Bülent Şahin Erdeğer
TT

Küresel tehdide karşı ne yapmalı?

Çevre bilinci, İslamî camialarda çok da fazla gündem teşkil etmeyen, adeta önem atfedilmeyen sıradan kültürel bir konu değerinde algılana geldi. 
Oysa çevreciliğin İslâmi mücadelenin önemli bir cephesi olduğu ve Müslümanların bu cepheyi ihmal ettikleri gerçeğiyle yüzleşmenin zamanı çoktan geldi...
Birkaç hutbe konusu ve İslam'ın bu konudaki olumlu yaklaşımlarının dile getirilmesinden daha fazlasını gerektiren bir "tavır" için çevreciliğin, ekolojik mücadelenin yeni fıkhımızdaki yerini belirlemeliyiz.
Modernite öncesi yaşam algısında İslam kültürünün baskın olması ve bu kültürde çevre sorunu gibi bir sorunun tehdit düzeyinde var olmaması doğal olarak İslami birikimin bu konuda bir içtihada gereksinim duymamasını beraberinde getirmiştir. Ancak İslam kültürünün artık belirleyen değil, başka bir egemen kültüre tâbi olduğu gerçeğini göz önünde tutmamız gerekmekte.
Maalesef bugün egemen olan modernite, çevre sorununun da sorumlusu durumda. O halde bizim sorunsuz geçmişimizden güzel metinler okumaktansa bugün var olan soruna karşı İslamî çözüm ve tavır olanaklarımızı konuşmaya ve amele dökmeye başlamamız gerekmektedir.
Fiziksel ve toplumsal boyutları ile bir bütün olan çevrenin[1] ve sorunlarının anlaşılabilmesi bu bütüncül bakış açısıyla mümkün olabilecektir. Çünkü Çevre sorununa duyarlı olmak birkaç ağacın kesilmemesi için çevrecilik yapmak demek değildir. Bir hobi'den ziyade bir yaşam tarzını şekillendiren topyekûn bir değişimi öngören bir bakıştır. 
Çağdaş insan, madde üzerindeki gücü arttıkça, özel hayatında ve toplum içerisinde kendini güçsüz hissetmeye başlamıştır. Tabiata egemen olmak için yeni ve daha iyi araçlar icat ettikçe, bu araçların karmakarışık ağına düşmüş ve onlara anlam kazandıran biricik amacı –yani kendisini- gözden kaçırmıştır.
Tabiatın efendisi oldukça, kendi elleriyle yapmış olduğu makinenin kölesi haline gelmiştir.[2] Makinenin kölesi olan insan, makinenin yani doğadışı aracın doğayı tahribine yani İslami literatürle ifade edersek Kâinat kitabının tahrifine sürüklenmiştir.
Furkan (doğru ile yanlışın ayrımındaki ilahi kriter) olarak tanımlanan Kur'an'ın rehberliğine göre insan ile diğer varlıklar birbirlerine yabancı ve ayrı varlık alanları teşkil etmezler. “Mahlukat”ın bir parçası olması sebebiyle insanla diğer varlıklar arasında bir fark yoktur.
“Yeryüzünde yürüyen hayvanlar ve (gökyüzünde) iki kanadıyla uçan kuşlardan ne varsa hepsi ancak sizin gibi topluluklardır.” (6/38)
Tabiat, kendisinin sorumsuzca sömürülmesine tepki vermekte, adeta insanoğlunu cezalandırmaktadır. 
“Başınıza gelen herhangi bir musibet, kendi elleriniz yüzündendir...” (42/30)
Kirlilik[3], nesli tükenen hayvan ve canlı türleri, çölleşme, ozon tabakasının delinmesiyle ultraviole ışını sağanakları, orman yangınları, asit yağmurları, kuraklıklar, seller... toplumsal denge sorunları, açlık, AİDS, mezhebi çatışmalar, yoksulluk, emperyalizm... Bütün bunlar ve daha niceleri insanın kendi işlediklerinin sebep olduğu, olmaya devam ettiği sonuçlar değil midir?
