Vahdettin İnce
Yazar
TT

Aydınların kan kokan kalemleri

Türkiye sınırlarını açınca Avrupa’ya geçmek için Yunanistan sınırına giden bir Afganlı genci konuşturmuşlar. “Dedem savaştı, öldü, amcam savaştı, öldü, babam savaştı, öldü… Elli senedir savaş var. Ben savaşmak istemiyorum” diyor. Afgan gencinin bu ibretlik sözlerini klavyelerinin başına geçince birer cengavere dönüşen, kalemlerinden kan damlayan aydınlarımızın gözüne sokmak gerekir günde yirmi beş kere.
Geçenlerde bir vesile ile yazmıştım. Savaş bazen kaçınılmaz oluyor. Hatta insan varoluşunun bir parçasıdır. Meseleler birikir kördüğüm haline gelir ve o anda tek çözüm o düğümü kılıç ile çözmektir. Bundan kaçınamazsın. Fakat savaşın bir de beşeri yönü var. Yıkım, ölüm demektir savaş. Bundan etkilenen insanların acılarını unutmamak gerekir. Filler tabiatları gereği tepişebilirler, marifet onların ayaklarının altında ezilen çimenlere dikkat kesilmektir. Bu yüzden özellikle aydınların savaş çığırtkanlığı yapmak yerine savaşın olumsuzluklarından etkilenen insanların dramlarına yoğunlaşmaları beklenir.
Bizde maalesef öyle değil. Bazı aydınların köşe yazılarını okumaya yürek ister. Kan kokuyor resmen mürekkep yerine. Harfler birer kurşun, kelimeler birer füze, cümleler birer savaş filosu gibi dizilmişlerdir bembeyaz kağıdın üzerine. Ürküyorum, korkuyorum onları okuyunca. Dediğim gibi insanın hayatından savaşı söküp alamazsın, savaşsız bir dünya özlemi boş bir ütopyadır. Aydınların da yaşadıkları ülkenin yanında yer almaları son derece doğaldır hatta gereklidir. Ama savaş istemek, ülkeyi savaşa teşvik etmek, neredeyse vurulacak hedefleri orduya göstermek aydının görevi olmamalıdır. Bırak onu askerler yapsın. Elinden geliyorsa savaşmamayı öner, savaşın dışında varsa çözüm yollarını göster. Senin görevin budur aydın olarak. Askerin görevi de kuşkusuz her koşulda savaş ihtimalini esas alarak adım atmaktır. Aydın asker rolüne bürünürse kim mantıklı davranışı, kim insafı, kim vicdanı temsil edecek.
Bugün dünyada eksik olan budur. Dünya, çağımızda aydınların temsil etmesi gereken vicdanını yitirmiş bulunuyor ve bu yüzden dünya her zamankinden daha tehlikeli. Bu yüzden insanlar savaştan kaçmak için kıtalar aşmayı göze alabiliyorlar, yalın ayak. Karda kışta donup ölmeyi göze alarak.
İnsanlar hiç kuşkusuz vicdanını yitirmiş bu dünyada belki bir yerlerde vardır diye vicdanın peşine düşmüşler. Yoksa kim yurdunu, ailesini bırakıp bir meçhule yönelmeyi göze almak ister.
Savaştan, yıkımdan, ölümden, kandan, baruttan, kurşundan kaçan bu insanlar kendilerine kucak açacak bir vicdan arıyorlar o kesin. Ama bu vicdanı temsil etmeleri gereken aydınların kahir ekseriyeti çoktan askere yazılmışlar.
Yazık, böyle bir dünya her zamankinden daha tehlikelidir. Hiçbir şey vicdanını yitirmiş bir şiddet kadar ölümcül değildir.