Yusuf Deyni
Suudi yazar
TT

Salgın derslerinden: Ilımlı ülkeler ve gelecek

Koronavirüs, tarihsel metafor düzeyinde bir dönüm noktasına dönüştü. Öyle ki bu konuda, 11 Eylül saldırılarından sonra ABD’nin temelini attığı seriyi bile geçti. Artık korona öncesi ve sonrası dönemden bahsedilmeye başlandı. Olayları zaman bağlamında okumak için kullanılan bu metafor, tarih felsefesinden özellikle de Hegel’den ödünç alınan araçların bir parçasıdır. Sembolizmine rağmen, görünüşte kaotik, kafa karıştırıcı ve sürpriz görünen olayları – ki özel bir bağlamda korona da bunlardan biridir- birbiri ile ilişkilendirme çabası nedeniyle siyasi dolaşım ve medya alım düzeyinde etkileri derin ve köklüdür.
Korona sonrası dönemin en önemli derslerinden biri de siyasal sistemlerin, devlet, otorite ve istikrar kavramlarının yeniden anlaşılması olacaktır. Bilhassa, kendi topraklarından ve bağlamından uzak ve harap bir toprakta ekilmesi ve kopyalanması konusunda artık şüpheli hale gelmiş Batı deneyimi ile korona öncesinde bile derin kırılmalara maruz kalan, kavramlarının egemenliği nedeniyle tarafsız bir okumaya tabi tutulmayan bölgelerde. Arap Baharı deneyiminden demokrasi çıkarmak belki de yaşadığımız söz konusu kırılmalardan biriydi. Bu kırılmayı daha sonra, bireysellik kavramları, özgürlükler, modern ulusal devlet çiti içinde içişlerini yönetme hakkı ve devlet ve otorite kavramına dönüş rüzgarlarını taşıyan korona kasırgası takip etti.
Suudi Arabistan’ın Körfez ülkeleri ve ılımlı Arap ülkeleri ile birlikte yaşadığı tüm zorluklara, yıkım, istikrarsızlık ve kargaşa yatırımcısı eksen ve ülkelerin taşıdığı ağır kargaşa yüküne rağmen modern tarihinde bir dönüşüm noktası yaşadığını kanıtladığını söyleyerek hakkını teslim etmeliyiz. Suudi Arabistan bunu, 11 Eylül sonrası dönem, Arap baharı, korona ve petrol fiyatları krizleri gibi tarihi dönüm noktalarıyla başa çıkma yöntemi ile başardı. Tüm bu sorunları aştı ve bölgedeki istikrar sürecini desteklemek konusundaki eşsiz yeteneğini gösterdi. Bunun için, iç uyumla çevrili refah politikalarına ve kararlılığa dayandı. Nitekim siyasi piramidin başı ile çeşitli bileşenleri ile halkın arasındaki bu uyumun sırrını, kendisini okumakta başarısız olan birçok kişi hala anlamakta zorlanmaktadır. Halk ve liderliği arasındaki uyum, çeşitliliği ve yaşama duyulan arzuyu ilan eden bu kutlama ile gün yüzüne çıktı. Görsel boyutta kutlama basit bir sembolizm taşıyordu ancak bunun arkasında bir kez daha tekrarlanmayı hak eden bir şey vardı. O da, uzun ve karmaşık bağlamı olmadan sonuçlarının doğrudan okunması mümkün olmayan dönüşümlerdi.
Deneyiminin mükemmel ya da başarılı olduğunu iddia etmeyen ancak egemenlik ve siyasi vizyon hakkı konusunda ısrar eden Suudi Arabistan, devlet ve kurumları kavramı kurulduğundan beri radikal düşüncenin temelini attığı vesayetin önemli bir sayfasını kapatmayı başardı. Söz konusu vesayet, fanatik dini karaktere sahip ideolojik sloganlar ile kalkınma ve gelişim sürecine cephe alan muhalefetin tarafını tutarak kendisini dayatmıştı. Bugün Suudi Arabistanlılar, onlara pahalıya mal olan dönüşümlerin meyvesini topluyorlar. Ancak, ağır bedel ödenerek elde edilen sonuçlar genellikle, siyasal İslam’ın sadece Suudi Arabistan ve Körfez’de değil tüm bölgede yükselişi ve “devlet içinde devlet” projesine dönüşmesi aşamasından kopmaya yönelik ısrarcı bir isteği doğuruyor.
Bölgede yaşanan büyük siyasi felaketlerin bağlamını anlamak için belki de şunu sormalıyız: Riyad, liderliğinin görmezden gelemeyeceği bir soruna, istikrarsızlaştırmaya ulaşana kadar çıtasını yükselten bahsi geçen tarihi dönüm noktalarına yönelik bölgesel ve ahlaki sorumluluğunu üstlenmeseydi ne olurdu? Suudi Arabistan siyasi rasyonalitesi, krizler içinde pozitif noktaları görme yeteneği ile gizli tehlikeyi erkenden hissetti. Terör, silahlı şiddet ve radikal örgütler ikilemindeki uzun deneyimi, Suudi Arabistan’ın aşmayı başardığı en önemli sorunlardan biriydi. Arap Baharı başlangıcında Suudi Arabistan, halkların kendi kaderini tayin etme hakkını destekleme sloganını benimsemişti. Ne var ki, devrimin erken bir dönemde yolundan sapması, kaçırılması, siyasi koşulların kötüleşmesi, sahneyi ele geçirme çabaları, bölgesel tarafların devletleri yıkma rolü oynamak için müdahalede bulunması, bunun öncesinde ABD’nin sadece deneme ve değiştirmek için siyasal İslam’ı desteklemesi, bütün bunlar Suudi Arabistan’ın siyasi tutumunun olgunlaşmasına katkıda bulundu.