"İnsanların bizzat kendi işledikleri yüzünden karada ve denizde düzen bozuldu, ki Allah yaptıklarının bir kısmını onlara tattırsın; belki de (tuttukları kötü yoldan) dönerler.” (30/41)
Allah, insanın kendi irade ve eylemlerinin sonucu ortaya çıkan “fesat'ın (bozulma, düzensizlik, kaos, terör) bir kısmının dünyada ibret olsun diye karşılığını verirken, fiziksel ve toplumsal çevrenin bozulmasına sebebiyet verenlere nihai cezayı “hesap günü”nde verecektir. Çünkü, her şey bir ölçü dahilinde bir denge ile yaratılmıştır. (54/49)
Canlı-cansız tüm evreni kuşatan bu dengeyi, insanların fiziksel-ruhsal ihtiyaçlarını karşılayan bu sistemi, düzeni bozmaya (55/8), fesat çıkarmaya kimsenin hakkı yoktur. Allah bozgunculuğu sevmez. (2/205)[4]
Tehditle yüzleşmek zorundayız
Bugün küresel ısınma tehdidi somut biçimde kendini gösterirken bu tehdidin mimarlarının kapitalist modern uygarlık olduğunu ve bu uygarlık deneyiminin İslam medeniyetinin aksi istikametinde insanlığın öz değerleriyle çatışarak ayakta durduğunu söyleyebiliriz.
Bugün emperyalizm, siyasal iradesiyle masum insanları öldürme barbarlığını göstermesinin yanı sıra gelecek nesillerinden katledilmesine zemin hazırlamaktadır. Emperyalist siyasetin temelinde ise yukarıda ifade ettiğimiz zihinsel çarpıklık bulunmaktadır. Bizler öncelikle teorisinden pratiğine siyasetinden felsefesine kadar modernizmin kapitalist ve sosyalist türevlerinin insanlığa sundukları bu intihar tablosuna karşın insanî olan ama insan-merkezli olmayan bir örneklikle mesulüz.
Bu mesuliyeti yerine getirmemiz hem bugün hem de yarın için elzem.
Kyoto'da tüm dünya ülkelerinin küresel ısınmaya karşı birleşmesine rağmen baş müsebbip ABD'nin Kyoto antlaşmasına imza atmamasıyla küresel ısınmanın artık bir Amerikan hediyesi olduğu tescillenmiş oldu. Ölüm kusan bu hediyenin insanlığa sunduklarını hatırlayalım:
Isıdaki artışın kültürel ve sosyal etkileri nelerdir?  Sorusuna enerji sosyologu Peter Grimes, şöyle cevap veriyor:
"Öldürücü hastalıkların sıklığı ve yaygınlığında bir artış gözlenecek, Isıyı arttırdığınızda belli bir noktaya kadar tabii, daha yüksek sıcaklıklarda kuvvetlenme eğiliminde olan mikro organizmalar için çevrenin uygunluğunu da artırmış olursunuz. Kutuplarda ve hatta ılıman bölgelerde bulunmayan hastalıklara tropikal bölgelerdeki rastlamanız bunun bir örneğidir ve tropikal hastalıkların kutuplara doğru yayılmasını bekleyebiliriz: Dang Humması Orta Amerika'dan Meksika'ya doğru ve şimdi Birleşik Devletler'in güney kısmına doğru ilerlemekte. Sıtma, tamamen kökü kurutulduğu düşünülürken, 50-70 yıl sonra Birleşik Devletler'de yeniden ortaya çıktı. Bir etmen budur.  İkinci etmen, hastalığın tehlikesinin hem nüfus yoğunluğundan hem de genetik mutasyondan etkilenmesidir. SARS, bugün oldukça rutin olan ancak yüksek ısı koşullarında hızlanan bir süreç olan genetik mutasyonun bir örneği. Tehlikeliliği yine nüfus yoğunluğu tarafından belirlenmektedir ve gezegende eskiye göre daha büyük bir nüfus yoğunluğumuz var. Yoğunluğun tehlikeliliği arttırmasının sebebi, insanların daha sıkış tıkış olmasının hastalığın kişiden kişiye geçmesini hızlandırmasıdır. Böylece kötü hastalıklar nüfus içinde daha uzun süre yaşabilirler, çünkü tamamen yok edilmeden önce gezinebilecekleri çok daha fazla ev sahibi vardır. Daha az nüfus yoğunluğunun olduğu koşullarda, tehlikeli, kötü bir hastalık başka bir potansiyel ev