Mustafa Fahs
TT

Beyrut saatiyle akşam sekiz sularında

Lübnanlılar, pazar günü Beyrut saatiyle akşam sekizde balkonlara çıkıp ve gizemli bir düşman karşısında mücadele veren sağlık görevlilerini alkışladı. Nitekim doktorlar, hemşireler, hastane memurları ve ambulans görevlileri virüsün bulaştığı kişiler arasında, mezhep, ideoloji ve siyasi bağlılıklarını dikkate almaksızın hizmet vermekteydi. Lübnanlıların klasik sorusu, ‘’nerelisin?’’ bu defa gündemde değildi. Akşam saat sekizde, Lübnanlılar için artık yeni kahramanlar vardı. Yurt içinde veya dışında bir zafer ilanı söz konusu değildi, herhangi bir söylev, ya da ideolojik görüş öne çıkmadı, bu yeni kahramanlar salgınla mücadele ederken mezhepsel, etnik kimliklerinden arınmıştı. Kuşandıkları tek silah; insanlıkları ve görev aşklarıydı. Bu salgın günlerinde, ‘kahramanlık’ yeniden tamamlandı ve bu yeni kahramanlara kimlikler üstü bir konum atfedildi
Yeni kahramanların imajında, cepheler kayboldu; politik bağlılıklar anlamsızlaştı. Kahraman yaratmanın tekellerinde olmadığını anladıklarında, siyasi erk çılgına dönmüş olmalıydı.  Artık halk kendi kararını verebiliyordu. Yabancı bir düşman dolayısıyla doğan bu birliktelik havası ve kendilerinden sadır olmayan bu girişim göğüslerine oturdu. Öfkeyle bu eyleme karşı çıktılar, eylemi başlatanların kimliklerini sorguladılar, yüzlerine bakıp nereli olduklarını çıkarmaya çalıştılar, isimlerine bakıp hangi mezhepten oldukları yönünde tahmin yürüttüler. Konuşmalarını analiz edip, arkasında dış güçlerin olduğu ‘17 Ekim komplosunun’ bir parçası oldukları sonucuna vardılar.
Akşam saat sekiz sularında, Beyrut yeniden 17 Ekim tarihini hatırladı. İktidar bu durumdan rahatsız olmuş olmalı ki; eski defterleri karıştırıp, yine insanları birbirine karşı kışkırtmanın yolunu aradı. Yine her zamanki gibi, din, mezhep, ideoloji kartına sarıldı. Temel kurallarını uygulayarak, halkın arasına duvarlar örmeye girişti. Çünkü siyasi erk, Lübnan için, konfederasyonu çoğulculuğa tercih eder. Siyasi çatışmaların ulusal kimliğin önüne geçmesini ister. Oysa insanların, korkusu, derdi, sevgisi, kurtuluşu, sorumluluğu ve düşmanı müşterektir. Devrimci Che Guevara ile Kürt halkının özgürlüğünü savunan Mahabadlı Kadı Muhammed ve Suriye devriminin kalecisi Abdulbasit Sarut’un, vicdani, ahlaki ve insani ortak zemini gibi.  Bağdat Tahrir Meydanı’ndaki Safa Seray ve Beyrut’taki Ala Ebu Fahr’ın müşterek duyguları gibi. Tüm dünyadaki sağlık çalışanları, tüm insanlığın selamet ve onuru için, tek bir cephede savaşım vermektedir. 
Koronavirüs salgını, Lübnan’daki siyasi erke, kendisini toparlaması için ek bir süre tanımış oldu. Lübnanlılar koronavirüs ile mücadeleyle meşgulken, siyasi erk tekrar egemenliğini pekiştirmek isteyecektir. Herkesin iktidardaki siyasi partilerin kurallarına uymasının sağlanacağı yeni bir sistem üzerinde çalışılmaktadır.  Ataerkil bir sistem dâhilinde, reaya içinde yer alan bireylerin sınırları çizilmek istenmektedir. Lübnanlı gazeteci Ali Emin bu durumu şöyle niteliyor; “Ataerkil iktidar, vatandaşlarını çocukları gibi gördüğünü ima ediyor. Bizi sevmesine seviyorlar ancak bazı şartlar dâhilinde. Bizim çıkarlarımızı koruduklarını iddia ediyorlar ama kendilerine itaat etmemizi ve saygıda kusur etmememizi de istiyorlar. Çünkü bir oğul babasına isyan ederse, sevilmesine rağmen şiddete maruz kalabilir, çünkü oğul olmanın dile getirilmeyen gizli kuralları vardır.’’
Gerçekten de, 17 Ekim eylemleri hala siyasi erkin uykularını kaçırıyor. Halk o tarihten bu yana, güçlü bir şekilde yolsuzlukların peşine düşmüş durumda, siyasi erkin kararlarını ve mezhep temelli sistemi sorgulamaya devam ediyor. Bilindiği üzere bir süredir protesto gösterileri düzenlenmiyor. Hükümet koronavirüsü bahane ederek, protestocuların, Beyrut Şehitler Meydanı’nda kurduğu çadırları söktü. Mevcut yönetim, ‘halk hareketinin’ izlerini silmeye çalışıyor. Ama merak etmesinler, insanlar şu an gösteri düzenlemiyorsa bu sürekli evde kalacakları anlamına gelmiyor, ilk fırsatta yine sokaklara döküleceklerdir.
Akşam saat sekizde; ‘halk intifadası’ uyarı zillerini çaldı. Genç erkekler ve kadınlar, Şehitler Meydanı’ndaki eylemlerini hatırladılar. Otorite çadırları yaktığında, tarihi ve yaşananları da yaktığını düşünüyorsa yanılıyor. Çünkü tarih sadece güçlüler tarafından yazılmaz.