Necib Sab
Arap Çevre ve Kalkınma Forumu (AFD) Genel Sekreteri ve “Çevre ve Kalkınma” dergisinin editörü
TT

Korona salgınının tek kazananı çevre mi?

Enerji uzmanı bir dostum, ‘korona salgınından’ tek müstefidin çevre olduğunu yazmıştı, iki nedenden ötürü aynı fikirde değilim; öncelikle bu sonuca varmak için henüz çok erken. İkincisi; insanları öldüren ve dünyayı kasıp kavuran ölümcül bir salgın, tabiata kısa bir teneffüs alanı açsa dahi memnuniyet nedeni olamaz. Yeryüzündeki temel ve nihai amaç; insanın sağlıklı bir çevrede yaşama imkânı bulabilmesidir. İnsansız, ruhsuz, boş bir doğanın anlamı yoktur. Öte yandan insan hayatının ideal idamesi ve temiz çevre için sağlıklı bir ekonomiye ihtiyaç olduğu da bir gerçektir.
Koronavirüs nedeniyle ekonomik ve sosyal aktivitelerdeki düşüş, iklim değişikliğinin başlıca müsebbiplerinden olan havadaki zehirli emisyonların azalmasına neden oldu. Fabrikalarda üretimin durması, hava, deniz ve kara taşımacılığının durma noktasına gelmesi atmosferde biriken sera gazı oranlarının düşmesi anlamına geliyor. Buna karantina ve sokağa çıkma yasağı önlemleri nedeniyle plajlara, ormanlara ve diğer doğal eğlence alanlarına yönelik risklerin azalması da eşlik etti. Ekonomik durgunluk nedeniyle doğal kaynaklara olan talep de azaldı, bu yüzden petrol fiyatları tarihsel olarak en düşük seviyelere indi. Tüm bunlar malum olduğu üzere istisnai koşullara verilen tepki ile ilgilidir. İnsan ihtiyaçları ile kaynakların sürdürülebilirliği arasındaki dengeyi sağlayan uygun ekonomik tedbirler alınmadığı sürece, uzun vadeli ve geniş kapsamlı sonuçlar beklenemez.
Emisyonlardaki geçici düşüş, doğanın kısa bir süreliğine nefes almasına neden olmuş olabilir, şehirlerdeki kuş seslerinin artması da güzel hoş bir şeydir. Ancak tıbbi atık miktarları da daha önce görülmemiş bir şekilde artmış durumdadır. Birçok şehirde çöplerin ve evsel atıkların geri dönüşüm süreci aksamıştır. İnsanlar virüs bulaşır korkusuyla tek kullanımlık malzemelere yönelmektedir, özellikle gıda temizlik ve koruma malzemelerinde durum böyledir.
Kimse ekonomik bir çöküşün çevreye hizmet edeceğini hayal etmesin. Çöküş ne kadar büyük olursa, gelecekte; acil büyüme ihtiyaçlarını karşılama bahanesiyle çevresel hususların göz ardı edildiği ekonomik faaliyet riski artar. Şimdiden bazı devletler, ‘korona salgınını’ çevre koruma yasalarını delmek için bir bahane olarak kullanmaya başlamıştır. Böylelikle kayıp ekonomik büyüme oranlarını telafi etmeye çalışmaktadırlar.
Geçmişten bir ders alacak olursak; 2008-2009 yıllarında dünyayı sarsan ekonomik çöküş sırasında, karbondioksit emisyonları rekor seviyelerde düşmüştü, ancak durgunluğun ardından gelen hızlı endüstriyel büyümenin bir sonucu olarak 2010'da hızla ikiye katlandı. Eski alışkanlıklarda radikal bir değişim olmadığı sürece aynı senaryonun bir kez daha tekrarlanmasını bekleyebiliriz.
Kesin olan şu ki: bugün yaşadığımız şey 2008'de olandan tamamen farklı olarak ‘varoluşsal bir risktir’ ve farklı bir yaklaşımı zorunlu kılar. O zamanki ekonomik kriz, finansal piyasaların çöküşünün bir sonucuydu. Bugün ise üretimin ana gücü olan insanlar için varoluşsal bir tehlikeyi temsil eden bir salgın söz konusudur. 2008 sonrasında alınan finansal önlemler ekonomik durgunluğu sonlandırmak için yeterli olabilmişti. Ancak bu defa ekonomi kontrol dışı bir salgın tarafından tehdit edildiği için durum tamamıyla farklıdır, üretim yeteneği sekteye uğramıştır.
Doğrusunu söylemek gerekirse, şu anda çevre ve iklim dünya gündeminin ilk sırasında yer almamaktadır. Dünyanın önceliği koronavirüs aşısının ya da etkili tedavi yönteminin bulunması ve insanların ekonomik sıkıntıdan çıkarılmasıdır. Ancak uzun vadeli her çözüm, ekonomiye ek olarak, tüm çevresel, sosyal ve sağlık hususları da dikkate alınarak ortaya konulmalıdır.
Bilimsel çalışmalar, ormanların yok edilmesinin, yaban hayatına zarar verilmesinin ve şehirlerin tarımsal arazileri yutmasının salgın hastalıkların yayılmasında etkili olduğunu kanıtlamıştır. Nitekim çoğu salgın hastalık, hayvan kaynaklıdır. Aynı şekilde iklim değişikliği bulaşıcı hastalıkların daha önce ulaşmadıkları yerlere ulaşmasına neden olmaktadır. Dolayısıyla geleneksel kapitalizmin büyüme oranlarının arttırılması çözüm için yeterli olmayacaktır. Sağlık ve çevrenin çöküşü sürdürülebilir dengeli ekonomik politikaları zorunlu kılmaktadır.
İklim değişikliğinin insanlığın karşılaştığı en büyük zorluk olduğu ve bunun önüne geçmek için alınacak önlemlerin insanlığın sağlıklı bir yaşam sürebilmesi için son derece önemli olduğu bir gerçektir. Korona salgının neden olduğu ekonomik durgunluktan çıkmak ve istihdam yaratmak için büyük finansal mali destek sağlanması gerekmektedir. Ancak şu anki çöküşün önüne geçmek için alınan önlemler gelecek nesillere borç yükü bırakmak şeklinde olmamalıdır. Dolayısıyla şu anki finansal güç, yenilenebilir enerji kaynaklarına, çevre duyarlılığı olan iş kollarına, doğayla uyumlu tarımsal projelere ayrılmalıdır. Böylelikle hem doğayı korumuş hem de daha fazla istihdam sağlamış oluruz.
Korona salgını sonrasında bazı kişisel ve sosyal alışkanlıklarımızdaki değişikliklerin nispeten kalıcı olmasının, çevreye olumlu etkileri olacağı da bir gerçektir. Şöyle ki; daha az atık üretebiliriz, haftanın iki günü evden çalışabiliriz böylelikle araç yakıtını daha az kullanmış oluruz, tatillerimizi binlerce kilometre uzakta değil de yakın bölgelerde yapabiliriz. Tüm bunların çevreye ve iklime olumlu etkileri olacaktır, çevresel çöküş kader değildir.