sahibi bulma fırsatı edinmeden önce sahibini öldürebilir. Çok yoğun bir şekilde nüfusu olan kentsel durumlarda bu kısıt ortadan kalkmıştır ve kötü bir virüs oldukça hızlı bir şekilde yayılabilir. Bu, toplumun başına gelebilecek değişikliklerin bir örneğidir (ölüm oranlarında artış) Hastalıklar mutasyon geçirdikleri ve antibiyotiklerin onları öldürmek için kullandıkları mekanizmalardan sakındıkları için, antibiyotikler giderek etkisiz hale geliyorlar. Bu bizzat endişe kaynağı olan başka bir nedendir. Bir salgın hastalık uzmanın hastalıkların, bugünkü gelişme hızıyla kısa zaman içinde onlarla başa çıkabilme yetimiz anlamında antibiyotikler öncesi döneme geri döneceğimizi söylediğini duydum. Bu, bakteriyel hastalıklarla uğraşma yetimizi kaybedeceğimiz anlamına geliyor.[5]
Salgın hastalıkların ve kitlesel ölümlerin savaşlar yoluyla yaygınlaşması, teknolojinin insanların adaleti ve mutluluğu için değil bir kâr aracı haline getirilmesi, kasırgalar, depremler, aşırı soğuk ve sıcaklıkların dengesizce dünyayı esir alması, hayvan türlerinin ve ormanların gittikçe azalması tehdidin artık somut biçimde kendini hissettirdiğini göstermektedir. 
Batı ülkeleri kendi sanayi atıklarını fakir ülkelere ihraç etmekte, kendileri açısından bir taşla iki kuş vurmaktadırlar. "Çöp ihracatı" diye bilinen bu iğrenç olay insanlık adına utanılacak bir tablodur. Atık madde ihracım hızlandıran en önemli etken bu maddeleri yeniden işletme ve depolamanın yüksek maliyetidir. Bir misal vermek gerekirse: Bir ton PCB (Polikloranated bifenil)i yakmak için bile 1.000 dolar gerekli. Halbuki İtalyan ECOMAR şirketi Nijeryalı fakir çiftçi Nana'ya ayda 100 dolar vererek 2.500 ton PCB'yi toprağına dökmektedir. Veya Guine Bissan'ya tonu 40 dolara kadar satabilmektedir. Batı kısacası kendine çöplük aramaktadır. Geri kalmış ülkelere çöp tenekesi muamelesi yapmaktadır.[6]
Sınırlı ve çok kere yenilenemez olan dünya kaynaklarını, başkalarını ve gelecek nesilleri düşünmeden sırf zevk ve gösteriş gibi nefsani duyguları tatmin için kullanmak çevre probleminin başta gelen amillerindendir. İsraf ekonomisinin ortaya koyduğu bu tüketim hırsı, korkunç bir yangın gibi her şeyi yiyip bitirmekte, geriye dağlar gibi atık ve enkaz bırakmaktadır. Daha fazla kâr için daha fazla üretim - daha fazla tüketim anlayışı; bir taraftan sınırlı hammadde kaynaklarını eritirken diğer taraftan, bunların işlenmesi, ham ve mamul olarak taşınması için de büyük çapta enerji tüketmekte, şehir ve şehirlerarası trafiği zorlamaktadır. Bir taraftan rahat ve konfor sağlanırken, öbür taraftan da her an yenisi piyasaya sürülen pahalı oyuncaklara sahip olma savaşı, çevrede ve insanın maddi-ruhi yapısında korkunç zayiata sebep olmaktadır. Bu durum ister istemez "İnsan için rahat mı, yoksa huzur mu daha önemlidir?" sorusunu  akla getirmektedir.[7]
Ekolojik krizin sebebini, liberal kapitalizm ve Marksizmi de içeren, önde gelen modernlik ideolojilerinin merkezinde olan insan-merkezli (anthropocentric) insanlığın sonucu olarak açıklamaktadır. Modern toplumlar doğayı kontrol ederek insanoğlunu maddi yoksunluktan kurtarmayı umarak, insanların da doğanın bir parçası olduğu gerçeğini göz ardı ederler. Bu nedenle, doğayı kontrol etme girişimleri, aynı zamanda özgürlüğünü kısıtlayacak ve "kendini-gerçekleştirmesi"ni engelleyecek şekilde, insan davranışlarının da kontrol altına alınması girişimlerine yol açar.
