığından ayrıldığı ve ona hiçbir şekilde dönmek istemediği için kendisini yazmaya adamıştı. Çünkü  keşfettiği siyasi oyunun mekaniği ile şok olmuştu. Onun görüşüne göre gerçeği süslemeden olduğu gibi anlayan bilinçli bir hükümet yoktu. Bu da siyasi otoritenin yok olmasına, kendisinin ve adamlarının helak olmasına yol açıyordu.
Burada sorulması gereken soru şu: İbn-i Haldun’un 14’üncü yüzyılda ortaya koyduğu bazı sav ve teşhisler 21’inci yüzyılda Hadramut ve genel olarak Yemen toplumunun gerçekliği üzerine yansıtılabilir mi?
İbn-i Haldun, Mukaddimesi’nin üçüncü bölümünü ülkelere, hükümdarlığa, hilafete, mertebelerine, nasıl ortaya çıktıklarına, çöktüklerine ve bunun nedenlerine ayırmıştır. Yönetimin temel dayanağı saydığı asabiyete (milliyetçilik) odaklanmıştır.
İbn-i Haldun’un anlayışına göre asabiyet nedir? Ona göre asabiyet, kolektif bilinç, dayanışma ve kabile bağlarıdır. Asabiyet topluluğun kendisi değil kan, sadakat ve soy bağının birbirine bağladığı bireyler demektir.
Birey asabiyet bağı ile bağlı olduğu topluluğun ayrılmaz bir parçası olduğunu hisseder. Bireysel kişiliği kolektif kişiliğin içinde erir. Topluluk bir saldırıya maruz kaldığında bireyleri hemen onu savunmak için birlikte harekete geçerler.
Bu nedenle partilileşme kavramı Kuzey Yemen’deki siyasi literatüre ilk girdiğinde, Güney Yemen ile birleşmeye hazırlık olarak eski devlet başkanı Ali Abdullah Salih, 1982 yılının ağustos ayında Güney Yemen’deki iktidar partisi Yemen Sosyalist Partisi’ne paralel Genel Halk Partisi’ni kurmuştu. 1990 yılında birliğin deklare edilmesi ile yeni devlet çok partililiğe ve siyasi çoğunluğa izin vererek demokratik bir görünüm benimsedi. Buna dayanarak birçok parti kuruldu. Bunların en önemlisi Müslüman Kardeşler'e (İhvan) yakınlığıyla bilinen ve siyasal İslam akımına mensup Yemen Islah Partisi’dir. Bu partinin üyelerinin çoğu tüccarları ve iş adamlarının yanısıra Yemenli kabileleri ve özellikle de Haşid kabilesini temsil ediyordu. Haşid kabilesinin reisi merhum Şeyh Abdullah bin Hüseyin el-Ahmar aynı zamanda Islah Partisi’nin de lideriydi. Bazı Yemenli seçkinler bu tür partilerin üyelerini imamlık yönetiminin devrilmesinden sonra altmışlı yıllarda patlak veren iç savaş döneminde popüler olan  “Gündüz cumhuriyetçi, gece monarşist” sloganındaki gibi gündüz partizan gece kabileci olarak nitelerlerdi. Dolayısıyla Yemenli seçkinlerin çoğu, bağlı oldukları partilerden çok kendilerini savunacak ve koruyacak bir sığınak olarak kabileciliğe güvenmektedir.
İbn-i Haldun, Mukaddimesi’nde asabiyet kavramından sonra hazari umran döneminde gelişip devlet kavramına dönüşecek “riyaset” (başkanlık) konusuna intikal eder. Bedevi umran aşamasında farklı topluluklar arasında başkanlık için bir çekişme olduğundan bahseder. Bu vesile ile Şeyh Abdullah bin Hüseyin Ahmar’ın kendisine eski devlet başkanı Ali Abdullah Salih ile ilişkisinin doğası sorulduğunda verdiği güzel karşılığı hatırlatmak istiyorum:
“Salih devlet başkanı ben de onun reisiyim. Çünkü mensubu olduğu Sanhan aşireti Haşid kabilesinin kollarından biridir.”
Güney Yemen’de ise Güney Yemen ordusu birliklerinin mensuplarının çoğunu oluşturan Abin, Şebva ve ed-Dali bölgeleri ile karşılaştırıldığında Hadramut ve Aden gibi şehirler temelde hazeri ve medeni oluşumlardır. Burada asabiyet eskisine nazaran azalmıştır. Çünkü Güney Yemen’i yöneten Sosyalist Parti, Marksist ve sosyalist teorisi gereği yasal ve siyasi açıdan kabileciliği epey zayıflatmış, hatta kendisiyle savaşmıştır. Ne var ki Salih rejimi, Güney'in 1994 yılındaki yenilgisinden sonra  Hadramut ve Aden dışında Güney’in bazı bölgelerinde kabileciliği yeniden ihya etmeyi başardı. Bir medeniyet, istikrar ve barış modeli olan Aden’in son zamanlarda askeri bir üsse dönüştürülmesi nedeniyle oldukça zarar görmesi aynı anda hem üzüntü verici hem de talihsizlikti. Diğer kuzey şehirlerinden gelenlerin ve güney bölgesinde yaşayan Kuzeyli kabilelerden mutassıp bedevilerin oluşturduğu toplu göç dalgaları nedeniyle sahip olduğu örnek medeniyetin bozulması acı vericiydi. Devlet Başkanı Salih’in 1994 yılında Güney’e karşı elde ettiği zafere bu kabileler de katkıda bulunmuştu. Bu yüzden, söz konusu savaşta kendisini destekleyen bu kabilelerin reislerini ve askeri liderlerini – çoğu Kuzey Yemen’deki kabilelere bağlıydılar- Güney’de kendilerine topraklar dağıtarak ve çıkarılan petrolden pay vererek ödüllendirmişti. Bu nokta İbn Haldun’un teorisi ile çelişmektedir. Çünkü İbn-i Haldun’a göre kabile asabiyetine dayanarak iktidara ulaşan liderler daha sonra ordularını  onları destekleyen kabilelerin dışındaki unsurlardan oluşturmaya hatta diğer yabancı unsurları cezbetmeye çalışırlar.
Diğer yandan Ansarullah Cemaati (Husiler) kuvvetlerini yönetmekte, Saada’da kendisine bağlı unsurlara, Haşimi efendilere, eski devlet başkanının oluşturduğu ve iktidar ile paraya sahip olan tarafa bağlı olan kuvvetlere dayanmaktadır.
Bu bağlamda Haşid kabilesine bağlı grupların artık Şeyh Ahmar’ın oğullarını ve diğer kabile reislerini korumaması, hatta onlardan vazgeçmesi ve bunun söz konusu liderlerin çoğunun Yemen dışına göç etmesine neden olması oldukça ironiktir.
Bu son unsurun -doğru olsa da- yanısıra bölgeselcilik ve Yemen toprağına bağlı kalma faktörü de vardır. Bu faktörler, söz konusu grupların meşruiyet ister geri dönsün isterse dönmesin Sana ve liderleri ile dayanışma içinde olmarına sebep olmaktadır.