Bahreyn’de yaşananlar, Suudi Arabistan diplomasisine sessizliğini bozması için bir uyarıydı. Suudi Arabistan’ın istikrarı desteklemede elde ettiği başarı, Körfez ülkeleri ile sınırlı kalmayıp siyasi olarak çok maliyetli olan Arap Baharı testini geçmeyi başaran ülkelere de uzadı. Aynı Birinci Körfez Savaşı kararında olduğu gibi. Fakat ılımlı eksenin yükselişine, siyasal İslam’ın beklenmedik kötü performansı ve İran eksenine sürüklenmesi de katkıda bulundu. Nitekim Körfez güvenliğini hedef almak maksadıyla gizliden örülen şüpheli ittifaklar hakkında ortada epey tehlikeli bilgiler var. Mısır ve diğer Arap Baharı ülkelerinin istikrarını desteklemek ile ilgili söylemler, son olarak korona krizi nedeniyle Husi milislerine verilen fırsat gibi karşı karşıya kalınan zorluklara rağmen büyük bir başarı ile yönetilen Yemen dosyası ile açık bir şekilde ifade buldu.
Suudi Arabistan bu çizgi boyunca rasyonelliğini korudu. Saygıyla halkların isteklerine cevap verdi. El-Kaide, Hizbullah ve benzeri örgütleri ardından da DEAŞ’ı ve terörün diğer yüzü Şii milis güçlerini terör örgütleri olarak gördü. Ama aynı zamanda bir kere bile mezhepçi kutuplaşma tuzağına düşmedi. Lübnan ordusunu destekledi. Maliki’nin kendisine en çok saldırdığı dönemlerde bile Irak’ın yanında durdu. Son olarak her türlü mezhepçi siyasi bölünmelere karşı çıktı. Aynı zamanda, uluslararası topluma Suriye’de ahlaki sorumluluk yükledi. Bütün bu tutumları tek bir ip birbirine bağlıyor o da, bölgenin istikrarı ve refahı, tüm taraflar ile sorumlu işbirliği. Basında genel olarak, ılımlılar eksenini oluşturan Arap ülkeleri arasında “merkez devlet” konusunda bir çatışmadan bahsediliyor.
Gerçekçi ve adil bir okuma, Suudi Arabistan liderliğinde ılımlılar ekseninin maruz kaldığı büyük sıkıntılara rağmen yeterliliğini ve yetkinliğini onaylayacaktır. Çünkü bu eksenin benimsediği tutum, ülkeler ve halklar için en iyisi ilkesine dayanan salt siyasi bir gerçekliğin sonucudur.
Daha sonra, Batılı ülkelerde popülizmin yükselmesi, Çin’in ekonomik ve ittifaklar aracılığıyla egemenlik elde etme projesi ile dişlerini göstermesi ışığında gerek uluslararası gerekse bölgesel düzeyde fırtınalı siyasi olaylar gelişti. Ekonomik zorlukların üzerini petrol fiyatlarındaki düşüşün yoğun gölgesi kapladı. Bu zorluklar, fiyatların düzeltilmesine katkıda bulunarak, kısa vadede enerji pazarındaki etkileşimlerini ele alarak, zor zamanlarda fiyatları savunmayı, üretimi ve pazar payını dengede tutmayı amaçlayan uzun vadeli bir vizyon benimseyerek petrol dalgalanmalarıyla mücadeleye dayanan olağan stratejiye göre ele alındı.
Şimdi Suudi Arabistan ve dünya korona salgını ve etkileri ile meşgulken bunları dillendirmemizin nedeni nedir? Cevabı basit: Sorunlara rağmen iyimser olmalı, birçok gelişmiş ülkeyi ne yapacağını bilemez hale getiren salgını böyle sorumlu bir şekilde ele almamızı sağlayan eski deneyimimizi değerlendirmeliyiz. Salgın, gevşek kurumları ve istikrarsızlıktan mustarip ülkeleri vurdu. Ancak aynı zamanda Suudi Arabistan’ı da vurdu. Hem de tüm zorluklara rağmen 2030 Vizyonu’nu gerçekleştirme yolunda ilerlediği, petrolün tükenmesi ve ekonomik vizyonunu kapsamlı anlamda yeniden şekillendirmesinin bir gereklilik olduğuna dair kalkınmacı bir söylemi benimsediği bir anda. Kaldıraç görevi görecek bir düşünce olmadan toplumun bu hızlı değişim ve gelişim ritminin, modern çağın değerlerini bilinçli bir şekilde benimsemek ile yok olmaya başlayan “kriz” aşamasında üretilen radikal söyleme bağlı kalmak arasında bölünmüş kişilikler üreteceğini kesin bir biçimde söyleyebiliriz. Bu nedenle, Arap ve yerel sahnemizdeki tüm ekonomik, siyasi ve sosyal söylemler, gerek dini gerekse siyasi olsun aşırı kavramlar ırmağını yenileyecek sular olmadan durgun ve hareket etmesi imkansız küçük derelerden ibaret kalacaktır. Belki de bugün tanık olduklarımız, sahip oldukları dev medya araçları – ki sahip oldukları tek şeydir- aracılığıyla terör, yıkım ve kargaşa yatırımcısı ülkelerin, dünyanın her şeyi geride bırakan korona salgını krizi ile meşgul olduğu bir dönemde bile Suudi Arabistan’ı hedef almakta ısrarcı olduklarını göstermektedir. Bu, istikrar ve gelecekte ısrar etmenin bedelinin bir parçası olarak bazı siyasi salgınların kalmaya devam edeceklerinin göstergesidir.