Batıda bu tehdide karşı ortaya çıkan toplumsal ekoloji akımı ekolojik krizi, genelleşmiş insan-merkezciliğin bir sonucu olarak değil de; en aşırı şekilde kapitalizmde var olmakla beraber, devlet sosyalizminde de var olan otoriter toplumsal yapıların bir sonucu olarak görmekte. Doğanın ahlaksızca tahribatı, elit kesimlerin doğal kaynakları prestij, kâr ve kontrol için yağma ederken diğer insanlar üzerinde tahakküm kurduğu hiyerarşik sistemlerde, tahrip edilmiş toplumsal ilişkileri yansıtmaktadır.[8]
Tehdide karşı ne yapmalı?
Kapitalizm sürekli olarak sırtından geçindiği ezilenlerin ezilmişlerinin farkına varmamaları için onları sun'i gündemlerle oyalamaktadır. Müslümanların diğer ezilenlere de örneklik olması açısında oluşturulan sun'i gündemleri, bu toplumsal narkozlamayı ifşâ etmeleri şarttır. Futbolizm, çürüten ahlaksızlaştıran bayağı show dünyası ve ulusalcı politik kamplaşmalar gibi sun'i gündemlerden uzak durmalıyız. Bunun için de insanların kapitalist ninnilere karşı özgür düşünce ve sorgulama haklarını ve adalet istemlerini alternatif olarak öne sürmeliyiz.
Yapılabilecek ikinci şey, insanlığı "bizler"e karşı "onlar" şeklinde bölmeye teşvik etmemektir. Bugün Irak'ta, Suriye’de ve daha birçok coğrafyada yaşanan mezhepçi katliamlara yol açan da tam da bu tür korku kaynaklı cevaplardır.
Ortak gıda ve su kıtlığı tehlikesine karşı farklı ırklardan, dinlerden ve sınıflardan insanları birleştirmek için elimizi uzatmalıyız, onlara saldırmamalıyız. Yapılması gereken en önemli ayrım Emperyalistlere karşı olanların birleşmesidir. Bu bağlamda öncelikle Müslümanların iç sorunlarını çatışmaya dönüştürmemeleri ve daha sonra da gerek anarşist, Hıristiyan, Yahudi, Budist gerek sosyalist ya da başka hayat tarzlarından insanlarla kulların kullara kul olmaması ve adalet merkezli bir diyalogun köprülerinin kurulmasıdır. 
Üçüncü yapılması gereken şey, küresel tehdidin bozuculuğunu yavaşlatmaktır. Bunun anlamı güneş ve rüzgar gibi "alternatif" enerjilerin, uygun olan en fazla yakıt-tasarruflu taşıtların kullanılması ve organik gıdaların satın alınması ve üretilmesidir. Sadece şahıslar olarak değil, en iyisi kaynaklarını beraberce paylaşmaktan rahatlık duyan benzer görüşteki bütün gruplar olarak bunun yaygınlaştırılması gerekmekte. Paylaşım ahlakının yaygınlaştırılması ve doğal bir gıda kültürünün yaygınlaştırılması için Müslümanların daha fazla çalışması lazım.
Çünkü küresel ısınma tehdidine karşı en iyi hayatta kalma şansımız "Amerikan yaşam tarzından en fazla uzakta" yaşayabilmemizde yatar, çünkü Kapitalist Amerikan İmparatorluğu kaçınılmaz olarak bir noktada iflas edecektir. Ancak Grimes'in tabiriyle çevremizdekileri de kapsamak üzere elimizi uzatabilirsek onları daha büyük duvarlarla dışarıya hapsederek değil yaşayabilir cankurtaran-botu toplulukları geliştirebiliriz. En iyi karşılıklı savunmamız güvensizlikte değil karşılıklı yardımlaşmadadır; paranoya ve silahlarda değil paylaşılan yaralanılabilirlik ve sevgidedir.
Peki ya sonrası?
Kapitalist Amerikan İmparatorluğu'nun insanlığı küresel bir helâka doğru sürüklemesine karşılık sosyal, siyasal ve ekolojik tehdidin bizi götüreceği yer neresi olabilir? Bu soruya cevap vermek için kâhin olmaya gerek yok çünkü görünen köyün kılavuz istememesi ve Allah'ın koyduğu yasaların sebep-sonuç ilişkileri bizleri isabetli öngörülere ulaştıracaktır. Küresel kapitalizmi durdurma görevini insanlığa şahit, örnek ve önder olması gereken Müslümanların yerine getirmesi ve onların öncülüğünde tüm ezilen kesimlerin bir karşı-tehdit oluşturmaları vâkidir.
Böylelikle Allah'ın izniyle (yani yasalarının adil biçimde işlemesiyle) kapitalist tahrip süreci durdurulabilir ve imparatorluk çökertilebilir. Müslümanlar ve diğer ezilen kesimler bunu gerçekleştiremese de küresel kapitalizmin kendi içsel çelişkileri yüzünden kendisini yeniden üretmesi giderek imkansız olacaktır.
Küresel nüfusun temizlenmesine yönelik artan savaşlar ve katliamlar eşlik edecektir. Bu öngörüleceği üzere mevcut küresel sistemin istikrarsızlaşmasına ve yıkılmasına neden olabilir. Karşıtlarının elinden olmasa bile kendi izlediği yöntem küresel kapitalizmin kendi eceli olacaktır. İmparatorluğun çöküşü sonrası insanlar en iyi niyetlere sahip olsalar bile, bunun bir asr-ı saadete taşıması gerekmez. Bununla birlikte ezilenler çevresel olarak iflas etmiş bir dünya ile karşılaşacaklardır.
Hepimizin mümkün olduğunu umduğumuz daha iyi bir dünyayı kurmak için ise bugünden sağlıklı bir dünya ve öte dünya anlayışının temellendirilmesi, doyurulması ve perspektifinin tevhit ve adalet ölçüleriyle ıslah edilmesi şarttır. Maalesef bugün ezilenlerin intikamcı ve ölçüsüz bir tepkiselliğe savrulma olasılığı çok fazladır. Bu savrulma onları projesiz, alternatifsiz bir kaosun temsilcileri haline getiriyor. Bu sebeple bugünkü zulüm yerine başka bir zulüm getirebilecek tüm teorilerden ayıklanmış bir mücadele gerekiyor.  
Bu ayıklama için öncelikle Müslümanların vadettikleri geleceğin Kur'ân'ın ilkeleriyle sınanması ve içeriden tüm insanlığa yayılan bir "yenilenme ve ıslah"'ın ve eş zamanlı olarak küresel kapitalizme karşı "mücadele ve alternatif imkanları" ana gündem halini alması kendini gösteriyor. Bu gündem doğal olarak müntesiplerini sosyal, kültürel ve ekolojik bir sorumluluk bilincine ve küresel tehdide karşı mücadeleye taşıyacaktır.
Şu anda yapılması gereken yukarıda özetlemeye çalıştığımız gibi teoride ve pratikte modernitenin hayat tarzının zehirleyen yönlerine karşı alternatif bir örneklik oluşturabilmektir.
[1] Ruşen Keleş-Can Hamamcı, Çevrebilim, İmge Kitabevi Yay., Ank., 1993, ss. 21-25.
[2] Erich Fromm, Erdem ve Mutluluk, 2. bs., Çev. Ayda Yörükan, Türkiye İş Bankası Yay., byy, 1994, s.12
[3] 1952 yılı aralık ayında Londra’da kirli hava nedeniyle bir hafta içinde 4000 kişi yaşamını yitirdi. (Ruşen Keleş-Can Hamamcı, a.g.e., s. 15)
[4]  "Çevre Problematiği Ve Din", Doç. Dr. Mehmet Bayyiğit* Selçuk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi
[5]   Enerji Sosyoloğu Peter Grimes İle Söyleşi,"An Interview with Peter Grimes, Sociologist of Energy", Baltimore IMC.'den Çeviri: "Anarşist Bakış Dergisi"
[6] Dr. Fatih Uğurlu, Kadın ve Aile Dergisi sh: 23 Sayı: 47.
 [7] "İslâm’a Göre İnsan Çevre İlişkisi" A. Riza Temel D.İ.B. İstanbul Haseki Eğt. Merkezi Öğretim Görevlisiwww.alirizatemel.com
[8] Kaynak: "The Ecommunard Manifesto"  "Dünya'nın Geleceğine İtiraz Etmek: Radikal Ekoloji ve Postmodernite" Michael E. Zimmerman, 1994,  Kaliforniya Üniversitesi Yayınevi, ISBN 0-520-08477-2